Selin Nasi
Çocuk filmi deyip geçmeyin! Barbie’nin bir mesajı var
Dürüst olmak gerekirse, fragmanda boca edilen pembe renk dozunu kaldırıp kaldıramayacağımdan pek emin olmayarak gittim Barbie filmine. Akşam saati ve altyazılı bir matine seçtiğimden öyle baştan aşağı pembelere bürünmüş insanlar, kendi küçük kopyalarıyla birlikte filme gelmiş anneler de yoktu. Bir taraftan filmi yazıp yöneten Greta Gerwig’e güveniyordum. Kadınlara vereceği mesajı almak üzere koltuğuma kuruldum.
Filmin açılışında Barbie’nin hayata geliş hikayesi ve o zamana kadar üretilmiş oyuncak bebeklerden neden farklı olduğunu anlatan bölümü izlerken, ne kadar saf bir çocukluk yaşamış olduğumu ve bu konular üzerine daha önce pek de düşünmediğimi fark ettim. Hatırladığım ilk oyuncak bebeğim porselen bebek diye tabir edilenlere benzeyen lüle lüle sarı saçlı, yatırıp ayağa kaldırdığınızda gözleri açılıp kapanan, tam da filmde anlatılan tarzda annelik ve çocuk bakımına teşvik eden bir oyuncaktı. Bir Barbie’m de olmuştu. O zamanlar Teşvikiye’de Aspava kitabevi aynı zamanda oyuncak satardı. Büyük tantanayla o Barbie bebek alındığında yaşım artık çok da küçük olmadığından üzerine birkaç elbise dikme denemesinden sonra kenara bırakmıştım. Kariyer konusunda ne ölçüde ilham verdiğinden emin değilim ama dikişte geleceğim olmadığını hemen anlamıştım.
Film Barbie’nin aklına aniden düşen ölüm düşüncesinin getirdiği farkındalığın, her günün mükemmel geçtiği fantezi dünyasında yol açtığı arızayı tamir edebilmek için gerçek dünyaya yaptığı yolculuğu konu ediyor. Bu yolculuğa kendini zorla dahil ettiren partneri Ken ile beraber. Bu haliyle bakıldığında Gerwig bize modern bir cennetten kovulma hikayesi sunuyor aslında. Aynı zamanda Barbie imajı üzerinden pazarlanan güzellik anlayışı ve bu anlayışı ayakta tutan patriarşik düzenle bir güzel dalga geçiyor. Bu arada kapitalizme hizmet eden tüketim çılgınlığını da eleştiriyor. Yalnız yaratılış hikayesiyle tezat şekilde, fantezi dünyasında Barbie’nin aksesuarı olmaktan öteye geçemeyen Ken, erkek egemenliğinin kutsandığı gerçek dünyada maskülen yönünü keşfediyor. Geri dönüşünde Barbieland’i gerçek dünyayla uyumlu şekilde yeniden dizayn etmeye girişince, olaylar gelişiyor.
Gerwig’in yarattığı Barbie karakteri, gerçek dünyada kendisiyle oynayan kız çocuklarının büyüdüklerinde karşılaştıkları sorunlarla ve kendisinin de bu sorunların bir parçası olduğu gerçeğiyle yüzleşince bir varoluş sorgulaması içinde buluyor kendini. Bu noktada Gerwig, Barbie karakterinin içsel yolculuğu üzerinden oyuncağın sembolize ettiği o çokça eleştirilen değerleri sorgulayıp, özeleştiriyle temize çekmeye çalışmış.
Barbie’nin kendi mükemmel dünyasında her şeyin o kadar da mükemmel gitmediğini ilk fark ettiği an, daima topuklu ayakkabı giymeye hazır tabanlarının yere basması oldukça güçlü bir metafordu. Hani yeni bir Barbie serisi üretilecek olsa- şöyle 40lı yaşlarla gelen aydınlanmayı temsilen- adını “Ayakları Yere Basan Barbie” koyabilirlerdi. Bu noktada zamanında okuyup çok etkilendiğim Murathan Mungan’ın Yüksek Topuklar kitabını anmadan edemeyeceğim. Çünkü Barbie bir bakıma Mungan’ın dert ettiği o “topukların üzerinde yükselen kadın” imajını temsil ediyor. Güzel görünmek, güzel giyinmek, kendini başkalarına beğendirme ve alışveriş üzerine kurulmuş tatlı bir hayatın sembolü olduğu için eleştiriliyor. Film ise aslında Barbie karakterinin o güne dek kız çocuklarının önüne konulmuş annelik hedefinden farklı bir gelecek hayalini, hayatta istedikleri her mesleği yapabilecekleri mesajını destekleyen, özgürleştirici bir rolü olduğuna dikkat çekiyor. Ne kadar ikna edici olduğu tartışılır.
Bugün hala Barbie ile lanse edilen beden ölçülerinin kız çocuklarının kendilerini kusurlu ve yetersiz hissetmelerine yol açtığını düşünenler var. Doğrusu, günümüz dünyasında akıllı telefon kullanma yaşı hızla düşerken, Instagram ve Tiktok üzerinden paylaşımların bu konuda çok daha yıkıcı bir etkisi olduğu kanaatindeyim. İlgilenenlere Kate Winslet’in kendi kızıyla birlikte oynadığı, sosyal medyada beğenilme arzusunun gençleri nasıl hastalıklı bir noktaya getirebileceğini işleyen “I am Ruth” adlı filmi izlemelerini öneririm.
İşte Barbie filmi tam da bu noktada kadınların kendi kendilerinin ölçüsü olmaları, pusulalarını başkalarına göre değil kendi doğrularına göre ayarlamaları gerektiği mesajını veriyor. Bunu yaparken de mükemmel olmak/görünmek ya da başkalarının onayını almak zorunda değilsiniz diyor. Ve Barbie bu şekilde - fikir annesinin iznine gerek duymadan- gerçek dünyada kalmayı seçiyor. Elbette Gerwig burada masalsı bir son uygun görmüş.
Oysa gerçek hayatta biz kadınlar karşı cinse kıyasla çok daha acımasız kriterlere tabi tutuluyoruz.
Bu açıdan filmin en can alıcı sahnelerinden biri kadın olmanın zorluğu/imkansızlığı üzerine America Ferrera’nın pek çoğumunuzun hislerine tercüman olan monoloğuydu. “Güzelsin, akıllısın ama yine de yeterli olmadığını düşündüğünü görmek beni kahrediyor.” Gerçekten de sistem daima olağanüstü olmamızı bekliyor ve hep bir şeyleri yanlış yaptığımız mesajı üzerinden kendimizi eksik hissettiriyor. Bu yaklaşım erkek egemenliğini konsolide ederken aynı zamanda kapitalizme hizmet ediyor. Eksikliklerimizi gidermek için türlü ürünlerin peşinden koşmamızı sağlayarak.
Dahası, ne iş yaparsak yapalım, erkeklere tanınan hata payı bize tanınmıyor. Her alanda illa ölçülü davranmamız, altın oran tutturmamız bekleniyor. Güçlü ve akıllı olacaksın ama karşındakini güvensiz hissettirecek kadar güçlü görünmeyeceksin. Bakımlı ve güzel olacaksın ama kimsenin gözüne batıp kıskançlığını çekmeyeceksin. Neşeli olacaksın, hoppa algılanmayacak kadar. Yeri gelince ciddi duracaksın ama sıkıcı kaçmayacaksın. Toplum tarafından dayatılan değer yargılarını reddettiğinde aykırısın. Anne olmayı istemezsen yandın. Günün sonunda karşı cinsten gelen teklifleri kabul etsen de, etmesen de arkandan yakıştırılacak etiket hep aynı.
İyi haber, belli bir yaşa geldiğinizde kimsenin ne dediği gerçekten umurunuzda olmamaya başlıyor. Daha iyi haberse, bugünün çocuklarının ebeveynlerine kıyasla çok farklı bir dünyanın içine doğmuş olmaları. Çabuk olgunlaşıyorlar. Birçok konuda farkındalıkları bizim aynı yaşlardaki halimizin ötesinde. Büyük bir kısmı telkinden etkilenmiyor bile. Dolayısıyla dayatılmış toplumsal cinsiyet rollerini, ezberleri kırmak için müthiş bir potansiyelleri var. Çoğu kendi yolunu çiziyor zaten.
Filmle ilgili içime sinmeyen tek nokta Gerwig’in Ken’i bir parça mağdur göstermiş olması. Bu tutumunu Barbieland’in idaresinde Barbie’lere pozitif ayrımcılık tanıyarak telafi etmeye çalışmasını da garipsediğimi söylemeliyim.
Yine de şu sıcak günlerde serinlemek için sinemaya gitmek isterseniz, Barbie, renkli sahneleri, tempolu müzikleri, yıldızlar geçidi sunan oyuncu kadrosuyla güzel vakit geçirebileceğiniz bir film. Varsa, kızınız, yeğeniniz, onu da alın yanınıza. Hem çıkışta lafı bu konulara getirip fikrini almış olursunuz.
Mattel şirketinin yönetim kurulu sahnesinde beni anın lütfen. TV’lerin tartışma programlarında boy gösteren ve her konuyu bildikleri gibi kadınlara ait konuları da (baş örtüsü, adet döngüsü vs.) en iyi bildiklerinden son derece emin, kadrolu erkek konuşmacılar gelsin aklınıza. İyi seyirler…