Kubilay Kaptan
Bir Tablonun Anlattıkları “Homeros’un Büstü Önünde Aristoteles”
Barok resmin en büyük ustasıdır. Hollandalı ressam ve gravürcü olan Rembrandt, dramatik ışığın ressamı olarak bilinir. Onun gibi yüzyılları aşarak her zaman gündemde kalabilmek sadece bir avuç ressama nasip olmuştur. Sanat tarihinin büyük adlarından biridir. 17. yy’da yaşamış Felemenkli ressamdır. Üst tabakaya mensup bir ailede yetişmiştir. Çocukluğunda Latince eğitim veren bir okula giden Rembrandt resme duyduğu ilgi nedeniyle ressam Jacop Van Swanenburch’un atölyesinde daha sonra da Amsterdam’da, İtalyan Rönesansı geleneğindeki romanist Pieter Pieterszoon Lastman’ın atölyesinde tamamladı.
Rembrandt’ın özellikle tarihsel konulu resimler yapmasında etkili olan da Lastman’dır. Bu etki resimlerde ortaya çıkmıştır. Peygamber Balam ve melek Tevrat’tan alınmış bir konuyu sunar. Sanatçı bu yapıtlarında parlak renkleri kullanarak ve bazı kompozisyon arayışlarını deneyerek aynı zamanda Lastman’ın etkisinden de kurtulmaya çalışmıştır. Rembrandt’ın tarihi konu alan resimleri, belli bir olayı tuvale yansıtmaktan çok insanlar ve onların duyguları üzerinde yoğunlaşır.
Rembrandt ele aldığı konulara yepyeni yorumlar getirmiş, geleneksel, şematik yaklaşımları özgün üslubuyla aşmıştır. Örneğin Lastman’ın tarihsel olayları dış mekânda tasvir ederek manzarayı dramatik arka plan parçası olarak kullanma ve aydınlık bir fonda renk kontrastlarıyla oynama alışkanlığını tamamıyla bozar. Rembrandt’ta olaylar çoğunlukla iç mekânlarda geçer. Işığı ise tamamen kendine has bir tarzda kullanır.
Özellikle açık koyu efektleri yaratarak resimlerinin duygusal etkisini ve derinliğini olağanüstü arttırmıştır. Resimlerini her yerini aydınlatmaz, belli köşelerini, bazen büyük bir kısmını bilinçli olarak karanlıkta bırakırdı. Işık adeta resmin içinden çıkmakta, sembolik bir anlama bürünmektedir. Bu tarzıyla Caravaggio’nun izinden gittiği söylenebilir. O dönemde ele aldığı dinsel ve alegorik temalar sanatçıların çevrelerindeki olaylarla insanları resimlediği 17. yy Felemenk’i için alışılmamış konulardı. Rembrandt tüm sanat yaşamı boyunca tarihsel konuları ve dini temaları resimlemeyi sürdürmüştür.
Yaşlı insanlara karşı ilgisi de Leiden’de başlamış, sanatçı ileriki yıllarda bu konuda yetkin yapıtlar vermiştir. Sanatçı yaklaşık 100’ü bulan kendi portrelerini yapmaya da gene bu yıllarda başlamıştır. Bunlardan 1629’da yaptığı ve gençlik döneminin en başarılı portrelerinden olan resminde, olgunluk döneminde kahverengi ve tonlarıyla uygulayacağı Grizay anlayışının ilk belirtileri görülmektedir. Rembrandt farklı duyguları verecek değişik yüz anlatımları aramış, giderek daha az figürlü kompozisyonlara yönelmiştir. Çeşitli eserlerinde ışık-gölge sorununu figürlerin hem maddi hem de ruhsal ifadelerinin hizmetinde kullanabilmiştir. Figürlerin hem maddi hem de ruhsal ifadelerinin hizmetinde kullanabilmiştir. Işığın değişken bir derecelenme ile dağılıp eridiği resim düzenleri zaman zaman yorumlanması güç bir içerik kazanmışlardır.
Rembrandt 1648-1669 arasındaki olgunluk dönemi yapıtlarında daha dingin, daha oturmuş bir anlatıma yönelmiştir. Bunların çoğu resim yoluyla izleyiciye dinginlik aşılamaya yöneliktir. Bu değişim sanatçının Mennonit Kilisesi’ne girmesine bağlanabilir. Kalvenci anlayıştan ayrılan ve sakin, gösterişten uzak bir dinsel yaşamı amaçlayan Mennonitler, dindar Rembrandt’ın özyapısına uymuş, sanatçı bu anlayışı yapılarında işlemeye başlamıştır. Olgunluk döneminin kendi portreleri trajik ruh durumunu yansıtan, anlatım için biçim bozmalardan sıkça yararlanılmış yapıtlardır. Yarım bırakılmışlık izlenimi, belli bir dozla uygulanışıyla anlatımı güçlendirmekte ve sanatçının amaçladığı dramatik etkiyi vurgulamaktadır. Bu dönem yapıtlarının ortak konusu, insanın iç yaşantısıdır. Portrelerinde ise genellikle düşünce içindeki kişileri resimlemiştir.
“Homeros’un Büstü Önünde Aristoteles” adlı resmi başlığından da anlaşılacağı gibi felsefi bir içerik taşır. Aristoteles, büyük olasılıkla derin bir iç hesaplaşma içindedir. 1653 tarihli tablo İtalyan koleksiyoncu Antonio Ruffo için yapılmıştır. Sanatçı, gene bu yıllarda kendine özgü bir ruh durumunu yansıtan doğa çalışmaları da yapmıştır.
Rembrandt’ın 1669’daki ölümü aynı zamanda Felemenk’in görkemli Altın Çağı’nın da sonuna işaret eder.