Süreyya Su
Politika ve cinsellik alanında kafası karışık düşünceler
İstanbul Sözleşmesi’ne karşı kampanya yürütenlerin başını dini cemaatler ve tarikatler çekiyor. AKP yöneticileri son zamanlarda aslında toplumda itibarları az ve etkileri sınırlı bu çevrelerle ilişkilerini daha sıkılaştırıyorlar. Bunun sonucunda AKP, merkez seçmen yerine onların taleplerine uygun bir politik söylem ve pratiği tercih ediyor. Seçim yatırımı bakımından bir getirisi olmayacak bu değişim, AKP’nin yeniden tek başına iktidar olmak için ihtiyaç duyduğu oy oranını sağlamayı değil, neredeyse bir parti aygıtı haline getirdiği bürokraside ve çoğulcu olmak yerine bölerek çoklu hale getirdiği sivil toplumda ihtiyaç duyduğu insan kaynağını karşılamayı amaçlıyor.
AKP, bugüne kadar meşruiyetini hep seçim sandığından çıkan sonuçlara dayandırdı. Ülke politikası nezdinde olsun, uluslararası ilişkiler nezdinde olsun, politik söyleminin ve icraatlarının ihtiyacı olan desteği seçim sonuçlarında aldı. Bunu sürdürülebilir kılmak için sürekli kamuoyu araştırmalarıyla halkın görüşünü yokladı, tepkisini ölçtü ve ona göre politikasına yön verdi.
Ama bugün böyle bir stratejiyle hareket etmiyor. Dün AKP, demokrasiyi seçime ve çoğunluk tercihine indirgemesi nedeniyle eleştiriliyordu; ama öyleyken bile bu, AKP’nin demokrasiye usul boyutunda bağlı olduğunu gösteriyordu. Son kamuoyu anket sonuçları AKP ve müttefiği MHP’nin büyük oranda oy kaybettiğini, Cumhur İttifakı’nın halk desteğini büyük ölçüde yitirdiğini gösteriyor. Ve bu düşüş hızlanarak devam ediyor. Bu durumda politik teamüller gereği, AKP’nin toplumun taleplerine, hiç değilse, asgari ölçüde muhafazakar ve devletçi sınırlar içinde kalarak dahi olsa cevap verip seçmenin memnuniyetini ve desteğini kazanmaya çalışması beklenir.
Ama AKP öyle yapmıyor, çünkü artık muhafazakar bir parti kimliğini bile yitirdi. Bugünkü haliyle AKP, aşırı sağa yaklaşmış bir yeni sağ parti kimliğinde ve bu yüzden çağdaş toplumun yeni taleplerine göre kendisine şekil verecek politik esnekliği yitirmiş durumda. Bundan dolayı merkezden uzaklaşıyor ve aşırı sağa doğru gidiyor. AKP, olageldiği gibi toplumun farklı kesimlerinden kendine yakın gördüklerinin demokratik taleplerini karşılamak yerine, aşırı sağın bileşenlerini oluşturan kesimlerle topluma karşı devleti tahkim etmek üzere, yeni bir ittifak kurma girişiminin adımları olarak laiklik ya da sekülerlik karşıtı ve milliyetçi talepleri yerine getirmeye çalışıyor. Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılması ve sonrasında hemen gündeme getirilen İstanbul Sözleşmesi’nin feshi yönünde beyanlar bu minvalde atılan adımlardır.
Ayasofya’dan sonra İstanbul Sözleşmesi
Her ne kadar esas olarak aşırı sağın bileşenlerini oluşturan marjinal kesimlerin taleplerini karşılayan bir karar olsa da, Ayasofya konusunda, muhalefetin kendi iradesine göre hareket etme cesaretini gösterememesi ve sağ popülizmden medet umması nedeniyle AKP, geniş bir toplumsal destek aldı. Veya almış gibi bir imaj oluştu. Şimdi bu desteği İstanbul Sözleşmesi’nin iptali için de kullanmak istiyor. Burada başvuracağı popülizm malzemesi aile ve cinsellik olduğundan eli güçlü görünüyor. Zira milliyetçi ve İslamcı da olsa AKP’ye karşı muhalif görüşü temsil eden kişiler bu konuda atılacak bir geri adımı destekleyen açıklamalar yapıyorlar.
Örneğin, Karar Gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren, “Dev sorun-tepkisel yaklaşımlar” adlı evvelsi günkü yazısında hükümeti İstanbul Sözleşmesi’nin iptali konusunda desteleyen ve iptali gerekçelendiren bir yaklaşım sergiledi. AKP’nin, tabanının kaygıları ve değerleri nedeniyle görmezden gelemeyeceği yeni bir gündemi olduğunu söyleyen yandaş köşe yazarlarının safına katılıyor Taşgetiren de. Yeni gündem konusu, İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanun. Şunu özellikle belirtmek istiyorum ki artık AKP’nin gündeme getirdiği konuları bir dikkat dağıtma, asıl gündem konusunu değiştirme oyunu olarak gören yaklaşımdan teselli bulmayı bırakmak gerekiyor. Bilakis AKP her koşulda gündemi saptırmayı değil, belirlemeyi başarıyor ve gündeme getirdiği meseleleri istediği gibi çözüyor. Her gün birden fazla kadının öldüğü ülkede muhalefet kadına şiddeti etkili bir şekilde gündeme taşıyıp, orada tutamazken, iktidar kadını şiddetten koruyan bir sözleşmeyi ve kanun maddesini iptal etmeyi gündeme getiriyor ve bu konuda da istediği kararı alacak gibi duruyor.
Böyle bir karar alırsa seçmen desteğini daha yitirir, önümüzdeki seçimde kaybeder gibi muhalefetin tevekkül telkin eden açıklamaları tatmin edici olmaktan uzak geliyor, çünkü AKP seçmen tepkisinden pek çekiniyor gibi hareket etmiyor. Aksine seçmenin tepkisine rağmen kararlar alıyor ve bu, AKP’nin yeni politik stratejisinin çoğunluk demokrasisi yerine aşırı sağın toplumsal odaklarıyla ittifak yaparak kuracağı bir totalitarizmin zeminini hazırladığını gösteriyor.
Muhafazakar hassasiyet
İstanbul Sözleşmesi’ne karşı kampanya yürütenlerin başını dini cemaatler ve tarikatler çekiyor. AKP yöneticileri son zamanlarda aslında toplumda itibarları az ve etkileri sınırlı bu çevrelerle ilişkilerini daha sıkılaştırıyorlar. Bunun sonucunda AKP, merkez seçmen yerine onların taleplerine uygun bir politik söylem ve pratiği tercih ediyor. Seçim yatırımı bakımından bir getirisi olmayacak bu değişim, AKP’nin yeniden tek başına iktidar olmak için ihtiyaç duyduğu oy oranını sağlamayı değil, neredeyse bir parti aygıtı haline getirdiği bürokraside ve çoğulcu olmak yerine bölerek çoklu hale getirdiği sivil toplumda ihtiyaç duyduğu insan kaynağını karşılamayı amaçlıyor.
İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanuna tepkiler, cinsel yönelimleri tanıması ve bireyi aileden üstün tutmasından kaynaklanıyor. Söz konusu çevrelerin bu iki konudaki duyarlığı, zaten toplumsal yapıyı bozmak için abartıldığını düşündükleri kadına şiddetin önlenmesi talebinin önüne geçiyor.
Taşgetiren, yazısında “muhafazakar hassasiyet” dediği tepkilere, İstanbul Sözleşmesi’nde eşcinselliği doğal gösteren ve meşrulaştıran ifadelerin ve 6284 sayılı kanunda da ailenin kolayca dağılmasına yol açabilecek ifadelerin olmasının neden olduğunu söylüyor. Yazısında bu tepkileri gerekçelendirmeye çalışarak destekliyor. Ona göre muhafazakarlar ailenin dağılması ve eşcinselliğin artması karşısında kaygılarını dile getirirken olduğu kadar yüksek sesle kadına şiddete tepki göstermedikleri için iletişim ve “tebliğ” problemi ortaya çıkıyor. Çünkü Taşgetiren, gerçekten gerici tepkileri, “iyiliği buyurmak ve kötülüğü yasaklamak” anlamında bir tebliğ olarak görüyor. O yüzden ona göre bu tepkilerdeki sorun, kadına şiddet muhafazakarlar tarafından önemsenmiyor gibi bir algıya neden olan ifade problemidir.
Cinsel alanda
kafa karışıklığı
Taşgetiren, cinsel yönelimlerin çeşitlenerek dünya çapında görünür hale geldikleri ve kimlik olarak tanınma politikasının gelişmesiyle toplumlarda bir takım haklar kazandıkları olgusunu kabul ediyor. Ona göre ailede küresel çapta bir kriz var; nikahsız birlikte yaşamaktan farklı aile türlerinin ortaya çıkmasına kadar aile kurumu bir kaos yaşıyor. Dolayısıyla muhafazakar bakışla değişimi bozulma olarak görüyor.
Bu kriz ve kaosu ortaya çıkartan sorunun temelinde insan türünün cinsel alanda kafasının karışması olduğunu söylüyor. Taşgetiren’e göre, cinsellik neslin devamı için gerekli bir ilişki alanı, ama mutlaka düzenlemesi gerekiyor. Çünkü cinsellikte ölçüsüzlüğün egemen olması tatminsizliğe neden oluyor ve bunun sonucunda eşcinsellik ve diğer cinsel yönelimler, ensest, ailenin dağılması, çocuk istismarı ve şiddet ortaya çıkıyor.
Oldu bitti muhafazakarların cinselliğe bakışında şöyle bir sorun var: Cinsel yönelim ile cinsel fanteziyi karıştırıyorlar. Onlara göre cinsellik özgürleşirse, insan arzu ve hazzın peşinden giderek aşırılıklara yönelir ve doğru cinsel yoldan sapar. Taşgetiren, çağdaş dünya insanının cinsel alanda kafasının karıştığını söylüyor ama asıl kafa karışıklığı yaşayanlar her zaman muhafazakarlar olmuştur. Çünkü cinsellikle ilgili birçok kavramı birbirine karıştırıyorlar. Yönelim, tercih, fantezi, arzu, ihtiyaç, haz, hepsi birbirinden farklıdır.
Cinsellik tenin evidir
En başta cinsellik tanımında bir sorun var. Cinsellik birincil bir ihtiyaç değildir; asıl olarak bir arzudur. İnsan yemeden, içmeden, dış etkilerden korunmadan, barınmadan uzun süre yaşayamaz, ama uzun süre cinsel hayatı olmadan yaşayabilir. Boşalma doğrudan cinselliğe ait değildir. Çünkü cinselliğin bir işlevi olarak değil, biyolojik hayatın ve hormonların bir işlevi olarak gerçekleşir. Boşalma verdiği hazdan dolayı cinselliğe dahil edilir, ama cinsellik asıl olarak tenle ilgilidir. Cinsellik öpüşme, okşama, sarılma, sürtünme ile gerçekleşen tensel bir iletişimdir. Dolayısıyla cinsellik bir dildir. Heidegger’e selam göndererek diyebiliriz ki ten ancak kendi evinde mutlu olabilir. Bu durum cinsel yönelimleri ortaya çıkarır. Dil varlığın evi olduğu gibi, cinsellik de tenin evidir.
Dorothy Parker’in dediği gibi, heteroseksüelliğin yaygın olması, normal olduğu anlamına gelmez. Aynı şekilde tek eşliliğin de yaygın olması, ahlaken iyi veya doğru olduğu anlamına gelmez. İnsanın teni tinini biçimlendirir. Bugüne kadar egemen olan ten, heteroseksüel erkeğin teniydi ve insanlığın tini ona göre şekillendi. Ama artık doğada çeşitlilik azalırken kültürde çeşitlilik artıyor ve heteroseksüel erkek bu artan çeşitlilikte ayrıcalıklarını kaybedip, insan cinselliğinin yöneliminin herhangi biçiminden biri haline geliyor. Son olarak “muhafazakarların hassasiyeti”ni biraz olsun dindirme adına şunu söyleyebilirim: Heteroseksüel erkek cinselliği yaygın olmayı sürdürecektir, çünkü pornografi kültürü bunun üzerine kurulu ve bu kültür her zamankinden daha ulaşılabilir durumda.