Babası ölünce kendi olur insan

Hayatın bütün kurumlarındaki arızalar onarılmadan, arızaya rıza üretilerek çürük toplumsal yapının korunması da, değer olmaktan çıkıp birer dogma ya da kutsala dönüşmüş ahlaki kuralların geçerliliği de babanın adının yüceltilmesiyle, çocukları tarafından pozitif rol modeli olarak alınmasıyla sağlanır. Bu yüzden baba toplumun teminatıdır. Babayı ailenin reisi olmaktan çıkaracak, babanın adının yanına annenin adını da yazdıracak, babanın meşru şiddet tekelini elinden alacak yasal düzenlemelere karşı direnmenin nedeni de budur.

Geçen hafta içi babamı kaybettim. Kaybettim diyorum ama benim babam, neredeyse kendimi bildim bileli kayıptı; ara ara kaybolur, bulunur, sonra yine kaybolurdu. Bu sefer bir daha bulunamayacak şekilde kaybettim babamı. Sık sık kaybettiğimden midir? Daha önce çok yaşadığım bir deneyim haline geldiğinden midir? Babamın ölümü bir üzüntüye neden olmadı bende. Hep merak ettiğim bir olaydı bu. Babam ölünce üzülecek miyim? Sağ olsun, merakımı giderdi sonunda. Maalesef hiç üzülemedim. Sadece kendi adıma üzüldüm; bir insanın babası öldüğünde üzülememesi üzüntü veriyor. Babası ölünce derin acı yaşayan insanları anlamaktan çok uzağım. Gerçekten yıkılanları falan görünce, bir yandan babama teşekkür etmişimdir; bende böyle bir zayıflığın oluşmasına imkan vermediği için.
Ölümünü gayet metanetli karşılamaya beni hazırladığı için minnettarım babama. Farkında olmayarak üzerimde emeği büyüktür babamın. Baba ile ilişki: psikanalizin kompleks konusu. Gerçekten kişiliğin oluşmasında anne kadar emeği olmasa da anneden daha fazla etkisi olan bir öznedir baba. Özellikle erkek çocuklar için rol modelidir. Pek de bilmiyorum aslında, psikolojinin yalancısıyım. Ama kendi deneyimime göre doğruluğunu onaylayabilirim. Baba, gerçekten çok güçlü bir rol modeli, kişinin hayatındaki başka kahramanlarla kıyaslanamaz. İnsan hayatı boyunca kendisine birçok rol modeli seçebilir; onlardan ancak beğendiğiniz özellikleri kendinize mal edersiniz. Ama baba, bütünüyle kişilik üzerinde belirleyicidir. Benim kişiliğimin oluşmasında da babam büyük ölçüde belirleyici oldu.
Baba: rol modeli
Birçok insan, erkek-insan, kişiliğini oluştururken babayı kendisine olumlu bir model olarak alır. Benim için en sakıncalı tavırlardan biridir bu. Çünkü toplum, gelenek, töre, ahlak, din, zihniyet böyle yeniden üretilir; yenilenmeden yinelenerek. Hayatın bütün kurumlarındaki arızalar onarılmadan, arızaya rıza üretilerek çürük toplumsal yapının korunması da, değer olmaktan çıkıp birer dogma ya da kutsala dönüşmüş ahlaki kuralların geçerliliği de babanın adının yüceltilmesiyle, çocukları tarafından pozitif rol modeli olarak alınmasıyla sağlanır. Bu yüzden baba toplumun teminatıdır. Babayı ailenin reisi olmaktan çıkaracak, babanın adının yanına annenin adını da yazdıracak, babanın meşru şiddet tekelini elinden alacak yasal düzenlemelere karşı direnmenin nedeni de budur.
Modern toplumda babayı öldürmek, birey olmanın bir gereğidir. Geleneksel toplumlarda ise baba hep yaşatılmalıdır; babayı yaşat ki toplum ya da düzen yaşasın öğüdüne göre davranılır. O yüzden erkek çocuklara geleneksel toplumlarda genellikle dedenin adı verilir. Daha sonra o çocuklar da oğullarına babalarının adını verir. Bu öyle bir tek tipleşmeyi sağlar ki konuşması, oturması, kalkması, tavrı, anlayışı, zihniyeti aynı adamlardan müteşekkil, bireyin ortaya çıkmasına asla izin vermeyen bir toplum teminat altına alınır. Oysa modern toplum hep yenilik isteyen, yenilik üreten, yeniyi değer haline getiren bir özelliğe sahip olduğu için bireyin oluşmasını teşvik eder. Modern toplumda her anne baba adayı çocuğuna farklı bir ad vermek için bir dönem dilbilimle ilgilenir, etimoloji çalışır.
Kişi nasıl
kendisi olur?
Birey olmanın bir gereği de babayı negatif rol modeli yapmaktır. Kuşak çatışması, ergenlik krizi, çocukların ilk gençlik döneminde ebeveynlerini beğenmeyip eleştirmeleri modern topluma özgü insanlık durumlarıdır. Ben de geleneksel bir toplumda dünyaya gelip yetişmiş olmama rağmen, babamı kendime negatif rol modeli alarak birey olabilmenin imkanını yarattım. Burada babama hakkını teslim etmeliyim. Eğer, babam sık sık kaybolan değil de tüm otoritesiyle hep varolan biri olsaydı bu imkanı yaratamazdım; ya da yaratmak için çok çatışmalı bir ilişki kurmam gerekirdi. O bakımdan Sartre ile benzer bir kaderi paylaşıyorum. Sartre, babası öldüğünde on beş aylıktı; bu onun baba otoritesinin baskısından bağımsız olarak büyümesini sağladı. Dolayısıyla Sartre için özgürlüğün filozofu olmayı babasız olmak sağladı denebilir. Benim için de “sık sık kaybolan bir baba”ya sahip olmak pek özgür olmamı sağlamasa da, kendim olmamı sağladı diyebilirim. Çünkü baba otoritesinin yerini annem doldurmaya çalıştı. Anne otoritesi korumacılık şeklinde bir baskı ürettiği için daha çekilmez oluyor. Onu da deneyimledim.
Foucault’nun kendilik etiğiyle ilgili çok alıntılanan ve benim de çok sevdiğim bir sözü var: “Bugünkü hedef ne olduğumuzu keşfetmek değil, olduğumuz şeyi reddetmektir.” Bu sözü sevmemin nedeni kendimle ilişkimi çok iyi ifade ediyor oluşudur. Bir kişinin ne olduğunu keşfetmesi bitimsiz bir süreç, ama olduğu şeylerden kurtulması tamamlanabilir bir projedir. Zaten bir insan kendisindeki, kendisine sorulmadan verilmiş ya da yüklenmiş özdeşliklerden kurtulmadan kendini keşfetme serüvenine çıkamaz. Bu yüklenmiş özdeşlikler genellikle babaya ait olan özelliklerdir. Babanın adı, memleketi, milliyeti, dini, ahlakı, terbiyesi verilmiştir bedenimize ve ruhumuza. Onların ağırlığı altında kendiliğimiz ezilir, direnme gücü bitince kaybolur. O yüzden kendimizi bulmak, keşfetmek için babadan kurtulmak, babayla özdeşleştiğimiz kavramları tersyüz etmek, bozmak gerekir.
Ben babamı kendime negatif rol modeli yaparak toplumsal kodlardan kurtulup, bireysel tercihlerimi seçtim. Doğduğum yere hiç aidiyet duymadım, zaten doğduğum yerin göçebesi olduğumuz için aslında kurulan aidiyetin zorlama olduğunu fark ettim. Milliyetçi değilsem babam sayesindedir, devletçi değilsem babam sayesindedir, sağcı değilsem babam sayesindedir, dindar değilsem babam sayesindedir. Dolayısıyla babamın üzerimdeki etkisi büyüktür. Kozmopolitan, toplumcu, radikal, seküler olmamda katkısı olduğunu söyleyebilirim. Hatta iktisadi rasyonaliteye karşı mesafemde bile babamla ilişkimin koordinatları belirleyici olmuştur. Entelektüel ve estetik konulara ilgim biraz tüccar bir babaya tepkinin sonucudur.
Ergenlikten erginliğe
Kendimi keşfetme ya da daha doğrusu icat etme girişiminin ilk adımı babayla özdeşliklerimi reddetmek, daha sonra tersyüz etmek oldu. Ama daha sonra felsefi okumalarımla anladım ki bu beni tepkisel bir kişilik olmaktan başka biri yapmayacak. Nietzsche’nin dediği gibi, tepkisel kişilikler kölelerdir. Öncelikle babalarının kölesi olmaktan kurtulamazlar ve bu yüzden hayata hınçla bakarlar. Alttan alta sürekli babaya karşı bir kendini ispat etme çabasıyla ruhunu yorar insanlar. Ömür boyu Ödipus kompleksiyle kendini bir rekabet içinde ve yetersiz hisseder. Bu cendereden kurtulmak için babayı merkezden alıp, kendiyle uğraşmak, ilgilenmek gerekir. Herkesin aydınlanması ilk önce babanın gölgesinden çıkmasını gerektirir. Böylece ergin olmama durumundan kurtulur insan. Kant’ın sözleriyle, “Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır”. Nitekim insan babanın kılavuzluğuna artık başvurmadan ve kendi aklını kullanarak yoluna devam etme cesareti gösterirse ergin ve birey olur.
Ergen, tepkiseldir ve o yüzden babayı yerer; ergin ise eleştireldir ve o yüzden babayı sorgular. Babayı sorgularken kendi doğrularını, beğenilerini, hakikatini icat eder. Zira her kendilik bir başkasının değillemesidir. İnsan, kendini başkalarından değilleyerek farklılaştırır ve toplumda temayüz eder. Böylece toplum da arızalarını onararak ve sürekli kendini yenileyerek üretir. Bireylerden oluşan bir toplumda değişim bir yozlaşma değil, doğal bir akıştır. Babadan başka olarak birey olunur, baba ölünce kişi kendiyle baş başa kalır, kendi olmaya zorlanır. Sanırım o yüzden bazı insanlar için babanın ölümü çok sarsıcı oluyor.
Babalar genellikle oğulları kendilerine benzesin isterler. Babalar kendilerine benzeyen ve itaat eden oğullarını severler, ama kendilerine benzemese ve asi olsa da kendi kişiliğini ortaya koyan, başarılı oğullarına hayranlık duyarlar. Çünkü babalar oğullarında kendilerini değil, başkasını görmek isterler.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süreyya Su Arşivi