Tuğçe Küçük

Tuğçe Küçük

NAZIM HİKMET VATAN HAİNLİĞİNE DEVAM EDİYOR HÂLÂ!

17 Haziran 1951 sabahı Tarabya’dan bir motorla ülkesinden son kez ayrıldı Nazım Hikmet. 15 Ocak 1992’den beri de Tarabya sahilden rengarenk kâğıt gemi ve karanfiller denize bırakılarak doğum günü kutlanmakta büyük şairin… Ama haziranlar, bizler için buruk geçer! Hasan Hüseyin Korkmazgil, ‘Haziran’da Ölmek Zor’ der… 3 Haziran 1963’te hayata veda eden, bu toprakların ‘Rüzgâra Karşı Yürüyen Adam’ını 58’inci ölüm yıldönümünde sevgiyle anıyoruz!..

kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir

                                               ben ayrılıkların

kimi insan ezbere sayar yıldızların adını

                                               ben hasretlerin

Ömrü kah vatanından ayrı sürgünlerde, kah güneşten, gökyüzünden ağaçlardan, sevdiklerinden ayrı parmaklıkların ardına hapsedilerek geçti Nazım Hikmet’in…

Vatanına olan sevgisini, özlemini şiirlerinde anlatmış dünyaya mal olmuş ama bir tek çok sevdiği vatanı onu yok saymıştı yaşadığı yıllarda…

yazılarım otuz kırk dilde basılır

            Türkiye'mde Türkçemle yasak

O, ‘yüzünü bile görmediği insanlar için’ iyiliğe, güzelliğe, barışa adamıştı ömrünü. Zulme, baskıya, sürgünlere, hapsedilmelere rağmen sömürü düzenine karşı durduğu, kendi deyimi ile de rüzgâra karşı yürüdüğü mücadelesinden ömrü boyunca vazgeçmeyerek.

Nazım Hikmet’in ölümünden tam 58 yıl sonra bu mücadele hâlâ sürüyor… Şiirlerinin yankısından korkanlara inat, aynı gür sesle;

Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala…

Umudu var büyük insanlığın

61 yıllık ömrünün 18 yılı hapishanelerde 12 yılı sürgünlerde geçen Nazım Hikmet şartlar ne olursa olsun düşüncesinden, kavgasından hiç vazgeçmedi. O sanatını devrime, aydınlanmaya yakılan bir meşale gibi yönlendirmiş hiçbir koşulda haksızlığa, baskıya boyun eğmemiştir. Ömrünü emekçilere adanmış bir mücadele içinde yaşayan Nazım Hikmet içinden çıkılamayacak gibi görünen karanlık günlerde de umudun bitmeye yüz tuttuğu anlarda da ‘yaşamakta ayak direyeceksin’ demiştir, çünkü ‘boynunun borcudur fakat, düşmana inat bir gün fazla yaşamak’.

O, insana olan sevgisini, umudunu mücadelesinin içine katık etmiş her karanlığın içinden bir ışık zerresi yakalamayı bilerek çıkmıştır ta ki 3 Haziran 1963’e kadar…

Milliyetçilikten sosyalizme

Anti-emperyalist, romantik komünist şair Nazım Hikmet 15 Ocak 1902’de Selanik’te dünyaya açtı gözlerini. İlk şiirini 11 yaşındayken yazmış ve daha o yaşlardayken yazdığı şiirlerle dikkat çekmeye başlamıştır. İlk gençliğinde yazdığı şiirleri vatanseverlik ve kahramanlık temalarıyla bezelidir. O, komünizmle tanışmadan önce de yaşadığı dönemin sorunlarıyla ilgilenmiş bunları şiirlerine konu etmiştir. Kimliğinin her döneminde değişmeyen şey, şiiri, edebiyatı halkı aydınlatmak için bir fener olarak kullanmasıdır. Öyle ki Milli Mücadele’ye katılmak için Vâlâ Nurettin’le birlikte Anadolu’ya gitti, fakat cepheye gidememişler ve Bolu’da öğretmenlik yapmaya başlamışlardır.

İşte Nâzım Hikmet’in hayatının dönüm noktası da bu dönemde İnebolu’da spartakistleri tanımasıyla olmuştur. Va-Nü nün Nâzım Hikmet ile anılarını yazdığı ‘Bu Dünyadan Nâzım Geçti’ kitabında anlattığı üzere spartakistler, onların daha önce hiç duymadıkları isimlerden, Marx’tan, Engels’ten, daha önce hiç duymadıkları kavramlardan, sosyalizmden, komünizmden söz açıyorlardı. Nâzım Hikmet’in hayat boyu kavgasını sürdüreceği ideoloji ile ilk selâmlaşması işte böyle gerçekleşmişti.

Vâlâ Nurettin, “İnançlarımızda büyük bir deprem oluyordu. İki kutup arasında bocalamaktaydık. Spartakislerin aşıladığı sosyalist fikirler ve o güne kadar kişiliğimizi yoğurmuş bulunan milliyetçi fikirler arasında,” ifadeleriyle anlatıyordu sosyalizmle tanışmalarını.*

Yeni dünya görüşü- yeni şiir anlayışı

1921 yılında Nâzım Hikmet ve Vâlâ Nurettin, Moskova’ya gitmişlerdi. Bu yolculuk Nâzım’ın ülkeden ilk ayrılışıdır. Orada Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesinde Siyasal Bilimler ve İktisat okumuştur. Moskova’daki devrime şahit olan şairin burada geçirdiği zaman, kendisini tanıması için de fırsattı. Artık serbest ölçülü şiirler yazmaya başlamış Marinetti’nin başlattığı fütürizm akımından etkilenmişti. Bu dönem yazdığı şiirler Aydınlık ve Yeni Hayat dergilerinde yayınlanıyordu. 1924 yılında üniversiteyi bitirip Türkiye’ye geri dönerek Aydınlık dergisinde çalışmaya başladı. Burada yazdığı bazı şiirler ve yazılardan dolayı 15 yıl hapis cezası almıştır. Bunun üzerine yeniden Sovyetler Birliği’ne dönmüş 1928’de gizlice sınırı geçmek isterken yakalanmış ve yazılarında suç unsuru bulunamadığından kısa sürede serbest bırakılmıştı.

Vatanına hasret vatan haini (!)

Şiirlerini seslendirdiği plklar, lokantalar-kahvehaneler gibi halka açık yerlerde çalınıyordu. Ancak bunlar, öngörülebileceği üzere bir süre sonra yasaklandı. Aynı dönemde Nâzım Hikmet’in şiirleriyle halkı suça teşvik ettiği iddiası yeni bir mahkemeye sebep olmuştu bile. Ancak suçsuz bulunmuştu bu kez. 1931 yılında oyunları İstanbul şehir tiyatrolarında gösterilirken 1932’de adının geçtiği bir bildiri sebebiyle tutuklanmış ve 1933’te de idamı istenmişti… Bu davadan bir buçuk yıl hapiste kalarak çıkmışsa da ne Nâzım Hikmet düşüncelerini dile getirmekten vazgeçiyordu ne de yazdıklarıyla yargılandığı davalar bitiyordu.

1938’de orduyu isyana teşvik ettiği gerekçesiyle 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. Harp okulundaki gençler Nâzım Hikmet’i okuyor ona ulaşmaya çalışıyorlardı ama Nâzım, başının belaya gireceğini bildiğinden onlarla iletişim kurmaktan imtina ediyordu. Öyle bile olsa ne fark eder ki! Ne Naâım Hikmet’i ne de iletişim kurmadıklarını söyleyen öğrencileri dinleyen olmadı.  12 yıl 7 ay hapis kaldıktan sonra Türkiye’nin ilk açlık grevini başlattı. Aynı zamanda Nâzım Hikmet’in özgürlüğü için bütün dünyadan sesler yükselmeye başlamıştı. Böylece o, 12 yıllık esaretin sonunda yeniden güneşe çıktı.

Ancak bu gerçek bir özgürlük değildi Nazım artık parmaklıkların ardına kilitli değildi belki ama daima izleniyordu. İlk gençlik yıllarında Bahriye’de geçirdiği zatülcenp hastalığı sebebiyle sağlığının askerlik yapmaya elverişli olmadığı kanıtlanmış olsa da sağlam raporu verilerek 1951’de yeniden askere çağrıldı. Nazım Hikmet bu askerliğin onun yaşamının sonu olacağını biliyordu ve 17 Haziran 1951 yılında Türkiye’den son kez ayrıldı. Bir ay sonra da Bakanlar Kurulu kararıyla vatandaşlıktan çıkarıldı. (2009 yılında yeniden vatandaşlığa alındı [!]) Türkiye vatandaşlığından çıkarılmasının ardından, büyük dedesi Mustafa Celaleddin Paşa’nın (Konstantin Borzecki) memleketi olan Polonya’nın vatandaşlığına geçti. Sürgündeyken birçok uluslararası kongreye katılmış eserleri farklı dillere çevrilmiş ve pek çok kitabı yayımlanmıştı.

1962’nin Şubat’ında Asya ve Afrika Yazarlar Birliği Kongresi'ne katılmak üzere Mısır'a gitmişti. Türkiye Cumhuriyeti pasaportuna sahip olmadığı için Türk delegesi sayılamayacağı söylenmişti Nazım Hikmet’e. O da memleketine olan sevgisini, hasretin, bağlılığını anlattığı bir konuşma yaptı orada. Bu konuşma, başta Türk delegesi olarak kabul edilmeyen Nâzım Hikmet’i ayakta alkışlarla kongrenin başkanı yapmıştı.

“Bir çınar olsun, taş maş da istemez!..”

Ömrünü davasına adamış olan Nâzım Hikmet, ‘Anadolu’da bir köy mezarına gömün beni’ demişti: 

‘ve de uyarına gelirse,

tepemde bir de çınar olursa

taş maş da istemez hani...’

3 Haziran 1963’te hayata gözlerini yumduğu Moskova’da Novodeviçiy Mezarlığı’na gömüldü. Mezar taşında iste rüzgâra karşı yürüyen adam silueti bulunmakta…

1938’den 1968’e kadar eserleri Türkiye’de yasak olan Nazım Hikmet ölümünden sonra dünyanın farklı yerlerinde anılmaya devam etti. Ülkesinde uzun bir süre hariç…

18 yıl hapiste, 12 yıl sürgünde yaşamış, sayısız davayla yargılanmış, vatan hainliği ile yaftalanmış, idamı istenmiş, eserleri yasaklanmış, en nihayetinde vatandaşlıktan çıkarılmış olan Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala…

Her haziran ve daima saygıyla…

*Vala Nurettin, Bu Dünyadan Nazım Geçti, Milliyet Yayınları, 1999

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tuğçe Küçük Arşivi