Süreyya Su
EVLİLİKTEN AÇIK İLİŞKİYE
Hovardalık, aşkın yalnızca bedensel bir arzu olarak yaşanmasıdır ve bu durum aşkı asil bir duygu olmaktan çıkartır. Hovardalık daha sonra anlatılacak bir hikaye ya da hatırlanacak bir anı olmayacak şekilde yaşanan geçici bir ilişki, macera tutkusuyla heves kuşunun daldan dala uçmasıdır. Hovardalık aşk ilişkisinde insana deneyim kazandırır ama duyguları aşındırır. Kısa zamanda aşık olabilme yetisini yitirirsiniz. Aşk bir yalan ve bir oyun haline gelir. Hovardalık baştan çıkarma sanatıdır. Çok iyi bir gönül çelen olabilirsiniz ama tutkulu bir aşık olamazsınız. Oyun olarak başlayan bir ilişkinin gerçeğe dönüşme ihtimali ortaya çıkarsa kaçarsınız. Hovardalık aşktan değil, arzudan gelir. Hovardalık aşkta sürekli yeniyi arayıştır. Hovardalıkta alınan haz sürekli yeni başlayan bir ilişkinin heyecanıdır. Hovardalık aşkı hep yıldırım aşkı olarak yaşamak ister. Yıldırım aşkı denen duygu da aslında aşk değil, bir başkasıyla karşılaşmada arzu akışlarının bedenlerde bir yeğinlik oluşturmasıdır.
Asıl olarak kişiler değil, ilişkiler namuslu olabilir. Aşk ve cinsellik bir sözleşmeye dayalı olarak yaşanıyorsa namusludur. Bir sözleşme asıl olarak sözle olur, yazıyla değil. Yazı sözün kaydıdır. Ve sözleşme bir ilişkinin rızaya dayandığını ilan eder. Zorla olan ilişki biçimleri namussuzdur. Bazı ilişkilerde rıza varmış gibi olması bizi yanıltabilir. Zorla olan evlilikler, aslında bir çıkar ilişkisi olan aşk ilişkileri, para karşılığı cinsel ilişkiler vs… Fakat her namuslu ilişki ahlaki değildir. Ahlaki bir ilişki sömürü, şiddet ve tahakküm içermez; ama evlilik gibi namuslu bir ilişki bunları içerebilir.
Evliliğin icadı
Evlilik kurumu bir yandan cinselliği denetlemek, diğer yandan istismarı engellemek ve sözleşmeyle tarafların haklarını güvenceye almak için icat edilmiştir. Kamusal ve özel, yazılı ve sözlü ayrımı olmaksızın, aralarında sözleşme ya da söz yapan bir çift ilişkisini nomos’a (yasa) dayandırarak namuslu olur. Yani namuslu olmak yasal olmak demektir. Yasayı yapan, kurucu iktidarın sahibi erkek olduğu için namus, erkek egemen hiyerarşik bir düzende tanımlanan kadınlar için uysal olmak anlamına gelir. Eski dünyada namus erkeğin yasasına itaate ve gönüllü kulluğa rıza üreten bir ideolojik aygıttır. Bu bağlamda namus erkeğin mülkiyet hakkıdır.
Dolayısıyla evlilik, kadını erkeğin mülkü haline getiren bir kurumdur. Böylece evlilik erkeğin efendi statüsünü kazanmasına, toplumda kendisi için bir egemenlik alanı tahsis etmesine ve öldükten sonra adını, babanın adını, yani törenin kaynağı yasayı miras bırakacağı zürriyetini devam ettirmesine imkan veren bir kurumdur.
Aşkta köle-efendi diyalektiği
Eski dünyanın nomos’una göre namuslu bir çift, erkeğin efendi ve kadının köle olduğu bir ailedir. Nitekim aile içinde kadın erkeğe hep bey ve efendi diye hitap ederdi. Dinsel veya geleneksel bir toplumda kadının haklarının verilmesi kölelerin haklarının verilmesi ile paralel bir süreç izlemiştir.
Her zaman kadın ve erkek arasındaki ilişkiler toplumsal düzeni tesis eder. Eskiden kadınlar evlenince erkeklerin kölesi olurdu; erkekler de sahiplerin kölesiydi. Sahipler kralların, krallar da Tanrının kölesiydi. Kölelik siyasal ve toplumsal yapının taşlarını bir arada tutan harçtı. Bu bağlamda kölelik eski dünyada genel olarak insanların tabiiyet biçimidir. Yoksa kölelik deyince herkesin eziyet gördüğü sanılmasın. Sırtında kırbaç sesi patlayan köle imgesi istisnaidir. Kölelik insanların ergin olmama hali olup özgür iradelerine göre hareket edememeleridir.
Yeni dünyada tahakküm değil, iktidar ilişkisi geçerlidir. Bu bağlamda tabiiyetin yerini yurttaşlık, hiyerarşinin yerini eşitlik almıştır. Erkek ve kadın bu yeni dünyanın nomos’una göre eşittir. Eşitlik iki biçimde gerçekleşebilir. Ya herkes karşılıklı olarak birbirinin kölesi olur ya da efendisi olur. Aşkın modern biçimi karşılıklı köleliktir. Aile buna göre sadakat ilkesine dayalı bir sözleşmeyle kurulmaktadır. Genel olarak sadakat ilkesine dayalı olan bütün ilişkiler karşılıklı köleliktir. Bu yüzden aşk bireyler için korkutucudur. Aşk, özerkliğin birdenbire yitirilişi ve bağımlılığa giriştir. Birey için aşk, egonun (ben) hapishanesidir.
Aşkın postmodern biçimi ise karşılıklı efendiliktir. Bireyler özerklikten feragat etmeden ve birbirlerine bağımlı olmadan bağlı olabilirler. Modern bireylere daha çok farklı olanlar çekici gelir; ama kendisinden farklı olanlar değil, herkesten farklı olanlar. Birey için kendisi için ve kendisi olmak çok önemlidir çünkü. Bu bakımdan kendisi için yaşayan bir birey aşkı birisine adanma olarak yaşamaz ama bağlılık olarak yaşar.
Bireyler arasında karşılıklı efendi ilişkisi olarak yaşanan aşkta sadakat değil, dürüstlük önemlidir. Böyle bir aşkta kıskançlık krizleri elbette vardır; ama kıskançlık şiddet üretmez, bilakis arzu üretir. Nitekim en güçlü bir arzu her zaman başkasının arzusunun arzulanmasıdır. İnsan sahip olduğu şeye değil, kendisinden çalınabilecek şeye sürekli özen gösterir. Birbirlerinin efendisi olan bir çift özgür bireylerden oluşur. Beden ve cinsellik özgürlüğün alanıdır.
Açık ilişki
Bireyler bir aşk ilişkisi içinde olsalar da başkalarına erotik arzu duyabilirler. “Kendileri için” olan bireylere göre aşk birisiyle beraber yürünen yoldur. Aşık olunca bireyler kendilerini Leibniz’in monadları gibi her yeri kapalı, dışarıyla hiç iletişimi olmayan, yuva denen bir mekana kapatmazlar. Sartre ve Beauvoir çifti gibi gönülden birbirine bağlı olsalar da özgürlük yollarında erotik maceralar yaşamaktan kaçınmazlar.
Simone de Beauvoir Sartre ile ilişkisini bir “bağımlılık ilişkisi” değil, bir “bağlılık ilişkisi” olarak tanımlar. Zira aşık olduğu adam, özgürlüğünden asla taviz vermek istemeyen, hayatında her an karşısına çıkabilecek yeni olanaklara açık olarak bekleyen, başka kadınlarla aşk ilişkilerinden vaz geçmeyen biridir.
Zeynep Direk’in belirttiği gibi, Sartre’ın bu halini Beauvoir aslında başlarda eleştirmektedir. Sonuçta bilindik hovarda erkek tavrıdır bu. Ama Sartre’ın farkı bu tavrın bir erkek ayrıcalığı olmasını sorgulaması ve kadınlar için de gerekli olduğunu savunmasıdır. Sartre Beauvaoir ile ilişkisinde evliliği reddetmiş ve ondan tekeşli olmasını beklememiştir. Hatta kendisinden başka kimseyi arzulamayan genç kadına açık ilişkiyi baştan şart koşar. Sevgili olmaya karar verdiklerinde Sartre bir anlaşma önerir: Aralarındaki aşka bağlı kalacaklardır ama öte yandan “tesadüfi aşklar” yaşamayı birbirlerine yasaklamayacaklardır. Sartre “Bir ev kadını olmamaya dikkat ediniz”, der Simon de Beauvoir’a.
Beauvoir’a göre de evlilik, ev işleri ve çocuk yetiştirmek kadının kendini gerçekleştirebileceği faaliyetler değildir. Ev kadını olmak ve çocuk yapıp yetiştirmek bağımlılığa mahkum olmaktır. Kadın erkeğe bağımlılıktan yalnızca çalışma ve üretme yoluyla kurtulabilir. Kadın kamusal yaşamda eşit olduğu zaman erkek gibi sevebilecektir. Halbuki “ikinci cinsiyet” konumunda kadın için aşk kendinden vazgeçmeye ve bağımlılık ilişkisine girmeye neden olur.
Zeynep Direk, Sartre ve Beauvoir arasında özgül bir model olarak yaşanan açık ilişkinin bir eros etiği veya aşk ahlakı sorunsalına evrildiğini söyler. Özgürlük ve eşitlik kavramları Beauvoir’ın eros etiğinin temelidir. Zeynep Direk’in belirttiği gibi, “Beauvoir’a göre eşitlerin aşkı bir bağımlılık ilişkisi değildir, özgürce bağlanma temelinde gerçekleşir.”[1] Açık bir ilişki olarak özgür aşk geleneksel rollere mahkum ve “ikinci cinsiyet” olarak kadınlık durumunun aşılması sayesinde yaşanacaktır.
[1] Zeynep Direk, “Simone de Beauvoir: Abjeksiyon ve Eros Etiği”, s. 37-61, Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları içinde, Koç Üniversitesi Yayınları