Mutlu Hesapçı
“BEN HAYATIMI TİYATRO ÜZERİNE KURDUM”
29. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali geçen hafta gerçekleşti. Davetli olduğum festivalde birbirinden güzel filmler izledim ve sinemacılarla buluştum. Bu yıl açılış gecesinde “Orhan Kemal Emek Ödülleri” verildi. Bu anlamlı ve değerli ödüle layık görülen Zihni Göktay ile Adana’da buluştuk ve sohbet ettik. Adana Altın Koza Film Festivali ekibine ve emeği geçen herkese teşekkürlerimi iletiyorum. Ve ustamız Zihni Göktay ‘iyi ki varsınız’ sanatın içinde uzun yıllar boyunca daha nice güzel buluşmalara… Tiyatro sahnesi ve sinema perdesi hayatınızdan eksik olmasın, herkese mutlu pazarlar.
Ne güzel sizinle Adana'da buluşmak. Adana Altın Koza Film Festivali Orhan Kemal Emek Ödülü aldınız, neler hissediyorsunuz? Bu ödülün anlamı nedir sizin için?
Bambaşka duygular içindeyim. Çünkü Orhan Kemal benim 14-15 yaşlarındayken ilk okuduğum yazarlarımdan biri. Ve de Eminönü Halkevi’ndeyken İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Gençlik Tiyatrosu’nda onun bir oyunu olan Eskici Dükkanı'nda küçük bir rol oynamıştım. Orhan Kemal başucu yazarımdır her zaman. Bunu ben pek dillendirmemiştim ama geldi ödül beni buldu. Bir yerde demek ki bir şey var, elektrik olmuş. En sevdiğim, Çukurova'nın yetiştirdiği en önemli yazarlardan biriydi Kemaller. Orhan Kemal, Yaşar Kemal. Zatı Kemallerin bende çok önemli bir yeri vardır Mustafa Kemal de dâhil olmak üzere. Orhan Kemal Emek Ödülü, ben de 57 senedir tiyatro emekçisi olduğum için özellikle bu ödül beni çok mutlu etti. Bir rolden dolayı film festivalinden ödül alsaydım bu kadar sevinmezdim.
“Orhan Kemal Emek Ödülü benim için çok çok değerli”
Tiyatro emekçisi olduğunuz için gerçekten anlamı başka bu ödülün bence de… Ayrıca Orhan Kemal de emekçi bir yazardı.
Emekçi bir insan olduğu için ve de en mütevazı yazar olduğu için kendime yakın hissediyorum. Babıâli'de özel bir yerde değil de Meserret Kıraathanesi’nde bir tahta masa üzerinde geri kalan şeyleri tamamlamaya çalışmıştır, orada yazmıştır. Fikret Otyam'ın kitabında okumuştum. O bakımdan benim için Orhan Kemal Emek Ödülü çok çok değerli.
“18 yaşında Adana’da turnede sahneye çıkmıştım”
Adana'da olmak sizin için ne ifade ediyor ve Adanalılarla buluşunca neler hissettiniz?
Çukurova denince Adana kebabı, pamuk, narenciye akla gelebilir ilk başta ama yetiştirdiği insanlarla önemli bir yer Çukurova. Bizi İkinci Dünya Savaşı'ndan kurtaran Beyaz Tren'deki imza Adana'da. Sonra ilk turnem 1964 yılında Ankara Meydan Sahnesi'ndeyken Adana'da olmuştu o yüzden de çok özel bir şehir benim için burası. 18 yaşında Adana’da sahneye çıkmıştım ve Adana’nın sinemanın dışında tiyatroya da ilgisi hep vardı. Ve bu ilgi giderek büyüdü.
Ve o dönemler Adana’da tiyatro yapılıyor olması da bu noktada çok önemli.
Her oyunda Adana’ya geldim. Ankara Meydan Sahnesi'ndeki tiyatro sezonunu biz Mayıs'ın ilk haftasında sona erdirir ardından ilk turnemiz Adana'da başlardı. En son Doğu'ya kadar gider ve bütün şehirleri gezerdik. Turneler kapsamında oyun biletlerimiz bir kuruma yardım amaçlı satıldığı için çoğunlukla Adana eşrafından isimlerle buluşurduk, halkın kendi tiyatrosundan haberi olmazdı. İşte bu durum beni üzerdi. Gerçek Adanalı halkla buluşamıyorduk.
Peki sonraki yıllarda halkla buluşma olmadı mı?
2000 yılından sonra oldu.
“Tiyatro her zaman ekmek parasını vermiştir ama köfte parası için koşturmak zorundaydık”
Sinema, televizyon, dizi onlar aralarda evet olabilir ama siz tiyatrocu olarak hayatınızı kurdunuz. Bunu özellikle mi seçtiniz yoksa şartlar bunu mu gerektirdi?
Ben hayatımı tiyatro üzerine kurdum. Tiyatro her zaman ekmek parasını vermiştir ama köfte parası için koşturmak zorundaydık. Ben uzun yıllar kiracıydım. Son yirmi yılda ev sahibi oldum. Bunları değerlendirmek için de koşturmamız lazımdı. Mütevazı bir yaşantım olduğu halde evlilik ve iki çocuk zor geçindik. İki çocuğum da meslektaşım oldu ve benim yolumu seçtiler. Çocukların okuma çağlarındaki giderlerini temin etmek için başka alanlarda da işler yapmak zorundaydım. Ama bu arada da tiyatroda çok yoğun görev veriliyordu. Bunları da benim seçme olanağım yoktu. Ben ne verilirse oynadım. Hiç rapor almadım ben. Şimdi nezle oluyor 20 gün rapor alıyorlar. Mesleğime yabancılaşmadan yürüttüm işimi. Demek ki on sene Ankara Meydan Sahnesi, 73'ten itibaren bugüne kadar da İstanbul Şehir Tiyatroları ve hâlâ sahnedeyim. İşimi çok seviyorum. Eşimi de çok seviyordum. Onunla 46 yıllık bir hayat ortaklığımız vardı maalesef 7 ay önce onu kaybettim.
“Sevildiğini bilmek insana kendini yalnız hissettirmiyor”
Dile kolay 46 yıl, ömrü birlikte geçirmişsiniz. Şimdi kendinizi çok yalnız hissediyor olmalısınız.
Evet tam 46 yıl. Yalnız hissediyorum elbette ama karamsarlık içinde olup da kendimi kapatmadım. Aksine daha çok sosyalleşmeye başladım ki yalnızlık hissetmeyeyim. Bütün etkinliklere katılıyorum ve beni oyalıyor, daha sosyal olmaya yöneltiyor. Adana bu anlamda bana çok iyi geldi ve sevildiğini bilmek insana kendini yalnız hissettirmiyor.
“Eşim olmadan yaşamaya alışıyorum”
Mutlu bir evlilik ve çocuklarla geçen yıllar. Tiyatro ile dediğiniz gibi geçinmek çok zor bunu nasıl başardınız?
Hiç frapan bir yaşantım olmadı benim. Mütevazı yaşadım, ondan da memnunum. Magazinsel hiçbir şeyin içinde yer almadım, gece hayatım olmadı. Evliliğim boyunca zaten olmadı da ondan önce de yoktu. Şimdi kendimi televizyon izleyerek, kitap ve gazete okuyarak oyalıyorum. Zaten gazete okumazsam içim rahat etmiyor. Gözlerimde sorun var ameliyatı da yok ama büyüteçle okuyorum, alışkanlıklarımdan vaz geçmiyorum. Eşim olmadan yaşamaya alışıyorum. Çocuklar ‘Gel bizimle kal’ diyorlar ama ben kalamam.
“Zaten ben meslektaşımla evlenmeyi hiç düşünmedim”
Eşinizle kaç yaşında evlendiniz, nasıl tanıştınız?
Komşumun kızıydı. 32 yaşında evlendim. Ankara Meydan Sahnesi kapandıktan sonra şehrime İstanbul'a döndüm yine. O sırada Sevinç Hanım da ben Ankara’dayken benim bulunduğum yere Fatih'e komşu gelmişler. Ben Ankara’da olduğum için o dönem komşum olduğunu bilmiyordum. Sonra tanıştık ve evlenmeye karar verdim. Zaten ben meslektaşımla evlenmeyi hiç düşünmedim çünkü bizim camiada evlilikler kısa ömürlü oluyordu. Kimseyi kınamıyorum ama öyle düşünüyorum. Sevinç Hanım SSK Bölge Sağlık Müdürlüğü muhasebesinde çalışıyordu ve bizim camiaya çok uzaktı.
“Mesleğimdeki biriyle evlenmemekle çok iyi etmişim”
Daha güvenilir bir liman aradınız diyebilir miyiz?
Evet. Ve de ben hiç yanılmadım. Mesleğimdeki biriyle evlenmemekle çok iyi etmişim.
“Aşık olduklarım oldu da tek taraflı oldu”
Aşk yaşadınız mı peki meslektaşlarınızdan biriyle?
Çok kısa süreli flörtüm oldu. Âşık olduklarım oldu da tek taraflı oldu.
En büyük aşkınız kimdi peki? Söylenebilecek biriyse sorsam…
Yok söylenmez, söylenemez yani.
“Ekmek kavgasının içindeydim”
O döneme göre geç evlenmişsiniz.
Ankara Meydan Sahnesi'ndeyken çok yoğun bir çalışma içindeydim. Tiyatroda 250-300 lira daha fazla alabilmem için tiyatronun idari işlerine de bakmaya başladım. Ekmek kavgasının içindeydim.
“Benim popüler olmama sebep mecburen yaptığım şeylerdir”
Günümüzde sizin mesleğiniz popülerlik getiren bir meslek beraberinde de para ama sizin döneminiz zormuş.
Evet. Burada benim popüler olmama sebep mecburen yaptığım şeylerdir. Hep kendimden fedakârlık ederek yaptım. Örneğin haftanın üç günü radyoda ‘Arkası Yarın, Çocuk Bahçesi ve radyo eğlence programları, skeçleri yapıyordum. Çok küçük kaşeler karşılığında bu işleri yaptım.
“Bunca yıl 57 yıl nasıl geçmiş…”
Aç kaldığınız, paranın yetmediği oldu mu?
Ankara’da oldu. Ama Şehir Tiyatroları’dayken olmadı. Çünkü ben ayağımı yorganına göre uzatan bir sanatçıydım. Sonra ayağımı kredi kartına göre uzatmaya başladım. Yorganlar bitti, kalktı. Hesabımı her zaman bilirim. Bir de tutumluydum ama cimri değildim. O sıralarda anne ve babama da yardım ettim. Bunun için de çok koşturmak zorundaydım. Radyodan çıkardım oyuna, oyun bittikten sonra gece bir çekim varsa çekime giderdim ve hep kendimden fedakârlık ettim. Bunca yıl 57 yıl nasıl geçmiş…Amatörlüğümü saymıyorum; 64 yılından bugüne olan süre 57-58 yıl.
“Ev sahibi olduk, en sevdiğim semtte evim var”
En azından sizi bir ev sahibi yaptı mı meslek?
Eh şöyle diyeceğim bir binek otomobili, üç dört araba değiştirdik. Rahmetli eşim Sevinç'in içi rahat etsin diye kullanılmış araba almadık ve o araba kullanmayı çok severdi. Başka bir şey yapamadık. O zaman öyleydi ama sonra ev sahibi olduk. En sevdiğim semtte evim var.
“Benim babam çok tiyatro sever birisiydi”
Neden oyuncu olmak istediniz?
Benim babam çok tiyatro sever birisiydi. Kendisi zanaatkârdı, terziydi. Ama gençliğinde amatör tiyatro yapmış tiyatro âşığı birisiydi. Beni hiç maça götürmedi. Beni hep şehir tiyatrosunun çocuk oyunlarına götürürdü. Sonra ilkokul müsamereleri derken ortaokul ve lisede tiyatro devam etti.
“Tiyatrocu olmanın meslek olduğunu kanıtlamaya çalıştım”
Tiyatrocu meslekten sayılıyor muydu o dönem?
Hayır. ‘Konu komşu ne der, hacı dedem ne der’ diyerek geçti yıllar ve hep kendi ayaklarım üzerinde durarak bunu meslek olduğunu kanıtlamaya çalıştım.
“Beni meşhur eden 84-85 yıllarında başlayan Lüküs Hayat oldu”
Ünlü olduğunuzu ilk ne zaman anladınız?
Şehir Tiyatrosu’nda çok önemli başrollerde oyandım ama sokakta, tiyatro seyircisi olarak 300 kişiye 500 kişiye hitap ediyorsun. İlk filmim Tosun Paşa'da daha çok seyredenler oldu. Sonra Atla Gel Şaban'da 80'li yıllarda biraz daha tanındım. Yıllardır oynamama rağmen ama televizyonda bir işim olmadığı için geç tanındım. Tabii beni meşhur eden 84-85 yıllarında başlayan Lüküs Hayat oldu. Çünkü Lüküs Hayat'ı çok kişi seyretti.
“Dünya üzerinde 28 yıl aynı rolü oynayan aktör olarak rekorlar kitabına girebilirdim”
Müzikal hem Türk tiyatro tarihine geçti hem de sizin kişisel tarihinizdeki zirve proje diyebilir miyiz?
Evet elbette. Dünya üzerinde 28 yıl aynı rolü oynayan bir aktör olarak Guinness Rekorlar Kitabı'na Orhan Kural ışıklar içinde yatsın, o aday gösterdi. Fakat bizim şehir tiyatrosundaki, o yıllardaki idare bütün bu doneleri toplayıp da Orhan Kural'a teslim edemedi. E ben de bu işlerin peşinde dolaşan insan değilim. Öyle şeyi de sevmiyorum. Kendisi uğraştı, didindi falan ama başvuru olamadı.
“Benim doğaçlamalarımdan hep Haldun Ağabey rahatsız oldu”
Şunu da atlamadan sorayım Haldun Dormen belgeselinde ‘Lüküs Hayat’ ile ilgili sizin bir bölüm ve ikinizin yaşadığı tatlı bir sürtüşme var.
Benim doğaçlamalarımdan hep Haldun Ağabey rahatsız oldu. Fakat o doğaçlamalar olmasaydı, o renkli eklemelerim olmasaydı bu oyun da 28 sene sürmezdi. Fazla tevazu aptallıktır. Ben megoloman ve narsist biri değilim. Bunu her zaman dillendiriyorum. Ben bu oyunu, tabiri maruz görün; kısık ateşte, altını yakmadan 28 sene oynadım. Ve bütün sosyal çarpıklıkları da oyuna koydum. Yer yer politik taşlamalar da vardı fakat ben hiçbir zaman da yasaklamalarla karşılaşmadım. Kimse benim kulağımı bükmedi. Ben de fincancı katırlarını ürkütmedim. Zülfüyâre dokunmadan bazı eklemelerde bulundum. Sonra Haldun Ağabey ‘Oyun 1932 yılındaki yazılmış şekliyle oynansın’ dedi. Fakat köprünün altından çok sular geçti. Rejimler değişti, iklimler değişti. Olmaz. 1933, 34, 35, 36 yıllarında 4 yıl afişte kalmış bir oyun...
“Ben Kapıkule’den bir adım dışarı çıkmamışım”
Güncellemek gerekir diye mi düşündünüz?
Kendisi Yale Üniversitesi’nde tiyatro okumuş. Ben Kapıkule'den bir adım dışarı çıkmamışım. Sonraki yıllarda tiyatro turneleri Almanya, Kıbrıs falan oldu ama o seneler ben sadece Batı tiyatrosunu broşürlerden görmüşüm.
“Ağırıma gitti”
Peki sizi ne zaman özgür bıraktı?
“Ben bununla uğraşamam artık” dedi. Yine karşılaşıyoruz, selamlaşıyoruz, görüşüyoruz. Aramız bozuk değil ama yine benim kulağımı çekiyor uzaktan. Parmak sallıyor. “Haldun Ağabey yer yerinden oynuyor” dedim. Açıkhava tiyatrosunda öyle bir şey söyledi ki; “Bu akşam siz dedi iki tane ‘Lüküs Hayat’ seyretmiş oluyorsunuz. Bir tanesi benim koyduğum Lüküs Hayat bir tanesi Zihni Göktay'ın eklemeleriyle olan Lüküs Hayat” dedi. Benim de biraz canım sıkıldı. Ağırıma gitti.
“Ama o hiç harf değiştirmeden aynı teksti oynayıp üç tiyatro batırdı”
Üzüldünüz mü?
Üzüldüm tabii Açıkhava Tiyatrosu’nda 1500 kişi var karşınızda. Nefsi müdafaya girer ben de bir şey söylemem. Ben dedim ki; “Sevgili yönetmenim Haldun Dormen böyle böyle söylüyor; haklı olduğu yerler de var. Ama o hiç harf değiştirmeden aynı teksti oynayıp üç tiyatro batırdı” dedim.
Hangi yıllarda oldu bu?
Cemil Topuzlu’da 2010 yılı olmalı.
“Hayatımda ‘Lüküs Hayat’ bir dönüm noktasıdır”
Peki bu çıkışı yaptı ama bir taraftan da takdir etti ki bunca yıl sürdü oyun.
Kendi aramızda her zaman söyledi ve takdir etti. Benim de hayatımda ‘Lüküs Hayat’ bir dönüm noktasıdır.
Dizilerde dönüm noktanız hangisi?
Kuruntu Ailesi. Gazanfer Ağabey ile birlikte, Gönül Abla falan, Adile Naşit birlikte yaptığımız Kuruntu Ailesi'ndeki Arnavut Bayram Efendi'yi çok sevdim. Severek oynadım. 105 bölüm oynadık. Ondan sonra uzun diziler oldu Bizimkiler, Oğlum Adam Olacak, Yazlıkçılar…
Çok iyi projelerdi.
İlk meşhur olduğum dizi de Seden Kızıltunç ile birlikte Zaman Mekan Makinası.
‘Ulan İstanbul’ dizisi Servet karakteri…
‘Ulan İstanbul’ dizisindeki rolünüz benim için çok özel hatta herkes için diyebilirim. Hani pencereden sadece konuşup hayata dair anlatımlar yaptığınız...
Servet Efendi, Servet Ağabey, Servet Amca diyeyim herkes çok sevdi bende.
Size de yakındı sanırım o rol. Sanki sizsiniz o.
Uğraş Güneş o zamanlar haftada bir yetiştirmeye çalışıyor ve diziyi yazıyor. 4 - 5 sayfalık bir şey. Benim münferit bir sahnem vardı pencereden. Bazı kısımları ben doğaçlama yaptım. Hoşuma giden şeyleri Uğraş ile konuştuk. Ağabey sen bir şey oraya uydurursun diyorlardı. O nokta nokta bıraktığı yerleri ben dolduruyordum. Ama tabi televizyonda olduğu için hiçbir şekilde kimseyi incitmeyen ama sosyal göndermeleri olan konuşmalardı.
“O karakter duygularımı yansıtıyordu”
Sizin o pencereden verdiğiniz hayata dair dersler, anekdotlar hepimize çok iyi geldi. Birinin bize bir şey söylemesine ihtiyacımız vardı. Şimdi orada Servet karakteri olabilir ama bir taraftan da evet Zihni Bey söylüyor diyoruz aslında. O kadar siz gibi bir roldü değil mi?
Seyircinin hislerine tercüman olan şeylerdi. O karakter duygularımı yansıtıyordu.
“Biz sahnede yaşayan ve gençleşen oyuncularız”
Devlet Tiyatrosu sanatçılarına getirilen bir yaş sınırı olayı var şu an hangi aşamada bilmiyorum ama 65 yaş sınırı konulmuştu. Sahneye çıkmanın yaşı olur mu?
Yaş sınırı olabilir mi, biz sahnede yaşayan ve gençleşen oyuncularız. Şimdi yeni bir oyun hazırlıyorum. Bizim devrimizde ve bulunduğum kurumda bize öyle bir yaş sınırı getirmediler.
Zorunlu emekli ediyor seni sistem bu çok kötü değil mi?
Bundan daha kötü bir şey olamaz.
“AK Parti dönemindeki belediye başkanlarından hiçbirisi benim bu yaptığım doğaçlamalara, şunlara, bunlara gelip de karışmadı”
O yüzden iyi ki Şehir Tiyatroları’ndasınız. Belediye başkanları değişiyor, yönetimler değişiyor siz her dönemde varsınız. Size hiç karışılmaması, hep özgür olarak kalabilmeniz ustalıktan kaynaklı bir durum mu? Yoksa ben bu dengeyi kurdum ve bana karışamıyorlar gibi bir durum mu?
Şimdi söylemesem de ayıp olur, nankörlük olur. AK Parti dönemindeki belediye başkanlarından hiçbirisi benim bu yaptığım doğaçlamalara, şunlara, bunlara gelip de karışmadı. Cibali Karakolu'nda da çok doğaçlamalarım vardı. Orada yalnız bir kere işgüzarlık olsun diye birisi karıştı. O da Cibali Karakolu'nda emniyet amiri dediğin nasıl olur diye tarif ederken ''Ben buranın Cibali Karakolu'nun emniyet amiriyim sen ne diyorsun ulan'' falan diye bekçiye çıkışınca; inanmıyorlar çünkü nasıl olur? Emniyet amiri dediğin uzun boylu olur, şöyle olur, böyle olur. Ağabey dediler şunu uzun boylu demesek daha iyi olmaz mı? Peki dedim ben başka türlü tarif ederim dedim. Ve Ekrem İmamoğlu kazandıktan sonra tarif ederken uzun boyluyu yine koydum.
“Seçim yaklaştıkça galiba biraz daha bir bana umut geliyor”
Hiç baskı hissetmediniz, gerçi hiç sivri de olmadınız. Ama son dönemde de çok ciddi baskılar altında olduğumuz için hala umutlu bakabiliyor musunuz? Ve hayatın her alanında yasaklarla karşılaşıyoruz.
Seçim yaklaştıkça galiba biraz daha bir bana umut geliyor. Öyle olmasını istiyorum.
Vallahi hiçbir şey yasakla halledilmez. Hep yasakladıkça daha çok merak uyandırıyor. Mesela açılışta bir heykelin üzerinde bir örtü vardır. Sonra ipi çekilir heykel çıkar ortaya törende. O açılış olmadan herkes merak eder örtünün altında ne var diye? O da buna işte eş değerde. Marifet değil. Her koyun kendi bacağından asılır. Tamam alkol sağlığa zararlıdır. Sigara sağlığa zararlıdır ama o zaman hepsini birden kökünden kapatın. Hem gözümü bağla hem yoluma çukur aç. Olmaz. Bütün alkol fabrikalarını kapatın, sigara fabrikalarını da kapatın tamamen yasaklayın. Afganistan mı olsun yani.
Bizden de öyle bir şey çıkmaz zaten. Bu ülke aydınlık ve başka temeller üzerine kurulu bir ülke.
Evet yani öyle bir şey olmaz. Fakat böyle işte ne şiş yansın ne kebap, her koyun kendi bacağından asılır. Kişilerle ilgili değil bu, toplumsal bir yaraysa dediklerim olur. Kapatırsınız olur biter. Ama herkes özgür iradesiyle yani yaşam tarzını, bir genç kız görüyoruz başı sıkmalı örtülü, türbanlı yanında da gayet açık seçik bir arkadaşı el ele tutuşmuş gidiyorlar. Ne güzel bir manzara. Kimse kimseye karışmıyor.
Bu bir renklilik.
Evet. Renklilik ve mozaik.
“Hiç öyle karamsar olmak işime gelmedi”
Siz hep umutlu ve mutlu bir insanmışsınız gibi geliyor doğru mu?
Evet. Hep öyleydim. Hiç öyle karamsar olmak işime gelmedi. Sanatıma da yansırdı çünkü. Çocuklarımı da öyle yetiştirdim. Evlilik hayatım da öyle geçti. Demokrasi evde başlıyordu.