Süreyya Su
Belarus, Lukaşenko, Z kuşağı: Sosyalizmin İkinci Yıkılışı mı?
Lukaşenko’nun kazandığı seçimler hep şaibeli oldu. Lukaşenko kendini devletle özdeşleştirdiği için, ona karşı propaganda yapmak devlete karşı gelmek olarak muamele görmüştür. Her seçim öncesi Lukaşenko’nun rakiplerini tutuklatması alışıldık bir durum. Ayrıca bütün resmî kurumlar propaganda, daha doğrusu ikna aygıtı olarak çalışır. Seçim öncesi üniversitelerde öğrencilere ve işyerlerinde çalışanlara şantaj yapılır. Lukaşenko’ya oy vermeyen okuldan ve işten atılmakla tehdit edilir.
Pek karşılığı olmayan tehditler ama yine de toplumda bir kaygı oluşturuyor. Daha vahimi okul müdürlerinin seçim sandıklarındaki oyları ve sayım sonuçlarını her zaman değiştirdikleri söyleniyor.
Sovyetler Birliği’nde Stalin döneminde başlayan sanayileşmeyle her kent bir fabrika etrafında örgütlendi. Bazıları tarım, bazıları hayvancılık, bazıları madencilik, bazıları enerji kaynakları alanında üretim yapan fabrikalar kentlerin ve toplumsal hayatın merkeziydi.
Sovyetler Birliği bir sanayi imparatorluğuydu. Batı’daki kapitalist sanayi devriminden yüz elli yıl sonra Doğu’da sosyalist sanayi devrimi olmuş, komünist ütopya bir üretim toplumu olarak gerçekleştirilmişti. Ama 20’nci yüzyılın sonuna yaklaşıldığı zaman Sovyetler Birliği anakronik bir hal almıştı; çünkü Batı’da kapitalist küreselleşme hızla dünyayı sıkıştırırken tarihin sonu algısına neden olacak bir operasyon yapıyor ve Sovyet duvarını yıkmaya çalışıyordu.
Sosyalizmin
birinci yıkılışı
Tarihsel ilerleme treni sanayi sonrası bir döneme gelince Sovyetler Birliği geride kaldı. Ya Çin gibi komünist halk ucuz işgücüne dönüştürülüp, ülke dünyanın organize sanayi bölgesi yapılacaktı ya da kapıları açıp küreselleşen dünyaya göre yeniden yapılanmaya çalışılacaktı. İkincisi tercih edildi, liberalleşme ve demokratikleşme politikaları uygulandı. Sonuçta kriz daha derinleşti ve toplumda kaos ortaya çıktı. Her şey ve her yer karıştı, Sovyetler Birliği dağıldı.
Bu karışıklıkta oligarklar ortaya çıktı. Özelleşme önce halka açılma olarak yapıldı. Fabrika ve diğer ekonomik yatırımların hisseleri çalışanlara dağıtıldı. Ortaya çıkan kaos ortamında bazı yerel haydut ve çeteler başıboş hareket etmeye başladılar. Ordu ve güvenlik kurumu da karışmıştı ve işlevini yerine getirmiyordu. Rüşvet ve yolsuzluk her yere sirayet etmişti. Bu haydut ve çeteler halktan hisseleri topladılar; kiminden votka karşılığı kiminden zor kullanarak. Böylece büyük sanayi ve diğer ekonomik yatırımları ele geçirdiler.
Öyle bir dönüşümdür ki bu, sosyalizm döneminde kamunun olan her şey, sosyalizm sonrası dönemde özelleşmiştir; ormanlar ve nehirler bile.
Sovyetler Birliği’nden ayrılan ülkeler benzer bir dağılma ve karışma süreci yaşadılar. Ülkelerin sahip olduğu yer altı ve yer üstü kaynakları, ekonomik ve sanayi yatırımları özelleşirken, toplumlarda da milliyetçilik yükseldi. Sosyalizm sonrasında dağılan ülkelerde Sovyet kozmopolitizmi yerini yükselen mikro milliyetçiliklere bıraktı.
Lukaşenko’nun sosyalist devrimi
Belarus’ta Lukaşenko 1994’te devlet başkanı olduktan sonra toparlayıcı müdahaleler yaptı. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının olumsuz etkilerini giderici müdahalelerdi bunlar. Sosyalizmin yıkılışından beş yıl sonra, Lukaşenko sosyalizme dönerek Belarus’ta düzeni sağladı. Tekrar tüm ekonomik işletmeleri devletleştirdi. Özel girişim serbest olmakla beraber, zorlaştırıcı yasalar getirdi.
Belarus’ta bir restoran açmak bile çok zordur. En ince detaya kadar kapsayan mevzuat ve sürekli denetim serbest girişimi hiç teşvik etmemektedir. Vergi sistemi de zaten zenginleşmeye izin vermeyecek şekilde düzenlenmiştir.
Lukaşenko, Belarus’ta bir orta sınıf halk cumhuriyeti kurdu. Herkesin gece ve gündüz sokaklarında güvenle gezebildiği huzurlu bir ülke oldu Belarus. Ayrıca Lukaşenko resmi dili Rusça yaparak sosyalizmin mirasının milliyetçilik tarafından silinmesini engelledi.
Belarus’ta bugün eğitim ve sağlık hizmetleri ücretsizdir; ama ilaç masrafını devlet karşılamaz. Tarım ve çiftçilik Belarus’ta gelişmiştir; ülkede lahana zenginleri esprisi yapılmaktadır. Ülke süt ürünlerinde de iyi durumdadır. Rusya’dan Türkiye’ye kadar marketlerden alınan süt ve süt ürünlerinin ham maddesi Belarus’tan karşılanmaktadır. Belarus’ta bütün ekonomik işletmeler devletin olduğu için işsizlik yok denebilir. Yükseköğrenim çok yaygın ve devlet her mezuna iş veriyor. Ama devletin verdiği işte çalışmayı kabul etmeyen de vergi ödemek zorunda. Kadınların hakları oldukça iyi durumda. Üç yıl ücretli doğum izni var. İki yaşından sonra kreş ücretsiz, ama anneler çocuklarını iki yaşında kreşe verse bile bir yıl daha işe gitmeyebiliyorlar.
Dolayısıyla Lukaşenko Belarus’ta sosyalizmi devam ettiriyor. Ama yaşanan ekonomik sorunlar da biraz bununla ilgili. Devlet her yurttaşını istihdam ediyor, ama çalışan sayısı arttıkça devletin onları doyurması da zorlaşıyor. Bu sefer maaşlar düşüyor; çünkü yükselen enflasyona rağmen yıllarca ücretlere zam yapılmayınca insanların alım gücü azalıyor. Buna rağmen rüşvet gibi suçlar olmuyor; çünkü küçük bir hediye bile olsa rüşvetin cezası hapis ve yasalar tavizsiz uygulanıyor.
Ama hantal bir bürokrasi var, işler çok ağır yürüyor. Fabrikalar verimsiz çalışıyor. Tüm bu sorunlarla Lukaşenko tek adam olarak mücadele ediyor. Gidip fabrikaları ve diğer kurumları teftiş ediyor, yöneticileri azarlıyor. Halka ülkesindeki her şeyle ilgilenen bir lider imajı veriyor. Öyle zaten ama en büyük sorun da bu. Halk artık babanın gölgesinden kurtulmak istiyor.
Matruşkaya
benzeyen sandık
Lukaşenko ise halkı sürekli “Ben gidersem Belarus, Sovyetler Birliği’nden koptuktan hemen sonraki kötü günlere döner, kaos olur, kriz derinleşir” diye tehdit ediyor. Haklılık payı yok mu? Bence var, ama halka sürekli “Ben gidersem, bugünü ararsınız” diye tevekkül telkin ederek iktidarı sürdüremez.
Lukaşenko’nun kazandığı seçimler hep şaibeli oldu. Lukaşenko kendini devletle özdeşleştirdiği için, ona karşı propaganda yapmak devlete karşı gelmek olarak muamele görmüştür. Her seçim öncesi Lukaşenko’nun rakiplerini tutuklatması alışıldık bir durumdur. Ayrıca bütün resmi kurumlar propaganda, daha doğrusu ikna aygıtı olarak çalışır. Seçim öncesi üniversitelerde öğrencilere ve işyerlerinde çalışanlara şantaj yapılır. Lukaşenko’ya oy vermeyen okuldan ve işten atılmakla tehdit edilir. Pek karşılığı olmayan tehditler ama yine de toplumda bir kaygı oluşturuyor. Daha vahimi okul müdürlerinin seçim sandıklarındaki oyları ve sayım sonuçlarını her zaman değiştirdikleri söyleniyor.
Protestonun nedenleri
Bu yüzden her seçim sonrası Lukaşenko protesto ediliyordu ama protestolar çok uzamadan biterdi. Bu sefer öyle değil; protestolar artarak devam ediyor ve meydanlarda benim gördüğüm, Belarus’un Y ve Z kuşağının öne çıktığı. Bunlar temel ihtiyaçlarını karşıladıkları veya asgari geçimlerini temin ettikleri sosyalist bir “refah” toplumunda yaşamak yerine arzularına ulaşmak için kendilerini bir girişim ve proje haline getirdikleri tüketim toplumunda yaşamak istiyorlar. Eleştirel ve ironik bir zihniyeti var genç kuşağın ve devletin propaganda aygıtları onlara işlemiyor. Bu sefer Lukaşenko şiddete başvuruyor ama şiddetle protestoları bastırması mümkün olmayabilir. Sosyal medyada Lukaşenko’nun şiddetinin ne kadar çirkinleştiğini, yapılan işkenceleri görüyoruz.
TV’lerden aileleri tehdit ediyor. “Çocuklarınıza sahip çıkın, meydanlara çıkmasına izin vermeyin yoksa sonuçlarına katlanırsınız” diyor. Toplumu işkenceyle, hatta öldürmekle tehdit ediyor. Göstericilere yapılan işkenceleri yayınlayarak halkı sindirmeye çalışıyor. Polislere prim bile vaat etti Lukaşenko. Ne kadar çok gösterici toplayıp tutuklarlarsa polisler prim kazanacak. En son öğrendiğime göre el artırmış, polislere ev vaat etmiş. Ama tüm bunlara rağmen halkın protestosu artıyor, ordudan bazı kişiler üniformalarını çıkarıp çöpe atıyor. TV haber sunucuları, “Artık yalan söylemek istemiyorum” diyerek istifa ediyor.
Belarus’ta TV kanalları yıllardır propaganda aygıtı olarak yayın yapıyor. “Ülkenin durumu şöyle iyi, böyle iyi; ekonomide yükseliyoruz, Lukaşenko yeni projelerle ekonomiyi krizden çıkaracak”, falan… Bize de tanıdık gelen sözler, fakat onlarda halk artık inanmıyor. Belarus’ta devlet medyayı elinde tutuyor, interneti engelleyemese de denetliyor ama halkın hareket özgürlüğünü kısıtlamıyor. Belarus halkı çok hareketli. Zaten coğrafi konumu nedeniyle bir lojistik merkezi ve genç nüfus genellikle yurtdışında çalışmayı tercih ediyor. Çünkü yurtdışında daha yüksek maaşlı işler bulabiliyorlar. Gençlerin yönü de Rusya’dan Avrupa’ya dönmüş halde. O yüzden liberal ve demokratik bir toplum istiyorlar. Rekabet ortamının, zenginleşmek için kendilerine daha iyi fırsatlar sunacağına inanıyorlar.
Şimdi pandemi nedeniyle yurtdışındaki Belarusluların bir kısmı işsiz kaldığı için ülkelerine dönmek zorunda kaldı. Lukaşenko onlara iş veriyor; ya kamuda çalışın ya da gidin toprakları ekin diyor. Ama onlar kabul etmiyorlar. Hem iş cazip gelmiyor hem de ücret. Devletin dayatmaları ve yalanlarına karşı büyüyen bir tepki var. Ayrıca çeyrek asırdır ülkeyi yöneten birinden bıktılar. O yüzden olaylar devam etmekte.
Belarus’ta bir eşik aşılmışa benziyor. Gösteriler sürdükçe değişimin olacağına inanç artıyor ve bu inançla daha çok insan meydanlara çıkıyor, işlerinden istifa ediyor. Lukaşenko’dan sonrası için konum belirliyorlar sanki.