Süreyya Su
Aşk sonsuz ve mutlak olanı arayışın trajedisidir
Aşkın iki temel öğesi var: romantik tutku ve erotik arzu. Geçmiş zamanların hayran olunan ve yüceltilen aşklarında romantik tutku öndeydi; erotik arzu aşkın mahrem, dolayısıyla örtülü olması gereken kısmıydı. Bugünün aşklarında erotik arzu örtülü değil; romantik tutkuyla iç içe geçirilerek sürekli gösterilen, sergilenen ve her fırsatta ifade edilen bir duygu haline gelirken, aşk ilişkisi de daha çok bir iktidar ilişkisi haline geldi.
Fantezi, gerçekleştiği zaman biter diyor Freud. Yani fantezinin sonu gerçekleşmesidir. O zaman aşk bir fantezidir. Sevgililer kavuştuğu zaman aşk biter. Aşk, sevgiliye kavuşma arzusudur. Arzu da gerçekleştiği zaman biter. Gerçeklik, fantezi ve arzunun karşıtıdır.
Cinsellik de bir ihtiyaç değil, bir arzu veya fantezidir. Çünkü cinsellik, bedendeki bir eksikten değil, ruhtaki coşkudan ve esinden doğar. Cinsellik aşk duygusunun bir ifadesidir. Bedenden doğan duygular ise ihtiyaçtır. Dokunmak ve sarılmak gibi tensel temas olmadan, bir başkasının bedensel varlığı hissedilmeden yaşanamaz.
Denizle ilişkimiz aşka benzer gerçekten. Bazen denizi, sevgilinin gözlerine bakar gibi hayranlıkla seyrederiz. Bazen denizden gelen esintinin saçlarımızı ve tenimizi okşaması huzur verir. Bazen dalgalar şehvet uyandırır; yatakta sevişir gibi yüzmek, bir bedene sarılır gibi kulaç atmak isteriz. Bazen derine dalarız; sırlarını bilmek için. Bazen de alıp başımızı açıklara doğru yüzeriz, ayağımız yerden kesilene kadar. Tek güvendiğimiz, denizin güçlü kollarıdır; bırakırız kendimizi kucağına, dans etmekten yorgun düşmüş ve sarhoş olmuş şımarık bir sevgilinin baştan çıkarıcılığıyla…
Aşkta abartı,
ilişkide riyadan…
Aşkın iki temel öğesi var: romantik tutku ve erotik arzu. Geçmiş zamanların hayran olunan ve yüceltilen aşklarında romantik tutku öndeydi; erotik arzu aşkın mahrem, dolayısıyla örtülü olması gereken kısmıydı. Bugünün aşklarında erotik arzu örtülü değil; romantik tutkuyla iç içe geçirilerek sürekli gösterilen, sergilenen ve her fırsatta ifade edilen bir duygu haline gelirken, aşk ilişkisi de daha çok bir iktidar ilişkisi haline geldi.
Sevgililer, Hadise’nin bir şarkısındaki gibi, “Neredesin aşkım? Buradayım aşkım” nakaratını sürekli birbirlerine yinelerken, romantik ilginin bugün bir denetim aygıtı haline geldiğini ve “Aşkım” diye seslenmenin aslında her an yapılan bir yoklamaya cevap vermekten ibaret olduğunu ifade ediyor. Rafet El Roman’ın bir şarkısında ihanete uğramış bir sevgili gibi “Bana Adımla Seslendi” diye acıyla sitem etmesi, ilişkilerin nasıl kırılgan hale geldiğini gösteriyor. Sevgililer birbirlerine hep “aşkım” diye hitap ederken aslında gevşek ve her an kopabilir halde olan sadakate güvensizliklerini ifade ediyorlar. Aşkta abartı ve alınganlık, ilişkide riya ve şüphe üretmekte.
Aşk bir simyacıdır
“Katı olan her şey buharlaşıp havaya karışıyor, kutsal olan her şey dünyevileşiyor ve sonunda insanlar kendi hayatlarının gerçek koşullarıyla ve diğer insanlarla ilişkileriyle yüzleşmeye zorlanıyorlar.”
Komünist Manifesto’nun yazarlarının bu sözleri, geleneksel toplumsal kurumlar içinde yer alan evlilik ve aileyle de ilgili. Evet, kutsal aile bugün çözünüp dağılıyor ve bu, akışkan modernliğin ve tüketimci kapitalizmin doğasına aykırı olan katı doğası nedeniyledir. Çağdaş toplumda her şeyi eriten ısınmaya rağmen sağlam aşklar ve dayanıklı ilişkiler isteniyorsa, şehvet kadar şefkate de, ten kadar tine de önem vermek gerekiyor. Her aşk ölümlüdür. Kabul etmek istenmeyen acı gerçektir bu. Tek eşle ömür boyu bir gönül ilişkisini sürdürmek için aşktan başka duygulara ihtiyaç vardır.
Aşk bir simyacıdır. Herhangi bir bedeni, tapılacak bir puta, seyredilecek bir sanat yapıtına, arzu duyulan bir güzelliğe dönüştürür. Hiçbir ifadesi olmayan, katı ve soğuk bir beden, aşkla bakınca, kalbimize seslenen ve kanımızı ısıtan duyguların kaynağı olur.
Ama pek az kimse bugün bedenin manevi anlamıyla ilgileniyor. Aşk olmayınca meşk oluyor. Herkes kendi bedeninin yontucusu; ekran ikonlarının ideal ölçülerine özeniyor, bedenlerine herkesin arzu nesnesine göre şekil vermeye çalışıyor, temrinler, sahne provaları yapıyor.
Aşkın trajedisi
“Aşk özü itibarıyla çelişkilidir”, diyor Dionys Mascolo. Aşk insanları birbirine bağlayan en güçlü duygu, ama bu yüzden hem istenir hem uzak durulur. Çünkü aşk, tutku ve sadakat kisvesi altında mutlak tahakküm ve gönüllü köleliğe neden olur. Aşkın trajedisi budur.
Oysa aşk hiçbir zaman kural tanımamış, hep ahlaka ve yasaya karşı gelmiştir. Sevince asileşir insan; duyguların en asili, aynı zamanda en asisidir. Aşk mutlak arzuyu uyandırır; hiç tatmin olmayacak olan. Öte yanda, aşk en bencil duygudur; sevdiği tarafından sevilme arzusudur. Kendisi tarafından sevilmek istediği kişiyi arzular insan.
Herkes, belki daha doğrusu, pek çok kişi sonsuza kadar seveceği ve kendisini sonsuza kadar sevecek sevgiliyi arar. Bir dönem herkes için “o kişi”yi bulmak varoluşun gayesidir. Bu içsel yolculuk, daha sonra dünyevileşerek gönül çelme ve baştan çıkarma oyunu haline gelmiştir.
Sonsuz aşkı arayan kişiler, mutlak sevgiliyi bulduklarını sandıktan bir süre sonra hep yanıldıkları hissine kapılır. Bu, sonsuz ve mutlak olanı arayışın trajedisidir. Çünkü asla aşkta sonsuz ve mutlak yoktur; böyle bir inanç aşkı ilahileştirmenin ve aşkınlaştırmanın sonucudur. Oysa aşk dünyevi ve içkindir; dünyevi olduğu için zamansal ve içkin olduğu için yaşamsaldır.
Sadakat aşkla çelişir
Kutsal aile bugün çözünüp dağılıyor ve bu, akışkan modernliğin ve tüketimci kapitalizmin doğasına aykırı olan katı doğası nedeniyledir. Çağdaş toplumda her şeyi eriten ısınmaya rağmen sağlam aşklar ve dayanıklı ilişkiler isteniyorsa, şehvet kadar şefkate de ten kadar tine de önem vermek gerekiyor. Her aşk ölümlüdür. Kabul edilmek istenmeyen acı gerçektir bu. Tek eşle ömür boyu bir gönül ilişkisini sürdürmek için aşktan başka duygulara ihtiyaç vardır
Aşk sonsuz değildir ama süreklidir. Süreklilik yineleyerek sağlanabilir ki tek eşli ömür boyu süren ilişkilerdir bunlar. Diğer yandan süreklilik yenilenerek sağlanır ki gönül çelenlerin aşkı tazeleme tarzıdır bu da. Mutlak sevgiliyi bulmaya dair umutsuzluk, arayışı amaç haline getirmiştir. Bir gönül çelen, sev(il)me ihtiyacının tatmini için hep arayıştadır.
Sadakat, aşkın kesin bir niteliği değildir. Bilakis, aşkla çelişir. Çünkü sadakat aslında zorunluluğa dayanır. Bir sözleşmenin gereğidir sadakat. Zorunluluk ve kurumsal ilişkinin olduğu yerde aşk yaşayamaz. Ama sevgililerin hakları vardır ve bu haklar adalet ilkesiyle çelişebilir.
Genellikle aşk ile dostluğu bir araya getirmeyiz. Birisi dostumuz ise ona âşık olma ihtimalini yok sayarız. Aşk hep yabancıda aranır. Oysa dostluk aşkın bir temelidir. Aşk ve dostluğu karşı karşıya getirmek yerine, iç içe geçirmek; şehvetin yanına şefkati, sevginin yanına saygıyı katmak gerekir. Aşk hiçbir zaman tamamlanmaz ama sürdürülebilir. Sürdürmek için tamamlamamak gerekir zaten.
Her gün güneşin doğması gibi, rutin olmayan bir yinelemeyle aşkın virtüel güçlerini ortaya çıkarmalı, sonlu zamanın sonsuz dönüşünü kutlamalı.