Boray Acar
Yeni yüzyılın kültürel iktidarı…
Tayyip Erdoğan, 2017 yılında katıldığı “İstanbul Ensar Vakfı”nın 38. genel kurulundaki konuşmasında siyasi iktidar olmakla sosyal ve kültürel iktidar olmanın ayrı şeyler olduğunu, 14 yıldır iktidar olmalarına rağmen sosyal ve kültürel iktidarlarını kuramadıklarını ifade etmişti. Bu serzeniş; tüm toplum katmanlarının yaşam stillerine saygılı olma sözüyle yola çıkan ve bu güya özgürlükçü imaj ile de merkez sağdaki olası rakiplerini süpüren anlayışın, yerini tahkim ettikten sonra aslına rücu etme kıpırdanışlarının dışavurumuydu.
Konuşmasının devamında medyadan sinemaya, bilim teknolojiden hukuka kadar pek çok alanda ülkesine ve milletine yabancı zihniyetteki kişilerin, ekiplerin ve hiziplerin (tanıdığımız düşmanlar!) halen daha iş başında olmalarından yakınırken, imam hatiplere olan ilginin artması ve tüm okullarda Kuran-ı Kerim, siyer-i nebi ve Osmanlıca gibi seçmeli derslerin olmasından ötürü memnuniyetini dile getiriyor, hayal ettikleri neslin gelmekte olduğunun müjdesini veriyordu. Geçen zamanda muhayyilelerindeki “dindar ve kindar” nesli yaratmak adına ciddi yol kat ettiler. Medyadan sinemaya, bilim teknolojiden hukuka ve bunlarla sınırlı olmamak üzere nüfuz ettikleri alanları da toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmek adına araçsallaştırdılar.
Öyle ki konser ve festival yasaklarının vaka–ı adiyeden sayıldığı, yasaklı sanatçı listelerinin olduğu, LGBTİQ+ bireylerin kriminalize edildiği bir iklime sürüklendik. Bu tahammülsüzlüğün başrolünde farklı yaşam tarzlarına saygısı olmayan politik irade ve son yirmi yılda boylarını aşan bir güce ulaşan cemaatler, vakıflar, dernekler, hasılıkelam iktidarın hayalindeki “dindar ve kindar” nesli yetiştirmeye memur edilmiş çağdışı yapılar ve bunların temsilcileri var. Bu denklemde; insani, hukuki ve sosyal hakların koruyucusu olması gereken adli, mülki ve idari unsurlar da öz değerlerinden ve var olma amaçlarından uzaklaşmış hâlde bu gerici yapıların hizmetkârı, “yok etme” sürecinin yürütücüsü durumundalar.
Etkinliklerin yasaklanma ve iptal edilme gerekçeleri tam bir kara mizah; gürültü kirliliği, çöp yığınları, yurttaş şikâyetleri… Etkinliklerin sulh ve neşe içerisinde yürütülmesini sağlayacak kurumlar ortada yok(!). Niyet farklı olunca da armoni gürültüye dönüşüyor. Keşke aynı hassasiyeti seçim döneminde parti araçlarından yükselen iğrenç sesleri kesmek için de gösterselerdi. Bunlar işin bahanesi. Amaç; toplumun geleneksel eğlence kültürünü göz göre göre yok etmek, yaşam tarzlarına müdahale etmek…
Güdümlü medya ve onun konuşan kafaları da bu operasyonun iletişim ayağını yürütüyorlar. Bu yasaklamaları insan hakları temelinde açıklamaya çalışanı da var, ahlaki yozlaşma ile gerekçelendireni de. Senelerdir düzenlenen ve şikâyet konusu olmayan etkinliklerin “olmayan sakıncaları” noktasında toplumu aydınlatmakla(!) görevlendirildikleri çok açık. Geçtiğimiz hafta, niçin popüler olduğunu bir türlü anlayamadığımız Hacı Yakışıklı isimli şahıs “Devletin opera ve balesi diye bir şeyin olmasına karşı çıkarım, kültürümüzde olmayan bir şeyi devlet neden sahipleniyor?” gibi lakırdılar etti ve işi Göktürkler’e kadar da götürdü. Bunun üzerine, hafta boyunca iktidar mahfillerinde parlatılan Osmanlı sultanlarının batı müziği ve kültürü müktesebatları üstüne bir dolu şey yazıldı, çizildi. Yani kültür ve fikir insanları da konuya dahil oldular. Siyasi iktidar dahi bu kadarından rahatsız olmuş olacak ki bu vasatlığa bakanlık düzeyinde cevap verme gereği hissetti. Korkunç ama gerçek; kendilerine gazeteci diyen bu tipler, her akşam belli mecralarda durmaksızın konuşuyorlar. Olan, bu vasatlığı ve kalitesizliği izlemek zorunda bırakılan topluma oluyor. Ne bekliyordunuz; “Yeni Türkiye’nin kültürel iktidarı”nın aydını(!) da böyle oluyor.
Bu anlayış, geçtiğimiz ay müzik aletlerinin ahlak polisi tarafından toplanıp yakıldığı Taliban zihniyetini çağrıştırıyor. Zira “Türkiye’nin, Taliban inancı ile alakalı ters bir yanı yoktur…” sözlerinin üst perdeden sarf edildiğini de duymuştuk.
Hülasa; Erdoğan kültürel iktidarı ele geçirmekten veya kendi kültürel iktidarlarını kurmaktan söz ederken bunları mı kastediyordu, bilmiyoruz. Niyet okumaya çalışmanın da bir manası yok. Ancak; işin eylem tarafına bakıldığında kurmaktan ziyade bozmaya, yapmaktan ziyade yıkmaya motive, farklı yaşam tarzlarını hedef alan ve toplumu tektipleştirmeye çalışan bir anlayışla karşı karşıyayız. Ve bu geldiğimiz noktayı biraz da; “Şekerim ne istiyorsan onu yapamıyor musun? Bırak çalışsın adamlar…” gevşekliğine borçluyuz. Boğaziçi Üniversitesi örneğinde olduğu gibi bilimin ve eğitimin, Devlet Tiyatroları ataması örneğinde olduğu gibi de kültür ve sanat dünyamızın iğdiş edilmesini seyrediyoruz.
Muhalefet mi dediniz, ev içi kavgalarını tamamlasınlar hele de…