Boray Acar
Voleybol zaferinden Kürt sorununa…
Voleyboldaki başarı üstüne yapılan tartışmalara yönelik bir şeyler yazmaya hazırlanıyorken Şefik Onat’ın yazısına takıldı gözüm. Var olsun Şefik Onat haftalardır köşesinde yayınladığı “Bilgi Tapınakları: Dünyanın en güzel kütüphaneleri” yazı dizisi ile pazar günlerimizi renklendiriyor. Asırlara mütecaviz bir geleneğin kültür abidelerine dair bilmediklerimizi, “Peki, bizde neden yok?” iç çekişleriyle kıskanarak okuyoruz. Bizim gibi, tarihi gerçekleri yansıtan arşivleri devlet binalarının depolarında çürümeye bırakılmış bir ülkenin yaşayanı iseniz, daha bir özenti ve üzüntüyle bakıyorsunuz bu kültür abidelerine. Vaktiyle bizdeki arşivler de gün yüzüne çıkarılmış olsaydı, belli kuşatmaların ve koşullandırmaların esiri olmadan, hamaset sosuna bulanmamış tarihi gerçeklerin ışığı ile aydınlanmış olacak, bugünün bizi bize düşman eden saçma sapan tartışmalarına yüz vermemiş olacaktık.
Şefik Onat, serinin son yazısında 173 milyon kayıtlı ürün ve 470 farklı dilde araştırma malzemesiyle dünyanın en büyük iki kütüphanesinden birisi olan “ABD Kongre Kütüphanesi”ni anlatıyor. 45 metre yüksekliğindeki okuma odasının üst balkonlarının mermer tırabzanlarına yerleştirilmiş 16 heykel varmış. Hz. Musa’dan Aziz Pavlus’a, Kolomb’dan Heredot’a, Beethoven’den Michelangelo’ya, Shakespeare’den Newton’a, temel dalların gelişmesine hayatlarını adamış olan büyük insanların heykelleri… Bu isimlerin ortak özelliği, insanlığın ortak değerler manzumesinin altına imza atmış olmalarıdır. İnsanlık tarihi onları cinsel tercihleri, siyasi yönelimleri veya Yahudi olup olmadıkları ile değerlendirmez. Zaten bu gibi önemsiz ayrıntılar, evrenin kaderini değiştiren büyük dokunuşlar karşısında erir ve hatırlanmaz olur.
Acaba, kendini yaşadığı ülkede “yurttaş” olarak hisseden herkesin gurur duyması gereken bir sportif başarı üstünden nefret kusan kompleksli bünyeler de bir gün farkına varırlar mı dersiniz; nefret kustukları öz yaşamsal olguların, insanlığın tarihi başarıları yanındaki değersizliğinin? Köpürtülen tartışmalar, maalesef koşullanmalar ile istila edilmiş olan yığınlarda oluşmuş kolektif kompleksin dışavurumu, zihinsel maluliyetin faş edilmesi olarak geçecek kayıtlara.
Verilen tepkiler, bu kolektif nevroz hâlinin, inanç dogmatizminin cenderesinde sıkışmış dinbaz safsatalarla sınırlı kalmadığını da gösterdi. İkisi Kürt siyasi hareketinin içinde, diğeri gazeteci olan üç kadın; Sevilay Çelenk, Türkan Elçi ve Frederike Geerdink, başarıyı tebrik ettikleri için kendi mahallerinin zulmüne uğradılar, linç edildiler. Geldiğimiz noktada tüm sorunlarımızdan ve kavgalarımızdan azade ortak sevinçlerimizin olabileceği gerçeği dahi belli kesimleri çıldırtmaya yetiyor.
Bırakın siyasetin öznesi olmayı, insanlıktan nasibini almamış süfli anlayış, Türkiye’de kadınlığın yükünü Kürt sorunu olgusuyla birlikte sırtlayan insanları demonize ediyor. Eşini faili meçhul bir cinayette kaybeden Türkan Elçi’nin acılarının zekâtı dahi bu tipleri kavurmaya yeter. Getirilen eleştirilerden ve sosyal medya mesajlarından yola çıkarak söylüyorum; Amedspor’un uğradığı haksızlıklar, saldırılar ve linç girişimlerine karşı durmakla, ülkeye mal olan bir başarının kıvancının aynı potada eriyebileceğini, aynı bünyede vücut bulabileceğini idrak edemeyen kutuplarla ve barışı konuşabilmeyi dahi imkânsız kılan bir politik düzlemle açıyoruz “Yeni Türkiye Yüzyılı”nı…
Tartışmalar keşke ışık hızıyla önümüzden geçip giden sosyal medya çapaçullukları ile sınırlı olabilse. Aklı başında olan veya bizim öyle olduklarını düşündüğümüz Kürt kökenli siyaset erbaplarının bir kısmı da dâhil oldular bu eleştiri zincirine. Asıl can sıkıcı olan da bu. Zira çözümün merkezinde olması gereken, uzlaşma zemininin aklı olması gereken insanlar onlar. Etnik kökeni onlarla aynı olmayan hatırı sayılır bir kitle, tüm baskılara, sindirme politikalarına, adaletsizliklere rağmen yanlarında ve Kürt siyasi hareketine destek veriyor. Bu birliktelik; acıların ortaklaşmasını, aynı dert ile dertlenme hassasiyetlerinin oluşmasını da sağlıyor. Verilen aşırı tepkiler ile sadece devlet olgusuna, dalgalanan bayrağa, okunan marşa olan tahammülsüzlüklerini göstermiyorlar. Davalarında yanlarında olan ama bu başarılara da sevinen “dava arkadaşlarını” da incitmiş oluyorlar. Sorunun çözümünün ancak toplumsal mutabakat ile mümkün olabileceği gerçeğini ihmal ediyorlar. Bu başarının içinde kendileriyle aynı acılar geçmişine sahip bir Kürt kızının da olabileceğini -ki yoksa da olacaktır- göz ardı ediyorlar.
Neyse ki insanlık tarihi, mucizevi buluşlar ve üstün başarı hikâyeleriyle insanlığın ortak değerler manzumesi altına imza atanları yazacak; kimlik baskısının altında ezilmeyen inanç ve irade anıtlarını, “Ebrarları” hatırlayacaktır.
Ülkeyi yöneten meclisin başkan vekilinin yargı kararıyla yurt dışına çıkışının yasaklandığı topraklarda yaşıyor olsak da biz yine de enseyi karartmayalım…