Boray Acar
Toplum vicdanı…
Seçim sonuçlarından hareketle birileri, depremzedeler için yaptıkları yardımlardan pişman olduklarını dile getirdiler. Muhtemelen, beklentilerin boşa çıkması ile oluşan bir öfke patlamasıydı, olmamalıydı. Böyle bir tepki elbette eleştiriyi hak ediyor. Ancak bu yanlışın tüm muhalif unsurların genel yaklaşımı gibi yansıtılması ve toplum vicdanının da buna alet ederek tezvirat yapılması, iktidar mahfilinin algı operasyonudur ve bu yanlışı yapanlarınki kadar da yakışıksız bir davranıştır.
Kitleleri, özellikle de haksızlığa uğramış ve acıyla hemhal olmuş kitleleri hedef alan ve onları kategorize eden söylemlerin acının katmerlenmesine neden olduğu ve toplum vicdanını yaraladığı doğrudur. Örneğin; Gezi Parkı Eylemleri esnasında, çevre duyarlılığı taşıyan ve hiçbir şart altında şiddete bulaşmamış insanlar da oradaydı. Söylemlere yansımamış olsa da iktidar cenahı da bu kitlenin farkındaydı. Sonuçta itaatsizlik ediyorlar, talana karşı çıkıyorlardı. Sırf bu nedenle, yani yasal protesto haklarını kullandıkları için otorite nezdinde cezalandırılmayı, şiddete uğramayı hak ettiler(!) Yetmedi; devletin en yetkili ağızları onları çapulcu, sürtük ve çürük diyerek aşağıladı. Benzer şekilde, çiftçiye “Ananı da al git!” dendiğinde, Soma katliamının acısı içindeyken en doğal hakkını kullanan ve tepki gösteren madenci yakını yerlerde tekmelendiğinde, Şehit’e “kelle”, Berkin Elvan’a “terörist”, sanatçıya “sanatçı müsveddesi”, sıradan yurttaşa “geri zekâlı, haysiyet fukarası, sefil, zavallı, gafil, eşkıya, haysiyetsiz” dendiğinde toplum vicdanı yaralanmamış mıydı? Üç beş kendini bilmezin densizliği üstüne vicdani değerleri ortaya koyan, çok incinen(!) bu zevat, aynı hassasiyeti Berkin için, Ethem için, Oğuz Arda için gösterdi mi? Muratları siyaseti kullanarak konfor alanlarını korumaktır. Dertleri ne toplum vicdanı, ne kitlesel hassasiyetler, ne de depremdir.
Tabii bir de bu gibi bahaneler ile deprem yıkımına neden olan zafiyetler, tedbirsizlik ve rantı önceleyen yönetim anlayışı korunmaya çalışılıyor. Çadırda depremzede ile yer sofrasında iftar eden politikacı imgesi ve ruh köklerimizde olan yardımlaşma ruhu ön plana çıkarılarak asıl konuşulması gerekenler perdeleniyor, hesap vermesi gerekenlerse bilakis yüceltiliyor. Sosyal hafızanın zayıflığından yararlanılarak ve toplumun duygu dünyası istismar edilerek on binlerce insanın ölümüne sebep olan kararların, imar barışlarının, denetimsizliklerin zamanla, tedricen unutulması amaçlanıyor. Bu yüzden; çoğunluğun kanaatini yansıtmayan üç beş söylemin üstünde bu denli tepiniliyor.
Bakınız; konunun uzmanı olan akademisyenler bıkmadan usanmadan tehlikenin kapıda olduğunu söylüyor, İstanbul için uyarılarda bulunuyorlar. İBB Genel Sekreter Yardımcısı Buğra Gökçe; İstanbul’da 142 riskli alanda 207 bin riskli yapıdan söz ediyor. Yeni Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Özhaseki de Marmara Bölgesi’nde 600 bin çok riskli birim olduğundan söz ediyor. Bu sayılar; olası bir depremin yaratacağı acının büyüklüğünü öngörmemiz için yeterince fikir veriyor. Acı olan ise, bu yapıların yüzde 30’unun 99 depremi sonrasında inşa edilmiş olması… İhmalin sorumlusu da bellidir; 1994 senesinden beri yerel ölçekte, 2002 senesinden beri de ulusal ölçekte kim tarafından yönetiliyor isek, sorumlu odur. Gerçi; “âşık oldukları” bu kente kötülük ettiklerini ikrar etmişlikleri, af dilemişlikleri de vardır ya, felaket başa geldikten sonra nedamet getirmek hayat kurtarmıyor. Bilinen son esaslı kötülüklerinden birisi de, kaybettikleri yerel seçim sonrasında yeni belediye başkanlarını “topal ördek” olarak nitelendirmeleri, hizmet ettirmeyerek başarısız kılacakları mesajını aleni vermeleriydi. O başarısız olurken kadir bilmez, hain seçmen de cezalandırılacaktı(!) Nerede kaldı “Toplum Vicdanı”?
Çiçeği burnunda Bakan Bey, “Ayrıca TOKİ ve Emlak Konut tarafından yeni konutların inşa edildiğini, yüzlerce ‘müteahhit arkadaş’ın da devreye girerek bu sorunu çözeceğini” söylemiş. Türkiye’nin dört bir yanında, özellikle de -konumuz gereği- İstanbul’da faaliyet gösteren bu iştiraklerin (bilhassa Emlak Konut’un) kentsel dönüşüme yönelik bir iş yapmadığını, ayrıcalıklı imar imkanları ile üst gelir grubuna hitap eden rant projeleri ürettiğini biliyoruz. İnanmayan Emlak Konut’un da uzun zaman başkanlığını yapmış olan sabık bakana sorabilir. Her şey bir yana; hayati tedbir denen şey; inşaat yapan devlet iştiraklerinin ve müteahhitlerin önünü açarak, hayatını kolaylaştırarak alınamaz. Popülizm kaygısı gütmeyen yasal düzenlemeler ivedilikle yapılmalı, kentsel dönüşüm keyfiyetten azade kılınmalıdır. Milyonlarca insanın yaşam hakkı, popülist politikacı ile rantçı müteahhidin inisiyatifine bırakılamaz.
Gereken yapılmazsa; bu defa vicdanlarına sığınacakları bir toplum da kalmaz.