Boray Acar
TİP…
Seçim için son düzlüğe girilirken; geçtiğimiz haftalarda da dile getirdiğimiz gibi, kazanma hırsının her türlü rasyonaliteye ve gerçekliğe galebe çaldığı o çekilmez atmosferi yaşamaya başladık. Bir ay boyunca en galiz küfürlere, hakaretlere, iftiralara ve karalayıcı diskurlara tahammül edeceğiz. Türkiye’de son yıllarda siyasetin değişen ve belirginleşen yüzü topluma bunu dayattı… İşin kötüsü, bu tutum toplumda da karşılık buluyor. Neyi ne için beğendiği ve savunduğu belli olmayan, uzlaşmaya değil, karşısındakini ezmeye motive bir topluluğa dönüştürüldük. Siyasi tarihimizi gözden geçirdiğimizde, şiddete meyleden bu üslubun ekseriyetle sağ politikaların ve sağ politikacı tipolojisinin marifeti olduğunu görürüz. Karşılık görmemiştir diyemeyiz. Ancak solun çıkışlarının; müesses nizamın gücünü siyasi motivasyonuna tahvil eden, manevi hassasiyetleri ve kutsal (çoğu tartışmaya açıktır) değerleri gündelik işlerine alet eden sağın orantısız gücü karşısında verilmiş refleksif tepkilerden öteye gidemediğini söylersek de yanlış olmaz…
Meclis’te ‘68 bütçe görüşmeleri esnasında “İçişleri Bakanlığı Bütçesi” görüşülüyorken linç edilmeye kalkılan ve öldürülme tehlikesi atlatan Çetin Altan’ı; bu provokasyonun kim tarafından, nasıl ve niçin yapıldığını, silahı çeken Hamido’nun kim olduğunu ve hangi sosyolojik tabanı temsil ettiğini ve küfreden İçişleri Bakanı’nı düşünelim. Ve ardından; daha birkaç ay önce, aynı bakanlığın bütçe görüşmeleri esnasında Çetin Altan’ın fikir dünyasının bugünkü temsilcilerinin telefonlarıyla çektikleri görüntüleri hatırlayalım. Arada yarım asrı aşkın bir süre olmasına rağmen küfredenin temsil düzeyi ile linç tehlikesi yaşayanın saflarında bir fark olmadığını görürüz. Hülasa “soylusu da soysuzu da, teröristi de devleti de, vatanseveri de haini de”(!) planlandığı gibi, yerli yerindedir. Tiyatro aynı tiyatrodur. İki zaman arasındaki tek fark, bugün yaşananları izlememizi mümkün kılan teknolojidir.
İşte böyle; geçmişten bugüne Türkiye siyasetinin hâlinde bir fark olmadığı gibi, Türkiye solunun fikir âleminde de önemli bir değişiklik yoktur. Sosyal devlet olunamayışı, taraflı adalet kurumu, demokrasinin önündeki engeller, eşitsizlikler, ezilen halk kitleleri vesaire… Diğer bir deyişle, içinde bulunduğumuz durumu, evrensel medeniyet ölçeğinde ele alma ve bunu akademik, biraz da üsttenci bir dil ile ifade etme rahatlığı vardır Türkiye solunda. Maalesef toplum, bugün dâhil hiçbir dönemde bunu anlayabilecek bilgi seviyesinde olamamıştır. Bir solcunun, yaşananları kavramsallaştırmayı temel alan ortalama iletişim dili asgari düzeyde de olsa toplumda karşılık bulmamıştır. Bulamazdı da; sağın “dinsizlik ve komünizm tehlikesi” gibi provokasyonlarının baskısı bir yana; sanayi devrimini gerçekleştirememiş, dolayısıyla bilgi toplumuna dönüşememiş yığınların bu nitelikli iletişimden beslenmesi ve karşılığında teveccüh göstermesi beklenemezdi. Solun bu boşluğunu sağ doldurmuş ve ezilen yığınları yakalayan iletişim bağını kurmayı başarmıştır. Hülasa yaşadıklarını anlamlandırma zorluğu yaşayan kitleler solun fikri dertleri ile uğraşmaktansa, sağın kafa rahatlığına teslim olmuştur. Asker doğmakla övünmüş, güvenlik politikaları ile gururlanmış, manevi istismara boyun eğmiş, hamasetin dozunu artırana meyletmiştir…
Tek Parti Dönemi’ne atıfla Türkiye’de sağ ve sol kavramlarının ters oturduğunu söyleyen İdris Küçükömer’in kuramını salt bir çağrışım olarak analım ve ezilen halk kitlelerinin nasıl bir illüzyona maruz kaldığını bir kez daha düşünelim. Merkezine devleti ve onun kutsallarını alan bir despotizmin, merkezine insanı ve onun değerlerini alan bir hümanizmi ezdiğini görürüz. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin siyasi tarihi; eğitim eksikliği ve bunun gibi nedenlerle yaşadıklarını yorumlama kabiliyetinden münezzeh olan toplumun celladına âşık olma hikâyesidir. Bu hikâyede “sol fikir insanı” yalısında viskisini yudumlarken halkçılık parçalayan, toplumun derdi ile dertlenmeyen, halktan kopuk insan tipi olarak ezberletilmiştir.
Ve siyasi tarihimizde birinci TİP deneyimi sonrasında ilk defa; bu imajı değiştirecek, halk ile onun dilinden konuşabilme yeteneğini gösterecek, Ankara’da öğrenci evi tipi yaşamları ile sempati toplayacak ve “keşke hayat onların anlattıkları gibi olabilse” dedirtecek bir siyasi irade yine TİP ismiyle meclisin çatısı altında vücut buldu. Toplumla sol ideoloji arasındaki soğukluğu gidermek noktasında, henüz sübuta (daha uzun bir yol var önlerinde) eremese de en azından bir başlangıç yapan, tüm baskılara rağmen sesleri adeta bir çığlık gibi meclisin duvarlarını titreten bu tertemiz heyecanı takdir ediyoruz. Umarız; seçim sonrasındaki yeni meclis aritmetiği onların temsil güçlerinin ve etkilerinin arttığı bir hal alır.. .