Boray Acar
Şimdi Hesap Vaktidir..
Bazıları, seçim sonucunu “Pirus Zaferi” olarak nitelendirse de resme uzaktan baktığımızda bu türden yorumların züğürt tesellisinden öte bir anlam taşımadığını söyleyebiliriz. Ekonominin hâline, temel politikalardaki olumsuzluklara, depremin yıkıcı etkilerine rağmen Erdoğan bir kere daha geçmiş seçimlerdeki oy oranını koruyarak kazandı. AKP’nin oylarının düşmüş olmasının hiçbir önemi yok. Zira ittifak pazarlıklarında verilen tavizlerin de neticesinde, tarihin en sağcı parlamento dizilimi ile karşı karşıyayız. Sözüm ona; günün sonunda ne bahar geldi ne de birleşe birleşe kazanılabildi. CB seçiminin ilk defa 2. tura kalmış olmasından ötürü de kimse kendine bir pay çıkarmamalı. Çünkü bunun, ülkenin yönetim şekline çeki düzen veren ve muktediri özeleştiriye iten sonuçları olmayacaktır. Aksine, bugüne kadar ne yapmışlarsa bundan sonra da -üstelik daha sekter bir tutum ile- aynısını yapmaya devam edecekleri anlaşılıyor.
Tabi bu durum, olacakların kesif bir çaresizlik duygusu ile seyredilmesini gerektirmiyor. İlk turun ertesinde de ifade ettiğimiz gibi demokrasi mücadelesi bir seçime, bir örgüte, bir tarihi sürece hapsedilemeyecek kadar geniş ve uzun soluklu bir mefhum. Özeleştiri yapılması ve sürecin gözden geçirilmesi bir zorunluluk… Ancak kimilerine göre başarı kimilerine göreyse tarihi hata olarak görülen, muhafazakârları da içine alan ittifak modeli gibi üstünde fazlasıyla tepinilmiş konuları uzatmanın kimseye bir faydası yok. Bir yandan “Kürt seçmen ile kurulan bağ” gibi kazanımlara odaklanmak ve kapsayıcı politikaları geliştirmek, diğer yandan geleceği sınıf temelli siyaset ekseninde dizayn etmek gerekiyor.
Her siyasi ve tarihi süreç kendi dilini, üslubunu ve kavramlarını üretiyor. Bu seçim dönemini en iyi tanımlayan kavram “yankı odası” idi. Herkesin kendi gibi düşünenlerin seslerini duyduğu ve yükselen heyecan dalgası ile işi bitirdiği duygusuna kapıldığı bir sosyal ekosistem... Bu sadece muhalefete özgü bir durum değil, iktidar yandaşları için de aynısı geçerli. Zaman zaman kafalarını kabuklarından çıkarıp birbirlerine dil çıkarmak dışında bir farkları yoktu. Bu öylesine güçlü bir durum ki siyaset erbaplarını, deneyimli yazar ve aydın takımını dahi içine çekerek yanılttığını gördük... Ancak iktidarın ekosistemi, muhalefete nazaran daha geniş bir coğrafyayı, daha büyük bir nüfusu kapsıyor. O alana girmek, kitleleri etkilemek ve siyasi eğilimleri değiştirmekse asıl mesele ve marifet gerektiriyor.
Bunlar öyle konfor alanından çıkmadan kuru lafla başarılabilecek işler değil. Bir defa siyasi eğilimleri gösteren Türkiye haritasını masaya yatırmak gerekiyor. Kürtlerin kararlılığı ile eklenen iller ve büyük şehirlerdeki artan oy oranları dışında Erdoğan’ın ezici hâkimiyetinin sürdüğü görülüyor. Ve bu tablo senelerdir de değişmiyor. Bunu olduğu gibi kabul etmek, değiştirilemez bir gerçek gibi ele almak ve politika üretememek başlı başına bir acziyet göstergesi... Şartlar her geçen gün kötüleşirken siyasi eğilimlerde bir değişim yoksa abartarak söyleyelim, bu toplum kesimi bir alternatifin varlığından haberdar değildir. Ciddi bir örgütlenme sorunu vardır. Bu, salt bir öngörü de değil. Böyle olduğunu bildiğimiz iller, ilçeler, köyler ve mezralar var. Bir çalışma dönemi boyunca uğramadığınız, insanları dinlemediğiniz, alternatif bir siyasetin mümkün olabileceğini anlatmadığınız şartlarda; zaten orada olan birilerinin toplumu terörist olduğunuza ikna etmesi hiç de zor değil.
Her adımı şaibe kokan bir iktidarın gölgesi altında sandıklara sahip çıkmak elbette çok önemli… Ancak o gün gelene kadar, sandıktan çıkacak iradenin sizi yansıtabilmesi için de somut bir şeyler yapmak gerekiyordu. Herkesin bir iletişim kanalı, anlayabileceği bir dil ve siyasi duruşunu belirleyen beklentileri vardır. Siyasetçinin işi de bu iplerin ucunu yakalamak ve zamanla duygusal ruh köklerine nüfuz etmektir. Muhalefet açısından bunun becerilemediği tüm çıplaklığı ile ortada… İstanbul’u alan Türkiye’yi alır paradigması da artık işlemiyor.
İktidarın siyaset mühendisliği; mültecileri kullanarak sosyolojik yapıyı da değiştiriyor, devlet ve örgüt gücünü kullanarak toplumu da çevreliyor... Hülasa siyasi iktidarın kazanmaya motive ip cambazlığı paradigma falan tanımıyor... “Nasılsanız öyle yönetilirsiniz” veya “Stockholm Sendromu” gibi kalıplar artık hakaret olarak algılanıyor, safların daha da sıklaşmasına neden oluyor ve siyasi getiri sağlamıyor.
Belli bir süre bu önemli seçimin sonuçları ve bizi bu sonuçlara götüren etmenler üstüne konuşacağız. Haftaya, kaldığımız yerden devam edelim…