Muhalefet belası...

Siyasi iktidarın ülkenin başındaki en esaslı sorun olarak görülmesini gerektiren yığınla gelişmenin olduğu bir dönemde, sağ olsun muhalefet mutat “rol çalma” misyonunu sürdürüyor. Antidemokratik siyasetin ezdiği hak mücadelelerini biraz Kılıçdaroğlu, biraz Öztrak ile gün aşırı gelen zamların nefes alamaz hâle getirdiği kitleleri İmamoğlu toplantılarıyla, YKS sonuçlarının da gösterdiği eğitimdeki içler acısı hâlimizi gizli protokollerle, Arap sermayesinin hangi “asset’lerimize” (Erdoğan’ın müthiş İngilizcesi sayesinde aydınlandık, ömrüne bereket...) karşılık geldiğini ise değişimin karşı konulmaz cazibesiyle perdeliyoruz.

Kılıçdaroğlu, iki ay önce değişimin gerekliliğine ikna edemediği toplumu, bugün seçimi kaybetmediğine ikna etmeye çalışıyor. Bunun için tek argümanı, önceki seçimlerde muhalif adayların oy oranlarının toplanmasıyla ulaşılan neticeye bu defa kendi ismiyle ulaşmış olması. Bu durumun ülkenin makûs talihine nasıl bir müspet tesirinin olduğu sorusunun ise cevabı yok. Hatta bol keseden dağıtılan milletvekillikleri, ırkçı partiler ile yapılan gizli mutabakatlarla hatırı sayılır bir çoğunluğun duygularının istismar edilmiş olması ve alevlenen parti ve ittifak içi kavgalar daha önce görülmemiş düzeyde mutlak bir hezimete işaret ediyor. 

Seçimin sonuçlanmasıyla oluşan mahcubiyetin zamanla pervasızlığa dönüşmesinin nedeni; CHP’nin omurgasında fosilleşmiş siyasetçi profili için yerini muhafaza etmenin, ülkenin dertleriyle dertlenmekten çok daha önemli oluşu... Pozisyonu korumak bazen lidere yalakalık etmekten, bazen de istikbal görülen parti içi muhalif harekete yanlamaktan geçiyor. Hülasa, ne oluyorsa kendi içlerinde oluyor. Yönetilemeyen ülkenin talihsiz yurttaşları da bu kapalı devre siyaset cambazlığının zorunlu izleyicisi durumunda.

Ülkenin yönetilme sürecindeki tüm gelişmeler, içinde yaşanılan zaman diliminde algılanamayabiliyor. Bunun; toplumun genel eğitim ve kültür düzeyi, bilgi yetersizliği (neyin ne için yapıldığının topluma adam akıllı anlatılmaması) veya bazı konuların tahlilinin teknik derinlik ve uzmanlık gerektirmesi gibi nedenleri olabilir. Ancak; sonuçlar herkesi ilgilendiriyor, çünkü az veya çok etkiliyor. Bazen “kim bilir neyin sözünü verdiler” kabilinden bilinmezliğe öykünen kaygı ifadeleri de kategorik olarak buraya oturuyor. Bu minvalde; AKP’nin ülkenin toplumsal, kültürel ve etik aurasında yarattığı derin tahribat, kendilerinden kurtulduktan bir zaman sonra toplumun kahir ekseriyetince görülür ve anlaşılır hâle gelecektir. 

Bugünden kötüsü olur mu demeyin. 

2010’lardan darbe girişimlerine, “kardeşinize yetkiyi verdiğiniz” 2018 seçimlerinden 2023 Mayıs seçimlerine kadar bitmeyen kâbusun seçimin hemen sonrasında yaşananlar ile nasıl daha da derinleştiğini ve karanlığın her geçen gün nasıl koyulaştığını düşünün... 

Sonra da -hangi alanda olduğu önemli değil- konusunda uzman ve uzmanlığı dünya ölçeğinde kabul görmüş birilerinin ülke hakkındaki öngörülerine kulak verin. 

Geleceğimizden ümitvar tek bir âdem bulursanız, okuduğunuz sayfayı yırtıp istediğiniz maksatla kullanabilirsiniz.

“Konu nasıl buraya geldi?” diyebilirsiniz. 

Aynen şöyle oldu: 

Eylemleriyle ülkeyi ahlak ve hukuk cehennemine çeviren, hiçbir söylediği gerçekleşmeyen, iç veya dış politikanın her türünde başarısız olan, çuvallayınca da tornistan yapan bu siyasi zombinin hayatımızda kalmasının en büyük nedeni, kendi derdine düşmüş muhalefetimiz ve onun koltuğuna yapışmış lideridir. 

Sözüm ona limana yanaştıracaklarını söyledikleri geminin yükü kendi ikballeri ve menfaatleri, yaktıkları gemilerinkiyse daha birkaç ay önce arkasında durduğumuz ilkeleri, idealleri, vaatleri ve kendilerine inanmış olan kitlelerin umutlarıdır. 

Değişim mi dediniz? 

Onların nezdinde değişim, farklı bedenlere giydirdikleri yeni maskelerle çöplüğünün efendisi olmayı sürdürmekten öte bir şey değildir. Bir nevi saha temizliğidir, çatlak sesleri temizleme stratejisinin iletişim oyunudur.

Lider değişebilir. Sonuna kadar dirense de her ölümlü varlık gibi hayatın gerçekliğinin önüne o da geçemeyecektir. Ancak, varlığının son deminde alamet-i farikası “nefret” olan siyasetçiler ile yaptığı gizli saklı mutabakatlar ve kendisine emanet edilen toplumsal namus üstünden yaptıkları çirkin pazarlıklar unutulmayacaktır. 

Velhasıl, lider eninde sonunda değişecektir. 

Üstünde durulması gereken, gelecek olanın veya “gelmek isteyenin” ülkenin ve toplumun gerçek sorunları için ne söylediğidir. Bir de bunu topluma ne kadar anlatabildiğidir. Web siteleri, zoom toplantıları vesaire böyle bir amaca hizmet etmediği gibi, Baykal-Kılıçdaroğlu değişiminden fazlasını maalesef vadetmiyor. 

Oysa büyük yerel yönetim zaferi sonrasında ellerindeki icraat imkanlarıyla daha fazlası sağlanabilirdi. Sınıf temelli sol siyaset diyecek olursanız zaten sağ siyasi müktesebatları buna engel... 

Neyse ki demokrasi mücadelesi ne kişilere ne de partilere bağlı olmak zorunda değil...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Boray Acar Arşivi