Boray Acar
“Milliyetçiler”miş…
Birilerinin ülkenin kaderinde belirleyici oldukları ve olacakları doğru… Sorun; kendi iddialarından azade onları “milliyetçi”, potansiyellerini de “milliyetçi yükseliş” olarak tanımlamakla ilgili… Devlet Bahçeli’den başlayacak olursak... “Bu ülkede her şey olabilir ama Recep Tayyip Erdoğan’dan Cumhurbaşkanı olmaz” çizgisi, “Mert, Anadolu çocuğu Recep Tayyip Erdoğan” olarak noktalandı. Hayır, Devlet Bahçeli olduğu yerden kıpırdamadı... Zamanında Devlet Bey ve partisi nazarında Türk milliyetçilerinin(!) kandan beslendiklerini, seslerini yükseltmek için şehit beklediklerini söyleyen Tayyip Erdoğan, tarz-ı siyasetini değiştirerek soluğu kendisini Türk milliyetçisi olarak tanımlayanların yanında aldı.
Bunun nedeni Sayın Cumhurbaşkanı’nın milli hislerinin kabarması, milletine olan aşkının depreşmesi falan değildi. Zaten Erdoğan’ın birliktelik kurduğu ve kendilerini milliyetçi olarak nitelendiren partilerin milliyetçilik anlayışlarının temelinde millet yoktur. Onların kutsalı, ırki veya resmi olarak millet statüsüne ulaşmış olan halk değil, yarattıkları devlet kültüdür. Cumhuriyet’in, kafası İslam ile meşgul olan Türk köylüsünden ulus yaratma projesinin başarılı olamayışının tarihi müsebbibi de bu anlayıştır. Zamanla müstebit devlet gücünü arkalarına alarak “milliyetçilik” kisvesi altında devletin sahibi gibi davranmaya başlamışlar, komandoluktan ülkücülüğe evrilen paramiliter uzantıları ile anti-sol bir kolluğa dönüşmüşlerdir. Bu güruh siyasi tarihimizin her döneminde etnik çeşitliliği, çok sesliliği ve muhalif unsurları düşman belleyerek demokrasinin başına dert olmuştur. Bakmayın siz “Benim Kürt kardeşim!” nidaları ile süslenen sözde kapsayıcı diskurlara. Kürt kardeşi, Alevi kardeşi veya başka herhangi bir etnik unsur temel hak ve özgürlükleri noktasında talepkâr olmadığı, yaramazlık(!) etmediği hâllerde kardeştir, yoksa neler olabildiğini tarihimizden biliyoruz. Tayyip Erdoğan işte bu anlayış ile buluştu, burada daha güçlü ve güvende olacağını gördü. Bir diğer ifadeyle; benimsediği sözde milliyetçi özde mukaddesatçı çizgiyle milliyetçilik konusunda kafası karışmaya meyyal toplumun teveccühünü kazanarak yerini tahkim edeceğini, iktidarını koruyacağını hesap etti…
Oysa ilk başlarda böyle miydi? Sonradan demonize edilen Soros ile oturulan masalar ve yapılan bilumum şirinlik –neoliberal çizgide de olsa–, Batı’dan icazet alma stratejisinin tezahürleriydi. Gazino ziyaretlerinden eşcinsel haklarını savunmaya, liberaller ile kurulan yakınlıklardan AB’ye uyum yasalarına kadar o günün eylemselliği, demokratik kapsayıcılığa öykünüyordu. Diğer yandan; derinlerden gelip yüzeye çıkan devlet geleneği ile de çelişiyordu. Zira yine bir cumhuriyet ideali olan batılılaşma serüveni, devlet merkezli bir dairenin merkezkaç kuvvetiydi. Değişimi ve demokratikleşmeyi iktidarda kalma hırsına tercih edecek güçlü bir irade ortaya konamadığı takdirde yoldan sapmak, ideallerden uzaklaşmak kaçınılmazdı. Nitekim öyle de oldu; bir çevre hassasiyeti olarak başlayan Gezi Parkı eylemleri süreci, pragmatist siyasetçi Tayyip Erdoğan’ı merkeze, yani sözde milliyetçilerin devlet kültüne yaklaştırdı. Her iki tarafça istismar edilen çözüm sürecinin büyük oy kaybına sebep olması ve FETÖ’nün darbe girişimi de siyasi iktidarı, devletin gayriresmî ve kural tanımaz muhafızları olan(!) sözde milliyetçiler ile kucaklaştırdı…
Sözde milliyetçilerin iktidara ve muhalefete dağılmış parçalı hâli kimseyi yanıltmasın. Nereden geldikleri de dönüp dolaşıp nerede duracakları da bellidir. Milliyetçilik anlayışlarının doktrinel derinliği de diyalektik bir mantığı da yoktur. Kutsalları kullanarak kitleleri etkileme metoduna dayanan bir inanç sistemi, fikirden çok eyleme dayanan bir dogmalar bütünüdür. İdeolojik kısırlığı ve hamasete hizmet eden kutsallar dışında sabitelerinin olmayışı, onları ilkesellikten uzaklaştırır ve konjonktürel değişimlere açık hâle getirir. Öyle olmasa; vatandaşlığın parayla satıldığı, Türkçe bilmeyen “yeni vatandaşların” ülkenin geleceğinde belirleyici olduğu bir tabloyu midelerinin kaldırmaması gerekirdi. Düşünün; sığınmacıları kovmak dışında bir vaadi olmayan ittifakın adayı bugün, hasbelkader elde ettiği üç beş puanın hatırına, ülkeye milyonlarca sığınmacıyı dolduran tablonun mimarlarını destekleme kararı aldı. Hülasa; “Ülkeyi on milyon hafifleteceğiz, böylece ekonomi rahatlayacak, ülkeye huzur gelecek…” naraları atanlar, siyasi ikbal uğruna tüm bu söylediklerini toplumun gözleri önünde çiğneyiverdiler. Terörle aralarına mesafe koyamamakmış falan, geçiniz efendim bunları… HÜDA-PAR ile bir ömür mutluluklar dileriz…
Seçim sonrasında herkes öz değerlendirmesini yapacak ve kapısının önünü süpürecektir. Bunu yaparken ve yeni siyaset tarzını belirlerken; “milliyetçi–mukaddesatçı”(!) bir anlayış ile işbirliğinin nelere mal olabileceğini de bu işbirliğinden hayır bekleyenlerin ne hâle geleceğini de çok yakında göreceğiz. Ancak küçük de olsa hâlen bir değişim umudumuz var. “Milliyetçiler” eksik kalsın, biz o umut için sandığa gideceğiz…