Boray Acar
Lider değişti, ya sonrası…
Haftalardır süren tartışmalar son buldu ve CHP delegasyonu, liderini değiştirdi. Bilhassa partililer bu neticeyi parti içi demokrasiye ve çokseslilik kültürüne bağlasalar da asıl neden Kemal Kılıçdaroğlu’nun görevi sürdürme ısrarının tahammül edilemez bir hâl alması idi. Görevde kalması halinde yerel seçim sürecinin hezimet ile sonuçlanacağı belliydi. Bu da örgütün topyekûn zarar görmesine ve partinin ülke siyasetinde zaten kısıtlı olan etkisinin daha da silikleşmesine neden olacaktı. Velhasıl Deniz Baykal’a kaset komplosu ile başlayan hikâye, iktidarın en zayıf olduğu dönemde yapılan genel seçimlerin de kaybedilmesi ile son buldu.
Kılıçdaroğlu’nun partinin başına geçmesi süreci ile ilgili birtakım şaibeler dile getirilse de bu iddialar söylentiden öteye geçmedi. Velev ki doğru dahi olsa kendisine bundan bir pay çıkarmak doğru olmaz. Zira varlığı daha ziyade iktidarın işine geldi. Başından sonuna kadar Tayyip Erdoğan’ın dişine göre bir rakip olma vasfını korudu ve Türkiye siyasetinin gidişatını şekillendirecek bir etkisi olamadı. Partinin başına geçmesi sonrasında siyasi kariyerinin tek mutlu dönemi olan 2019 yerel seçimleri sürecinde -nasıl olduysa- belirlediği doğru adaylar ile elde edilen başarı da günün sonunda başına dert oldu, kendi eliyle İmamoğlu gibi bir rakip yarattı. Siyasi kariyerinin tümünde, parlaması muhtemel isimlerin önlerini kesme hüneri bu defa çalışmadı ve Özgür Özel’i destekleyen İmamoğlu’nun iradesi, siyasi ömrünü bitirdi.
Mayıs seçimlerine hazırlık sürecini tamamıyla kazanmaya motive bir anlayış ile yürütmesi, kaybetme olasılığını dikkate almamış olması ve adaylığını kabullendirmek için verdiği tavizler cumhuriyet tarihinin en gerici parlamento aritmetiğinin ortaya çıkmasına neden oldu. Oylarının toplamı %1’i bulmayan AKP artığı partilerin hayal bile edemeyecekleri vekil sayıları ile meclise girmelerini sağladı. Bu yapıların AKP iktidarı ile olası mutabakatları -ki muhtemeldir- anayasayı değiştirecek güce ulaşmalarına sebep olabilir. Bu da Kılıçdaroğlu’nun basiretsizliğinin ve ferasetsizliğinin nişanesi olarak tarihe geçer.
Sonuç itibariyle makamını, haddini aşan, yakışıksız ifadesi ile “kafasındaki sosyal demokrat gence” değil, zorunlu olarak Özgür Özel’e devretti. Özel’in partiyi alışılagelmiş vasatın ötesine taşıyacak bir çizgi yakalaması zor görünüyor, umarım yanılırım. Türkiye için önemli olan lider karizması, gücü vesaire gibi eksiklikleri dışında, şu ana kadar değişim söyleminin içini dolduramamış olması da ayrı bir handikap. Kurultay öncesi ve sonrasındaki diskurlarında Kılıçdaroğlu eleştirisi dışında bir mesaj alamadık. Kurultay konuşmasında parti içi meseleler dışında en dikkate değer söylemi “siyasi tutukluları anması” oldu. Bunu parti siyasetinin merkezine almanın ve toplum hassasiyetlerini değil hukukun üstünlüğünü esas alarak hareket etmenin kolay olmadığını biliyoruz. Dolayısıyla bunun tüm tuşlara basmış olmak için mi yapıldığını, samimi mi olunduğunu zaman gösterecek. Akşener ile yapılacak mesafe ayarlaması bile bu konuda fikir sahibi olmamız için yeterli olacaktır. Malum hem Akşener’i kucaklayıp hem Demirtaş’a selam yollamak aynı çuvala girecek işler değil. Benzer girişimlerin seçim sürecinde nasıl istismar edildiğini bizzat gördük, yaşadık...
Özgür Özel, kendisini destekleyen İmamoğlu gibi güçlü bir profilin olduğu ortamda daha çok bir geçiş süreci formülü veya nöbetçi genel başkan duygusu veriyor. Koltuğunu korumayı başarsa dahi, gelecek cumhurbaşkanlığı seçimlerinde İmamoğlu’nun adaylığını desteklemesi kaçınılmazdır. Elbette; yargıya talimat verilerek, hukuki ayak oyunları ile İmamoğlu’nun önü kesilmez ise...
Hülasa; süreç neleri beraberinde getirir göreceğiz. Ancak kurultay sürecinde memleket meselelerine dair söylemlerinin yetersizliği CHP’nin mutat özrü olan iç meseleler ile meşgul olma ve lokal dairenin dışına çıkamama hâlinin süreceği şüphesi uyandırıyor…