Boray Acar
Kutsal Cehennemler…
Başlığa ilham veren “Kutsal Cehennem”, bir belgesel film... Buddhaifeld ismini verdiği tarikatın çatısı altında kendini usta olarak tanıtan, 22 sene boyunca ağına düşürdüğü insanları cinsel olarak istismar eden ve sorgulama kabiliyetlerini yok eden hasta ruhlu bir adamın çarpıcı öyküsü… Dünyanın her yerinde kutsallık zırhı ile gizlenmiş, insanın duygusal boşluklarından, zayıf yanlarından, anlam arayışlarından faydalanarak var olan kutsal cehennemler var.
140 Journes isimli medya platformu, geçtiğimiz hafta yayına giren “Kedicik” isimli belgesel film ile çok yakınımızdaki cehennemlerden birisine projektör tuttu: “Adnan Oktar Tarikatı…” Senelerdir kimliğini kaybettirerek, -operasyonu yöneten emniyet mensubunun ifadesiyle “enaniyetini kırarak”- tek tipleştirdiği kadınlarla ve o kadınları tuzağa düşürmek için görevlendirilmiş erkeklerle gözlerimizin önünde göbek attılar. Yalnızca sıradan yurttaş izlemedi. Özellikle son yıllarda dini değerlerin aşağılanması saikiyle adalet mekanizmasını defalarca kere harekete geçiren muktedirler de hiçbir şey yapmadan seyrettiler bu rezaleti. Hazreti Musa’nın ve Hazreti İbrahim’in yaşadıklarına dair bir kanıt olmadığını söylediği için “halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri aşağıladığı” gerekçesiyle Celal Şengör hakkında soruşturma açanlar, enaniyetini yitirmiş kadınların “nur yüzlü bitanelerini, aşklarını…” görmezden geldiler, korudular.
Bu ve benzeri örgütlerin insana reva gördüğü zulüm zaten nicedir bilinen sır(!). Asıl kaygı duyulması gerekense bürokrasinin ve siyaset mekanizmasının bu yapılar karşısındaki zayıflığı… Bu zayıflığın nedeni karşılıklı menfaatler. Bir taraf diğerine ne istiyorsa veriyor, diğeri de ona koşulsuz hizmet ediyor. O diğerlerinden bir tanesine boşuna “hizmet hareketi” denmiyordu. Biri, diğerinin yaramazlıklarını bir yere kadar görmezden geliyor. Kullanım ömrü dolduğunda veya boyunu aşan yaramazlıkları muktedirleri rahatsız eder hâle geldiğindeyse düğmeye basılıyor ve imha süreci başlatılıyor. Bugün, “Adnan Oktar Örgütü” özelinde yaşanan da budur.
Hülasa; bu yapının, herkesçe görülen ve bilinen pespayeliği bile siyaseten destelenmesine mani olamadı. Üstelik ona destek olanlar “kutsal aile yapımızı tehdit eden”(!) LGBTİ+ dernekleri falan da değildi. Oktar’ın “Fatihimiz” diyerek yücelttiği Necmettin Erbakan’ın mahdumu, henüz daha CB seçimlerinin öncesinde, Oktar’ın -muhtemelen- evrim karşıtı kitaplarının babasının masasından eksik olmadığını söylüyor, bu büyük ilim insanının(!) irfanını mutat eylemlerinden (suçlarından) ayrı tutuyordu. Fatih Altaylı’nın iddiasına göre; bir tarihlerde Oktar ve ekibi tarafından kaçırılan bir kız çocuğunun ailesinin ihbarı üzerine baskın yapılan evdeki siyasetçi de Milli Görüş geleneğinin saygın ismi(!), eski bakan Oğuzhan Asiltürk’müş. Tabii meselenin özünü kaçırmamak lazım... Aksi hâlde, konu magazinsel bir hâl alıyor.
Adnan Oktar Örgütü, Türkiye’deki tarikat, cemaat ve benzeri yapılanmaların turnusol kâğıdıdır. Yazının başında da ifade ettiğimiz küresel yapılanmaların yerel tezahürlerinden yalnızca birisidir. Aynı tehlike potansiyeline sahip onlarca yapı, şeyhi ve müridi ile sosyal ve siyasal hayatımızın içinde... Sözde uhrevi olan “tarik”lerini, gerçekte dünyevi olana tahvil ettiler. “Bir lokma, bir hırka” kanaatkârlığını temel alan iradeleri yoldan çıktı, plazalara, holdinglere, kamusal alana, hatta ülke sınırlarına dahi sığamaz hâle geldi. Rızaya bağlı olması gereken mensubiyet, sahip oldukları güç sayesinde mecburiyete dönüştü. Sızdıkları devlet kurumlarındaki hâkimiyetleriyle, liyakati mensubiyete kurban ettiler.
Bireyi, -enaniyetini kırarak, sadaka vererek, istismar ederek- köleleştirirken eşit yurttaşlık temeli üstünde yükselen Cumhuriyet değerlerini de ayaklar altına alıyorlar. Çocuk tecavüzlerine yol veren, çocuk gelinleri gözümüzün içine sokan bu rezalete karşı sessiz kalmak aymazlıktır. Var olma amaçlarının tamamıyla dışına çıkan, sosyal devlet boşluğundan yararlanarak örgütlenen bu yapıların denetime açık hâle getirildiği kanuni düzenlemeler yapılmadığı takdirde “Ne istediniz de vermedik?” nedametlerini dinlemeye devam ederiz…