Boray Acar
Kalem ağlar, yürek göçük altında…
Büyük bir deprem yıkımının üstüne iktidar olmuş AKP’nin reisi Tayyip Erdoğan, iktidarının ilk yıllarındaki bir demecinde; “…Artık hayatlarında Mercedes kullanmayanların hiç olmazsa cenazelerini Mercedes araçlarla taşıyalım. Mercedes araçlardan cenaze araçları da yapmaya başladık…” diyordu. 1000 km hatta 13 milyon insanı etkileyen felaket neticesinde “Mercedes” olmayan arabaların kaportaları musalla taşı oldu, önü sıra saf tutuyor, cenaze namazı kılıyoruz. Battaniyelere sardığımız cenazelerimizi toplu mezarlara koyuyor, iş makineleri ile üzerlerine toprak dolduruyoruz. “Asrın Lideri”ni bulan “asrın felaketi”nin ardından; gidenleri geçtik, kalanların malını ve hatta canını yağmadan ve talandan korumaya çalışıyoruz.
Kuşkusuz felaketin büyüklüğü inkâr edilemez. Derdimiz; bu felaketin sonuçlarının bu denli ağır, kayıpların bu kadar fazla olmasına sebep olan, yaptıkları ve yapmadıkları ile koordine edilemeyecek düzeyde bir kaosa zemin hazırlayan, liyakatsiz yöneticiler ile de bu beceriksizliğin üstüne mum diken anlayışladır. Deprem bir doğa gerçeği olması itibariyle, meşrebe bağlı olmak üzere inanca ve ilahi takdire bağlanabilir. Yani “Kader planı”(!)nın bir parçası olabilir. Lakin, Pendik’te yapılacak olan bir benzin istasyonu için fay hattının yerinin belediye meclis kararı ile değiştirilmesi ilahi emrin gereği değildir. TMMOB tarafından itiraz edilmesine rağmen, Hatay Havalimanı’nın fay hattı üzerine inşa edilmesi de kader planının bir parçası değildir. Aksine İslam dininin, tedbiri öğütleyen ve tevekküle davet eden öğretisini hiçe saymak, inanç sistemini topyekûn inkâr etmektir.
“İmar affı”nı iletişim kurnazlığı ile “imar barışı” yaptılar ve bu garabeti seçim satrancında bir hamle olarak kullandılar. Öyle gizli saklı falan da değil, aleni bir şekilde reklamlarını yapıp duyurarak. Tayyip Erdoğan, 2019 Kahramanmaraş mitinginde imar barışı ile 144.556 vatandaşın sorununu çözmekle övünüyordu. Dahasını merak edenler, artık neredeyse haritadan silinen illerde imar barışı kapsamında iskân belgesi verilen yapı sayısına bakabilirler, dudak uçuklatacak düzeydedir.
Deprem yazılarımızın tamamında olduğu gibi, sabırla bir kere daha yazalım…
İmar affı; ilk depremde yerle bir olacak bir yapıya, hangi tarihte ve neye göre yapıldığına bakılmaksızın, denetlemeden, ilkesiz meslektaşlarımızın imzalarını kullanarak “iskân” belgesi yani “içinde yaşanabilir” onayı verilmesidir. Bu düzenleme; Anadolu’nun en ücra köşelerindeki briket duvarlı, yarısı sıvalı aile apartmanlarını da kapsar, metropollerdeki kaçak gökdelenleri de. Karınca kararınca biriktirdiği para ile evlendirdiği her çocuğu için kat üstüne kat yapan yurdum insanını da kurtarır, milyon dolarlık rant projeleriyle semiren müteahhidi de (!). Velhasıl; İmar Affı, ahlak haritamızdaki fay hatlarının kırılmasıdır. İmar Affı siyasi popülizm uğruna toplu kıyımı göze alarak, kanunsuzluğa giydirilen resmi kılıftır.
Yeni yapıların yerle bir olması hususuna gelince… Türkiye’de bir yapı denetimi kültürü yoktur. Yapılan kanuni düzenlemelere rağmen, (meslek ahlakı taşıyan az sayıda meslektaşımı tenzih ediyorum) yapı denetimi mekanizması çalışmamaktadır. Kâr amacı güden yapı denetim firmaları diploma kiralayarak, imza satın alarak evrak üstünde denetim yapıyormuş gibi görünmektedirler. Evrak üstünde denetliyor göründüğü binayı aslında hiç görmeyen, görse de orada ne olup bittiğini bilmeyen meslektaşlarımızın içinde olduğu binlerce vakıa mevcuttur. İskân aşamasına gelindiğinde, yönetmeliğe uygun olmayan beton ve demir numune test sonuçlarının sınır değerlerin üstünde olanları ile değiştirilerek kitabına uydurulması gibi hadiseler, hem inşaat sektörünün hem de parti ayırt etmeksizin tüm yerel yönetimlerin malumudur ve suçudur. Kaba inşaatı tamamlanana kadar ne yapı denetim firması ne de devlet kurumlarınca bir defa bile ziyaret edilmeyen binlerce “yeni yapı” mevcuttur. Yapı denetim mekanizması bir devlet iştirakine dönüştürülmediği, sorumlular caydırıcı cezai yaptırımlara tabi olmadığı, ilgili meslek odalarının sürece dâhil edilmediği ve süreç yönetimi, ilgili bakanlık eliyle bizzat yürütülmediği müddetçe bizler, “1 yılda yeniden yapacağız.” diyen bakanları ve “Bana bir yıl verin, görün…” diyen devlet başkanlarını dinlemeye devam ederiz.
Bu felaket sürecinde tek avuntumuz, tek kutsalımız olan insanımızın göstermiş olduğu toplumsal dayanışma ruhudur. Siyasi nepotizm, ahlaki çöküntü ve sebepsiz zenginleşme hırsı yüzünden kan fışkıran yaralarımızı toplumsal vicdanımızla, şefkatimizle, sivil toplum kurumlarımızın gayreti ve devletimizin imkânları ile kanlı yaşlar dökerek saracağız. Toplum olarak en azından yaralar sarılana kadar sakin olmak zorundayız. Elbette; felakete zemin hazırlayanlarla, kendilerine sorumluluk isnat etmeyenlerle, istifa müessesesini tedavülden kaldıranlarla, iletişim ile yaşadığımız günlerde iletişimi kısıtlayanlarla hesaplaşma günü gelecektir. Bu hassas süreçte; durumdan vazife çıkararak kitlesel düşmanlığı körükleyen faşist zihniyete de, sosyal dayanışma yağmacısı trollere de prim vermemeliyiz.
Felakette hayatını kaybeden tüm yurttaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına sonsuz sabır ve metanet, yaralılara da acil şifalar diliyorum.