Mutlu Hesapçı
İNSAN “OYUN” OYNAYARAK İNSANLAŞIR, SOSYALLEŞİR
Kendisini sahnede çok izledim bazen bir oyunun içine bizi alıyordu, bazen bir şiirin mısralarında, kitabın sayfalarında sesiyle kalbimize dokunuyordu bazen de bir sinema ya da dizinin içinde etkileyici bir performans ile o karaktere dönüşüyordu. Her projede bizi büyülüyordu ve biz kendisini o karakter sanıyorduk tanıdık gelen ve değişmeyen iki şey vardı; etkileyici güzellikte gözleri ve sesi. Kendisini izlemeyi özlediğim bir zamanda Reha Erdem’in filmi ‘Seni Buldum Ya!’ile karşımıza çıktı Tilbe Saran. Film virüsün etkisinde delirme eşiğine gelen ruhuma iyi geldi ve çok eğlendim. Tek başıma evde eğlenceye vurduğum noktada oradaki karakterlerle bir olup filmin içine bende dahil oldum. Filmden yola çıkarak çok değerli Tilbe Saran ile mail üzerinden bir söyleşi gerçekleştirdim. Dünya Tiyatrolar Günü vesilesiyle başta Tilbe Saran olmak üzere tiyatroya hayatını, gönlünü, emeğini vermiş herkesin gününü kutlarım. Özlediğimiz perdelerin açılması ve tiyatro oyunları içinde insanlaşıp sosyalleşmemiz dileğiyle. Oyun oynamak iyileştirir!
Reha Erdem virüs etkisiyle karantina dönemine bakışını ‘Seni Buldum Ya!’ filminde ne güzel vermiş. Çekim tekniğinden duygusuna kadar farklı bir film olmuş. Sizde virüsün etkisi nasıl oldu ve bu filmdeki dünya sizi nasıl etkiledi?
Ben şanslı azınlıktanım: covide doğanın kucağında yakalandım. Hiç “suçluluk duygusu” yaşamadan ( tüm işler güçler durmuş boş boş birbirimize bakakaldığımız günlerdi) köyde her kuru dalın yapraklanmasını izledim, her yürüyüşte farklı bir çiçeği keşfettim. Üstüne de bol köpüklü külde pişmiş ohhh miss gibi kahve tadında bir filmin içine düştüm!
İnsanları kutu kutu görüyoruz
Sanal gerçeklik hiç bu kadar hayatımızı kuşatmamıştı. İlişkiler, işler, eş-dost ziyaretleri artık online görüşmelere dönüştü. Siz bu dünyanın ne kadar içindesiniz ve çekimler bu anlamda nasıl gerçekleşti? Bilgisayar başında oyun denmesini mi beklediniz?
Haklısınız insanları kutu kutu görüyoruz, ister istemez derslerimizi kutucuklarımızda yapıyoruz, doğum günü kutlamasından baş sağlığı mesajlarına kadar camdan cama bakışıyoruz. Film için mekanı hazırladıktan sonra ilk kez “Motor! Kamera! Rolling!” sesleri klaket şaklatması olmadan bilgisayarımın başına geçip “hadi başlayabiliriz” dedim.
Reha ile keşke daha fazla yolculuk yapsak
Filmografinize baktığımız zaman Reha Erdem ön plana çıkan yönetmenlerden. Reha Erdem ile kurduğunuz bağ ve birlikte çalışmak nasıl bir duygu?
Üniversite kursunda tanıştığım genç bir liseliden parlak bir “auteur” sinemacıya dönüşümünde arada bir yol arkadaşlığı yaptık. Hem insan olarak hem sinemacı olarak hep çok sevdim Reha’yı ve işlerini. Keşke daha fazla yolculuk yapsak.
Bu filmin her şeyi elbette bambaşka oldu
Reha Erdem bir kalıbın içinde olmayan ve her filminde başkalaşan bir yönetmen. Yönetmenin diğer filmlerindeki içsel ve kasvetli yolculuğu bu kez dışa bir yolculuk üstelik mizah diliyle olmuş. Size ‘Seni Buldum Ya!’ nasıl bir yolculuk yaşattı?
‘Kaç Para Kaç’ ve ‘Korkuyorum Anne’ filmlerinde de o mizah hep vardır. Hatta ‘Beş Vakit’de de... Bu filmin her şeyi elbette bambaşka oldu. Düşünsenize yönetmenle bir kez bile buluşmadık, Serkan’la prova yapmadık, saç makyaj kostüm tasarımı, prova çekim denemeleri olmadı. Çocukken oynadığımız oyunlar kadar içten, samimi, biz bize eğlendik. O yüzden Reha bize film bitti Mubi’de başlayacak diye haber verdiğinde hafif bir şok yaşadım: “ ya biz öylesine eğlenmek için çekmemiş miydik, nasıl olacak” diye. Ve izlediğimde Reha’ya bir kez daha şapka çıkardım!
Arzu karakteri tam da sizin anlattığınız gibi
Arzu deli, dolu, çılgın ve özgür ruhlu bir karakter. Filmi izlerken “ne kadar eğlenceli bir kadın arkadaşım olsun isterdim” dedim. Sizin için Arzu nasıl bir karakter?
Tam da sizin anlattığınız gibi artı ‘kolejli’!
Bile isteye kalp kırmaktan çok korkarım
Sizin suç olarak gördüğünüz neler var ve hiç suç ortaklığı yaptınız mı?
Hangimiz suçsuz olabiliriz ki? Hele de bu coğrafya da! Bile isteye 'kalp kırmak’tan çok korkarım ama kim bilir kimlerin gönlünü yaralamışımdır.
Ortada suç varsa o aşk değildir
Aşk en güzel suç ortaklığıdır diye düşünüyorum sizce?
Ortada suç varsa o aşk değildir demek ki biri diğeri için kendinden vazgeçmektedir!t
‘Seni Buldum Ya!’ dedikleriniz
‘Seni Buldum Ya!’ dediğiniz kim ya da kimler var?
Çocukluk arkadaşlarım, gençlik dostlarım, kadın yoldaşlarım, meslektaşlarım, öğrencilerim, yolumu aydınlatan hocalarım…
Bebekler, hayvanlar ve ağaçlar
Filmdeki soruyu sormak istiyorum “hiç suça bulaşmamış birine rastladınız mı?”
Evet! Bebekler, hayvanlar ve ağaçlar.
Dünya Tiyatro Günü’nü kutlayamadık
Siz hayatınızı tiyatroya adayan bir sanatçısınız. Dün 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’ydü nasıl kutladınız ve kutlarken neler hissettiniz?
Kutlayamadık! Çünkü tiyatrolar tam bir yıldır kapalı!
Oyun Homo Sapiens için bir vazgeçilmezdir
Tiyatro iyileştirir ve ruh sağlığımız açısından temel bir ihtiyaç. Biz tiyatronun önemini yeterince anlayabildik mi? Ayrıca virüsten en çok etkilenen tiyatro sahneleri oldu, gittikçe bu alışkanlık da yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmaz umarım.
Ateşin etrafında toplaşıp birbirimize hikayeler anlattığımız zamanlardan bu yana var olan bu sanat elbette dönüşecek, değişecek ama sürecek. Çünkü insan “oyun” oynayarak insanlaşır, sosyalleşir. Mekanlar değişir, teknikler değişir, hikayeler değişir ama oyun Homo Sapiens için bir vazgeçilmezdir. Hafızamızdır, vicdandır, kahkahadır, gözyaşıdır, hayallerdir, karanlıkta tutuştuğumuz ellerdir.
‘Portakallık Tiyatro Atölyesi’ doğanın ortasında bir agora
Ahırı bile tiyatroya dönüştüren bir sanatçı her şeye rağmen tiyatro demeye devam ediyor, şahanesiniz Tilbe Hanım. ‘Portakallık Tiyatro Atölyesi’ oluşumunuzdan bahsedebilir misiniz?
Ahhh diyemedik ki! Pandemi öncesinde iki atölye çalışması yaptık sonrası gelemedi! Ama gelecek, orası her türlü buluşmaya vesile olması hayaliyle kurulmuş doğanın ortasında bir agora: tiyatro da konuşulur, resim de şiir de! Ekmek de yapılır, muhabbet de…
Her biri beni bambaşka dünyalara götürüyor
Sizin sesinizden şiir dinleyen herkes şiir sevmese sevmeye başlar hatta bir yerde okudum keşke bütün kitapları okusa da dinlesek demişler. Sesinizin yarattığı bu güç ve bize ulaştırdığınız bağ çok değerli. Siz okurken neler hissediyorsunuz?
Ahhh ne güzel, teşekkür ederim. Ben de büyük bir coşku, keyif ve merakla okuyorum. Kimi bildiğim, kimi hiç bilmediğim ve her biri beni bambaşka dünyalara götüren, dil yolculukları, ruh seyahatleri yaptıran kitaplar.
Nazım’ın dediği gibi en güzel hayal “yaşamak”
Sahneye ilk kez çıkan genç kızı düşündüğünüz zaman o günden bugüne nasıl bir yolculuk yapmakta olduğunuz. Hayallerinizin ne kadarı gerçekleşti ve o hayaller nelerdi?
Sahneye ilk çıktığımda ölmediysem daha da ölmem! O kadar heyecanlanmıştım ki bedenimin titremesinden iki katlı dekor zangır zangır titriyordu. Aradan geçen zamanda ancak dekoru sallamayacak kadar sakinleşebildim ve kaygı yerine keyfini çıkartmaya yanlış da olsa eksik de kalsa orada o anda var olmanın hazzını yaşamaya çabalıyorum. Çünkü artık biliyorum ki kusursuz olamam.
En güzel hayal “yaşamak” ama Nazım’ın dediği gibi yaşamak:
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.
1947
2
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye deşer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
1948
3
Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.
Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
"Yaşadım" diyebilmen için...
Nazım HİKMET