Mutlu Hesapçı
İNSAN NASIL VEDALAŞIR Kİ?
Ben hayatımda olan hiç kimseden kolay gidemiyorum ve o insanı doyasıya yaşamak istiyorum. Çünkü ölüm var yarına kim ölür kim kala, hayat bu belli olmaz duygusu belli belirsiz zihnimi zorluyor hep nedense yaşamımda. Fiziki olarak ölmese bile vedasız gidenlerin yasını tutabiliyorum. Ölüp gidenlerin ardından durumu kabullenmek en zor olanı, hep o vedada takılı kalıyor duygular ve beyin. Doyabildim mi gidenin ardından duygusu ara ara hep yokluyor beni. Gerçekten ‘Yas Uzun Bir Veda’ üstelik canı bu konuda en çok yanan, eşinin yasını yıllardır nasıl tutuyor diyerek merak ettiğim Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu’nun kitabıyla baş başa kaldığımda uzun uzun düşündüm yas duygusunu ve kendisinin yaşadıklarını. Üstüne kafa yorduğum, insanın canını en çok yakan yas duygusunun içine düştüm kitapla birlikte. Vedaları sevmem ama ya o son bakışsa gördüğüm; insan nasıl vedalaşır ki kendisiyle, sevdikleriyle ve hayatla yaşarken işin içinden çıkmak zor maalesef. Allah zamansız ölüm vermesin ama her ölüm erkendir ve insanın hayatındaki en uzun vedadır!
◼ Yas sizin için zamansız en acı bir şekilde aniden gelen bir durum oldu. Kaybınızın üzerinden yaklaşık 19 yıl geçti. Bunca zaman hangi duygularla geçti, nasıl baş ettiniz ve yasınız nasıl bir dönüşüm yaşadı?
Zamansız, her kayıp zamansız aslında. Sıralı demek acıyla başa çıkmak için insanoğlunun uydurduğu bir bahane gibi biraz da. Ancak erken yaşta ölümler yıkıcı oluyor. Kendi acısını dindirmeye insan çocukları olunca pek de vakit ayıramıyor. 10 ve 11 yaşında babaları ile müthiş anlaşan, babaları ile eğlenen iki kız çocuk hayatlarının daha başında en sevdiklerini, kendilerini güvende hissettikleri, onlar için güçlü, yumuşak kalpli ve sevgi dolu birini kaybettiler. Ve yalnızca ben kaldım. Çocuklar kaybı çok farklı yaşıyorlar. Üstelik çok travmatik koşullarda yaşadı çocuklarım. Pek duygularımla zaman geçirme şansı bulamadım. Ben daha çok alelacele yaşamımızı organize etmeye koyuldum. Korkuyorlardı beni de kaybetmekten, gözümün içine bakıyorlardı üzgün olmayayım, onlarla birlikte yanlarında olayım istiyorlardı. Açıkçası şimdi bugünden bakıyorum o gün ki kendime pek de tanımıyorum o kadını. O kadın orada kaldı gibi geliyor. Hatırımda kalan duygular; çaresizlik, korku ve büyük bir acı, yanı sıra güvensizlik ve haksızlık. Başa çıkmak diyemem, ancak bununla yaşamayı öğrenmek yıllar sürdü. Okudum, çalıştım, kurslara bile gittim. Hala öğreniyorum…
Her gün ki
vedalaşmamız meğer sonuncu vedalaşma imiş
◼ Beklenmedik ani ölümler yas düzeyini nasıl etkiliyor, uzun bir vedanın vedasını yapamayan biri olarak o gün eşinizle nasıl ayrılmıştınız ve son veda nasıldı?
İnsan nasıl vedalaşır ki? O yüzden uzun bir veda diyorum. Birinin artık yaşamınızda olmadığını bilerek vedalaşma çabası, buna gönüllü olmak yorucu, ezici, başladığı yere kolayca dönen bir zihinsel ve düşünsel süreç. Biz aile yaşamı çok düzenli insanlardık. Kim evden birini gönderirse diğerini abartılı, biraz şımarık keyifle uğurlardı. Önce çocuklar servise biner, istisnai bir durum yoksa her sabah birlikte kahvaltı yapar ve birlikte uğurlardık çocukları. Genellikle ben daha erken çıkardım, gün içinde görüşsek de birbirimizi uğurlama faslımız hep olurdu. O sabah ben erken çıktım ve pencereden bana gülümseyerek el salladı, aracımla hareket edinceye kadar bekledi, uzaktan şakalaştık. Her gün ki vedalaşmamız meğer sonuncu vedalaşma imiş sonra olay yerinde de kendimce vedalaştım. Ve yıllar boyunca hep aynı vedayı tamamlamaya çalıştım, yıllar süren tek taraflı, karşılıksız bir vedalaşma.
Yas danışmanlığı yapıyorum
◼ Kitabınız bir başucu ve herkesin edinmesi gereken bir kitap çünkü insanın yas duygusuyla baş etmesi çok güç ve insanın başına gelen en zor durum. Bu kitap projesi nasıl ortaya çıktı ve içeriğini nasıl oluşturdunuz?
Galiba şöyle bir motivasyonum vardı okuyanların özellikle kayıp yaşayanların, onlara anlaşıldıklarını hissettiren bir paylaşım gibi yazılmalıydı. Bir yandan da bu konuda çalışan profesyoneller için de kaynak olsun istedim. Yıllar önce bu kadar çok kaynak yoktu, hele de Türkçe. Batı literatürü çok zengin, dilimizde son yıllarda yayımlanan da çok kaynak ve bilimsel çalışma var. Biraz kişisel deneyim, paylaşım ve çokça da dili anlaşılan bilgi içersin istedim. Uzunca bir zamandır yas sürecine ilişkin seminerler veriyorum. Hablemitoğlu Enstitüsü’nde grup çalışmaları/atölyeler düzenliyoruz. Yas danışmanlığı yapıyorum ve bütün bunlar benim için muazzam bir paylaşım ve öğrenme fırsatı yarattı. Yas başka türlü bir yaşam deneyimi. Korkutucu, insanı ezen bir acıdan geçip yaşamını sürdüren başka insanların ne yaptığını, nasıl yaptığını duymak istiyor insanlar. Yalnız olmadıklarını, anlaşıldıklarını hissetmek istiyorlar. Böyle hisseden herkese ulaşmak istedim. Yas nedir ne değildir anlatmak istedim. Yılların biriktirdiği hisleri ve perspektifi aktarmanın yolu yazmak. İnsanın bildiği yerden yazması da cesaretlendiriyor, teşvik ediyor. Pandeminin başladığı zamanlarda notlarımı, okumalarımı birleştirme kararı verdim, bir taslak ortaya çıktı. Sonrasında odaklanmak kolay olmadı yazık ki, pandemi süreci zorlayıcı oldu. Ama oldu işte, ‘Yas Uzun Bir Veda’ kendi yolculuğuna çıkabildi sonunda.
Bir yas bile ilan edemiyoruz
◼ Pandeminin ortasında herkes yas duygusunu yaşadı. Sevdiklerimizden uzak ve her an ölüm korkusu ile yaşadık, yaşamaya da devam ediyoruz. Bu durum hepimizi fiziksel kayıp yaşamasak da yas duygusunu anlama noktasında birleştirdi mi?
Pandemi ile insanlar ani ve beklenmedik ölümlerle karşılaştılar. Yas dalga dalga yayıldı. Ancak anlaşılmaz bir biçimde kamu otoriteleri, medya bu kayıplar yaşanmamış gibi davranıyor. Sadece birer sayı bile değiller toplam rakamın içinde. Bu kadar acı varken yas tutmaya alan açmak zorundayız. Kaybettiklerimizi hatırlatacak anma alanlarımız yok. 45 binin üzerinde kayıp var. Çoğu insan sevdikleri ile vedalaşamadı. Art arda birden fazla yakınlarını kaybedenler var. Sağlık çalışanlarını kaybettik. Eski hayatımızı da kaybettik. Bütün bunlar nedeniyle kaygı ve üzüntü duyuyoruz. Ancak olup biteni umursamayanlar da var. Bunları unutmamamız gerekiyor. Kayıplarımız için virüsle mücadele ederken yaşamlarını kaybedenler için onların anısına saygı için bunu yapmak zorundayız. Bir yas bile ilan edemiyoruz. Cenazeleri bile adil defnedemiyoruz. Kimi binlerce insanla uğurlanırken, kimi bir başına defnetti yakınlarını, muazzam bir eşitsizlik var. Bir de olası kayıp beklentimiz var tabii. Ya biz de hastalanırsak, sevdiklerimiz de hastalanır ve yaşamlarını kaybederlerse diye endişeleniyoruz. Yaşamımızın ve bağlı olduğumuz ekonomik, sosyal tüm sistemlerin istikrarsızlaşmasını izlerken hem içine düştüğümüz belirsizlik ve mesafeli yaşam nedeniyle yalnızlaştığımız, hem de kayıpları kabullenmekte zorlandığımız için de yas tutuyoruz. Ancak bedeli ağır bir bilgi edindik; yaşamlarımızın ne kadar kırılgan olduğunu öğrendik. Yakınını kaybeden birine destek olmak kültürümüzün bir parçası iken bizim şimdi bir araya gelmemiz riskli. Bu risk tırnak içinde söylediğim bir risk, bazıları için geçerli değil, bu bizi öfkelendiriyor. Geride kalanlar için haklarından mahrum bırakılmış yas anlamına geliyor bu durum.
Teknoloji sayesinde neredeyse “sanal bir ölümsüzlük” var
◼ Dijital çağda yaşamaya devam ediyor anmalarımız ve ölen kişinin ardından özlem dileklerimiz. Sosyal medya unutturmaya izin vermiyor bu anlamda yas tutan kişiyi olumlu ve olumsuz anlamda nasıl etkiliyor?
Dijital çağda yas sanal bir fenomen artık. Yaşam ve ölüm çevrimiçi dünya ile iç içe geçti. Web sitelerinde düzenlenen anma törenleri, sosyal medyada toplu yas tutmaya olanak sağlayan çevrimiçi gruplar, sanal mezarlık ziyaretleri, sanal anıtlar, yas danışmanlığı desteği veren çevrimiçi hizmetler, yas bahçeleri, yas sürecinde online mesajlaşmayı destekleyen mobil uygulamalar var. Hepsi yas sürecini daha sosyal, erişilebilir ve daha az tabu haline getirdi. Teknoloji sayesinde neredeyse “sanal bir ölümsüzlük” var. Üstelik böyle bir ölümsüzlük çok da bir şey yapmak gerekmiyor. Çünkü insanlar yaşamlarını kaybetseler de dijital kimlikleri yok olmuyor. Ses kayıtları, görüntüleri, fotoğrafları var. Her birimizin sanal ayak izlerimiz, dijital mirasımız var. Yeni bir hukuk alanı ortaya çıktı. Deep Fake gibi, artırılmış sanal gerçeklik gibi teknolojik diriltme uygulamaları var. Bu ucu bucağı olmayan gelişmeler, belki de insanların yokluğa dayanmalarını sağlasa da kabullenmeyi, kaybı kabullenmeyi zorlayabilir.
Yası tutulmamış kayıpların ülkesiyiz
◼ Biz ülke olarak, bu topraklarda yaşayanlar nasıl yas tutuyoruz?
Yası tutulmamış kayıpların ülkesiyiz. Devlet, önlenebilir ölümlerle kaybedilenleri, faili meçhulleri, öldürülerek ölenleri, öldükleri için haksızlığa uğradıkları açığa çıkan ve hak arayışları meşrulaşan ölü yurttaşlarını, geride kalanlarla beraber anmayı sevmiyor. Ve bu bitmiyor, hep yenileri ekleniyor. Makbul kayıplar var, makbul olmayanlar var. Yası da ayrıştıran bir dayatma var. Yas tutmayı dünyevi bulan bir zihniyet, yası inançla bastırmayı dayatıyor. Oysa bu gerçekçi değil, inanç acıyı sadece bastırır, dayanma gücü verebilir. Ancak, zaman geçip de yokluğun kalıcılığı anlaşıldığında yetmez. Son yıllarda hak arayışının önüne geçmek amacıyla kullanılan, içi boşaltılan bir kavram var; şehitlik. Yasla yakın bir bağı var tabii ki. Örneğin, bizim memlekette evladı askere giden bir anne için evladının dönüşüne kadar geçen zaman bir yas beklentisi sürecidir. Bunun kişideki etkisi yas beklentisidir. Şehitlik kavramı da buradaki olası ölümün adıdır zaten. Ama askerlikten söz ediyorum, bunun altını çizelim. Şehitlik kavramının içi boşaltıldı, insanların ölme biçimini ve nedenlerini sorgulamanın, hesap sormanın net ve kesin bir dille önüne geçmeyi sağlıyor. İhmal yüzünden yanarak ölen küçücük çocuklardan, bir kamyon kasasında taşınırken katliam gibi bir kazada ölen tarım işçilerine kadar herkesi şehit ilan ederseniz, evladı askerde ölen annenin elinden tek dayanma gücünü de alırsınız. Karmaşık ve travmatik yasın farklı ve çeşitli görünümlerine her yerde rastladığımız bir yas evi Türkiye…