Mutlu Hesapçı

Mutlu Hesapçı

GELİR ADALETSİZLİĞİ BÜYÜYEREK DEVAM EDERSE DAHA ÇOK TOSUNCUKLAR ÇIKAR!

Kitabı okuduğum anda inanamadım, şaşırdım ve gerçeklerle yüzleşmek istemedim. Para kazanmak ve parasını değer katmak adına insanları bir sistemin nasıl yok ettiğini üzülerek okudum. Gazeteci-Yazar İsmail Saymaz ‘TOSUN BANK’ kitabında bu saadet zincirinin yükselişini ve Aydın’ın binlerce kişinin parasını çarparak yurtdışına kaçışını anlatıyor. Ders çıkartacak çok şey var kitabın içinde ve okuduktan sonra adaletin bu mu dünya diyerek hakça bölüşülen bir düzende mutlu bir hayat sürmek dileğini tekrarlayıp durdum. Kim geçim derdinin olmadığı, maddi ve manevi zenginlik içinde bir hayata sahip olmak istemez ki!

‘TOSUN BANK’ kitabını neden yazdınız?

Ben aslında bir farkındalık yaratmak için bu kitabı yazdım. Türkiye’de kırk yıldır böyle bir vurgunculuğun olduğunu, altta kalanın canı çıksın düzeninin hakim olduğunu anlatmak için yazdım.“25 yaşında lise terk, rap müzik düşkünü bir genç sizin 1,2 milyarınızı topladı bunun üçte birini çarpıp kaçtı. Bakın işte manzaranız bu” demek için ve onlara kendini hatırlatmak için bu kitabı yazdım. Bu kitabı yazarken Emin Çölaşan’ın yazdığı ‘Yalçın Nereye Koşuyor?’ kitabı esin kaynağım oldu.

Piyasa bankerleri neden üredi?

24 Ocak 1980’den itibaren Türk Lirası devalüasyona uğruyor ve dolar karşısında müthiş bir değer kaybediyor. O tarihlerde döviz bulundurmak da yasak dolayısıyla bu değer kaybı karşısında insanların parasını koruyabilmesi ve üç koyup beş alabilmesinin birkaç yolu vardı; onlardan biri hırsızlık yaparsınız, bir diğeri de size kısa vadede büyük karlar vadeden yatırımlara girişirsiniz. İşte bankerler burada ortaya çıkıyor. Bankerler insanların ellerindeki paraları bankalardan daha yüksek düzeyde faizlerle alıyor ve onu taksitlendirerek kar payı olarak dağıtıyor. Bu sistem hep şöyle işler sisteme ilk gelenler genelde paralarını kurtarırlar çünkü sonradan gelenlerin verdiği paralardan kendi paylarını alırlar. Ama zaten olan hep sonradan gelenlere olur. Sonradan gelenler ilk gelenlere para verir ve geniş bir sonradan gelenler topluluğu maalesef en çok kaybeden olur. Burada da bankerler insanlardan yüzde yüz, yüzde iki yüz, üç yüzlük faizlerle para topluyorlar sonra bu topladıkları paralarla sözde yatırımlar yaptıklarını iddia ediyorlar. Değişik alanlara inşaat, kolonya, tereyağ gibi  sektörlere yatırım yaptıklarını iddia ediyorlar ve sistem orada da yaklaşık iki yıl gibi bir sürede yerle bir oluyor. Bir kararname ile bankerlere piyasadan para toplamasına izin veriliyor o kararname çekildikten sonra sistem yerle bir oluyor. Bu bankerlik hiçbir eğitim ve beceri gerektirmediği için sadece Ticaret Odası’ndan bir levha almak bile iş yeri açmaya yettiği için korkunç bir sektör doğuyor. Ve bunların mühim bir bölümü batıyor, tutuklanıyor, kaçıyor ve Türk bankacılık sistemini 87 yılına kadar etkileyecek bir artçı depreme neden oluyor.

Burada hiçbir sınır, hiçbir kural, hiçbir yasa tanınmıyor. Zaten 24 Ocak 1980 aslında Türkiye’nin karma ekonomiden serbest piyasa ekonomisine geçişinin miladı olarak kabul ediliyor ve o andan itibaren serbest piyasa ekonomisinin bütün kuralsızlıkları bütün bel altı uygulamalarıyla beraber alınıyor.

Peki bunun suçlusu kim, kimler, hangi hükümet?

Turgut Özal Ocak 1980’de Başbakan Süleyman Demirel’in müsteşarı olarak görevlendiriliyor. O bir müsteşar olarak 24 Ocak Ekonomik Kararlarını hükümete kabul ettiriyor, hükümet bunu uygulamaya başlıyor. Bu politikanın devamında Temmuz 1980’de faizlerdeki sınır kaldırılıyor ve aynı genelge ile kişilerin piyasadan faizli para toplamasına imkân tanınıyor. Bu karar 12 Eylül’de devam ediyor ancak bir süre sonra askeri yönetim batık bankerler olgusundan fevkalede rahatsız olduğu için 1982 yılında yine Özal’ın bu kez başbakan yardımcısı olduğu 12 Eylül Hükümeti döneminde düzenleme iptal ediliyor ve banker sistemi çöküyor.

Böyle bir tehlikeyi niye öngöremiyorlar mı, devlet kendi eliyle bir şey yaratıyor aslında.

Özal serbest piyasacı olduğu için diyor ki; “devlet bunlara müdahale etmemeli, faize piyasa karar vermeli.” Hâlbuki Türkiye gelişmiş bir kapitalizmin olduğu, kuralları ve hukukuyla sistemin gerçekleştiği bir ülke değil. Böylece Türkiye karma ekonomiden vurguncu ekonomiye, devlet eliyle zengin yaratıldığı bir ekonomiye geçiyor. Devlet eliyle para babası yaratılan bir ekonomiye geçiyor ki bu da hiçbir kural tanımadığı için piyasa bankerleri doğuyor ve bir vurgun şeklinde halkın elindeki birikimi talan ediyorlar. Ve bu piyasa bankerleri arkasında dönemin özel bankaları da var. Ve bu özel bankalar bu sistemi provoke ediyorlar aynı zamanda finanse de ediyorlar. Sonra da vatandaş kumar oynamıştır açıklamasıyla sistemi çökertiyor devlet. Hâlbuki kumar masasını kuran devlet.

Tosuncuk denen çocuk herkesin aklı ile dalga geçiyor aslında umut fakirin ekmeği hikayesinin sonucu bu kadar çaresizlik olmamalı.

Bu bir ekonomik ilişkiler ağının oluşturduğu bir tablo, bunun ekonomik sebepleri ve sonuçları var. Bir kere zaten bu sisteme tümüyle yoksul olan katılamaz. Bu sisteme katılabilmeniz için asgari bir bilgisayarınız, telefonunuz, internetiniz olmalı. Bir kere Türkiye’de öngörülebilir bir ekonomi yok. İnsanlar düzenli gelir sahibi olsalar da örneğin ayda 24 gün, günde 8 saat kaytarmadan çalışsalar da alabilecekleri para 2400 TL asgari ücret, bu para bugün dünyada 300 dolara falan tekabül ediyor. Siz bu 300 dolar ile Türkiye’nin dışına burnunuzu çıkaramazsınız. Siz eğitimle artık Türk toplumunda eskisi kadar yükselemiyorsunuz, sokakta binlerce diplomalı öğretmen, mühendis, işletmeci, gazeteci var. Dolayısıyla böyle bir toplumda sizin hak ettiğiniz ya da arzuladığınız yaşama zenginliğe refaha ve gelir düzeyine kavuşabilmeniz artık çalışarak mümkün olmaktan çok uzakta. Okuyarak mümkün olmaktan da çok uzakta bunun için daha farklı avantajlarınızın olması gerekiyor. Belirli bir aile grubuna, belirli bir gelir grubuna dayanmak ya da belirli bir dini grubuna yaslanmanız gerekiyor. Bütün bunlar yoksa geriye sizin karşınızda çok az ihtimal kalıyor; bunlarda biri hırsızlık, bunlardan biri talih oyunları ve sonuncusu saadet zinciri. İnsanlar çalışarak ve eğitimle yükselme umudunu kaybettikleri için kısa vadede zengin olabilmek için bu yola yöneldiler. Aslında en yasal en meşru yola yöneldiler. Bunlar çaresiz insanlar değiller, toplumun dip gelir grubu da değiller,  işsiz sigortasız gündelikçi bir grup değil belirli bir işi olan, kendisini belirli bir standartta ayakta tutabilecek gelir kaynakları olan insanlar zaten sisteme başka türlü para yatırmaları mümkün olmazdı. Sisteme para yatıracak kadar paraları var ancak bu sistemle arzuladıkları zenginliğe kavuşamazlar. Arzuladıkları zenginlikle bugünkü gelir düzeyleri ve eğitimleri arasındaki makası hızla kapatmak istiyorlar. Aradaki bu mesafeyi kısaltmak istiyor üç koyup beş kazanmak hesabındayken zaten elindekini kaybediyor. Dolayısıyla çaresizlik değil bu, bu bir yırtma arzusu, bulunduğu yerden yırtma çabası. Onun sonucunda da böyle bir tablonun orta yerinde kendisini buluyor.

Sistemin içine girenleri haklı buluyor musunuz?

Bu kişilerin sayısı kalabalık 130 bin kişi yani öyle az değil sayı. Bu insanlar kazanmak istiyorlar, meşru yasal çerçevede ve şeffaf bir biçimde zenginleşmek istiyorlar. Çünkü her şey göz önünde cereyan ediyor, gizli kapaklı bir şey yok burada. Fabrikalar var, tesis açılışları var buralara belediye başkanları, kaymakamlar, ünlü simalar geliyor açılışlara katılıyorlar. Kurbanlar kesiliyor, törenler yapılıyor, marşlar okunuyor, ilahiler söyleniyor. İnsanlar dev bir yatırımın bir parçası olduğuna inanmaya başlıyor. Yoksa bir suç örgütünün üyesi değil, bir hırsızlık tayfasının mensubu değil bu insanlar, bunun yasal olduğuna inanıyor. Ben bundan ötürü onları suçlayamam, alay etmek de doğrusu bana uygun bir yaklaşım değil sadece ben mantığını anlamak istiyorum. Ve bu işletme mantığının, bu dolandırıcılık mantığının Türkiye’de kırk yıldır var olduğunu şayet insanların emekleri ve eğitimleriyle yükselmelerinin önündeki engeller kaldırılmazsa da bunun bir ömür daha devam edeceğini düşünüyorum.

Tosuncuk hikâyesinden sonra dersler alındı mı ve çözüm ne?

Hayır Tosuncukla beraber bir dolu saadet zinciri ortaya çıktı halen de çıkıyor bu arada. Normalde yasalara bakarsanız saadet zinciri yasak fakat sistemin etrafından dolanıyorlar. Tosuncuk da öyle dolandı. Saadet zinciri anlamına gelebilecek doğrudan bir mekanizma kurmayıp bunu dolaylı yollarla gerçekleştirdi. Bugün hala saadet zincirleri var ve hayatlarına devam ediyorlar; çünkü bu sistemde bir kara delik. Gelir adaletsizliğini ve gelir uçurumunu ortadan kaldırmadığınız sürece, fırsat eşitliği yaratmadığınız müddetçe bu kara delik devam edecek. Sosyal devlet ilkesini hayata geçirip insanlara onuruyla yaşayabileceği ve çalışabileceği iş alanları sunmadığınız müddetçe insanların diploma da alsam işsizim düşüncesinin önüne geçmediğiniz sürece bu tezgah hep var olacak.

Ütopik bir şeyden söz ediyorsunuz, umutlu musunuz hakça bölüşülen bir düzen kurulabilir mi?

Ütopik bir şeyden söz etmiyorum sosyal demokrat politikalarından söz ediyorum. Sosyal demokrat politikalar dünyanın birçok medeni ülkesinde hayat buldu ve uygulanıyor. İddiam öyle sosyalist bir devrim değil gayet sosyal devlet ile serbest piyasanın bir arada var olabildiği, piyasanın toplumun ortak çıkarlarını ve hukukunu gözeten sosyal devlet tarafından çerçevelendiği bir hukuk ve ekonomi düzeni. Sosyal demokrat bir sosyal devletçi, kamucu bir ekonomiye dayanan bir sosyal demokrasi ile bunun mümkün olabileceğine inanıyorum.  Öneri olarak da sosyal devletten başkasını önermedim, zor şeyler önermedim. Gelir adaletsizliği büyüyerek devam ederse bu kara delik yerli yerinde kalırsa daha çok Tosuncuklar çıkar, bizi çarpar elini koluna sallaya sallaya kaçar. Bu sorunu ortadan kaldırabilmek böyle bir bilinç ya da eğitim meselesi değil iktidar meselesi. Bunu arzulayan bir siyasal organizma iktidarı elde eder, iktidara gelir ve çözer bundan başka bir yolu yok.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mutlu Hesapçı Arşivi