Mutlu Hesapçı
Ferhan Şensoy’un ardından…
‘Kalemimin Sapını Gülle Donattım’ kitabını okuduktan sonra ben artık başka biriydim.
Ona hayranlığım bu kitapla başladı ve ben artık değişmiştim.
Bir Ferhan Şensoy vardı.
İstanbul’da onu sahnede izlemek ve başka bir boyuta geçmek gerekti.
Bu düşüncelerle Eskişehir’den İstanbul’a heyecanla geldiğimi hatırlıyorum ve öyle başladım oyunlarını izlemeye.
Onu sahnede izlediğim ilk an henüz Beyoğlu’nun bozulmadığı ve onu herkesin ayakta alkışladığı zamanlardı.
Kendisini Ses Tiyatrosu’nda izlediğim zaman nefesim kesilmiş ve böyle bir adam gerçekten var mı hayatta dediğimi hatırlıyorum şimdi. Uzun süre bütün oyunlarını izleyerek kendisine uzaktan bakarak takip ettim.
ONUN HAYRANI
OLARAK KENDİME YOL ÇİZDİM
Yazdıkları o kadar çok hafızama işlemişti ki ben kitaplarının içinde dolaşarak üstelik oyunlarını izleyen biri olarak bu adamın hayranlığında kendime yol çizen biriydim ama onun haberi yoktu henüz.
O benim yaşayan ilk hayran olduğum insandı. Önce onun çevresini anlamaya karar verdim ama henüz ben İstanbul’da hiçbir şeydim.
Elimde bir bavulla İstanbul’a gelerek “Seni yeneceğim İstanbul” diyen kendi hikâyem vardı ama kendime yerleştirdiğim bir yabancılık ve ürkeklik üzerimden gitmiyordu.
Hayran olduğum entelektüel insanların varlığıyla gün geçtikçe cesaretlenip dünyamı zenginleştiriyordum. Bir anlamda onlar için gelmiştim bu şehre çünkü bana ilham veren bu şehre gelme sebebim onlardı ne de olsa.
Kendisine hayranlığım hiç geçmedi ben onu çok sevdim.
“PEK HOŞLANMAZ ÖYLE” DEDİLER
Cihangir tayfasından tanıdığım tiyatrocu arkadaşlarım sayesinde onunla tanışmaya karar verdim tanışma sebebim ise yaşarken onun belgeselini yapmaktı. Tanışmaya giderken beni uyardılar “Herkesi seven bir adam değildir üstelik belgeselini yapmak istemene karşı çıkacaktır öyle şeylerden pek hoşlanmaz o” dediler.
Ellerimde kitapları ve oyun CD’leri ile tanışmaya gittiğim gün elim ayağım birbirine karışmıştı.
Tiyatronun üstünde yer alan mekânda bir akşamüstü buluştuk, arkadaşlarım bana eşlik etmeyerek “Sen kendini ve derdini anlatırsın artık ona, gerisi sana kalmış” dediler.
24 yaşında bir genç kız olarak karşısına korkarak oturdum… Başladım bendeki onu anlatmaya kendisine. Ara sıra kitaplarını açıp altını çizdiğim cümleleri okuyor ve “Bunu nasıl yazdınız?” şuursuzluğunda sorular soruyordum.
Sözümü hiç kesmeden dinledi sonrasında dedi ki:
“Senin ne işin var kızım burada? Beyoğlu’nda arkadaşlarınla gezip içip eğlenme yaşındasın. Kalkmış benim belgeselimi yapmak istiyorsun, neden?”
“Çünkü size hayranım hocam, sebebi basit ve herkes hayran olsun istiyorum ki zaten hayrandır” diyerek sesimin içime kaçtığını hatırlıyorum.
Sonra uzun bir süre sustuk. Suskunluğumuzu bozacak duygularımı anlatmaya başladım, başım önümde ve utanarak:
“Bir şeyin eksikliğini biliyorum hocam ve tamamlamaya ihtiyacım var. Benim bu dünyada yaşamak için nefes almam gerekiyor. Öyle herkesin aldığı nefesten değil istediğim. Sizin geceler boyu uykusuzluğunuz, bizim daha güzel uykularımız için. Evet biliyorum az seçilen bir yol bizim kuşağımızda tercih ettiklerim. Ve yine biliyorum ki hayran olduklarınızı anlatmak çok zor. Yazdıklarıyla, oyunlarıyla yani zekâsıyla beni etkileyen bir dâhiyi hayattayken ölümsüzleştirmeye çalışmak ise haddini aşan bir delilik belki de… Duygusallığımı yitirmedim hep size benzesin istedim hayatımdaki insanlar. Sonra başka türlü duruşlar seçtim.
Teneffüs aralarında felsefe hocamla hayatı sorgularken de konuştuğumuz sizdiniz, ressam Nur ile anlattığımız sanata dair sohbetlerde de yanı başımızdaydınız.
Ve sonra âşık olunulana da siz anlatıldınız, bu yüzden ilk aşk terk edildi ve bazı adamlar sizi konuşabildiğim için yıllarca aşkla sahiplenildi.
Kambur olmayan bir hayata sahip çıkmak içindi hep duruşlar.
Sizin duruşunuz hep aynı kaldı şu hayatta.
Şimdi yıllardır bana eşlik eden yazarımla birlikte bir yolculuğa çıkmak istiyorum. Her sohbette eşlik eden kelimelerinizi, oyunlarınızı, hayatınızı siz anlatın bize. Off nasıl bir yolculuk çıktığım çünkü herkesten çok sizden korkuyorum!”
“Korkma benden insan hayran olduğu kişiden korkar mı” dedi ve benimle belgeselini yapmaya o gün 5 saatlik bir sohbetin ardından karar verdi, böylece birlikte bir yolculuğa çıktık.
“Sen kafandakileri yaz, çiz ve birlikte bir çekim senaryosu oluşturalım” dedi.
Hoca ve öğrenci ilişkimiz de o gün belgesel ile birlikte böylece başlamış oldu. O zamanlar Erol Günaydın, Tuncel Kurtiz, Münir Özkul ve Rasim Öztekin yaşıyordu. Onlarla birlikte nerede nasıl bir çekim yapabiliriz ayrıca planlamaya karar verdik. 6 ay boyunca çekim senaryosunun üzerinde çalıştık ve ben o süre içerisinde kapı kapı dolaşıp sponsor aradım. Maddi gücüm olmayarak belgesel çekmek için yola çıkmak cesaretini şimdi düşününce nasıl gösterdim bilemiyorum tabii. Çünkü o dönemler mesleğe yeni başlamış bir televizyoncuydum ekmek parasını zor çıkarttığım şartlarda çalışıyordum.
Nedense Ferhan Şensoy belgeseli deyince bütün kapılar açılır zannetmiştim, hoca bana kapısını açmıştı bundan daha büyük ne olabilirdi ki zaten.
O kadar inanmıştım ki bu belgeseli çekeceğimize hatta her yerden ödüllerle dönüyorduk rüyalarımda görüyordum. Her şey bir rüya olarak kaldı.
Sponsor bulamadık hocanın hevesi kaçtı, benim de gücüm yetmedi ve umudum söndü zamanla.
Elimde Ferhan Hoca ile oluşturduğumuz çekim senaryosunun taslağı kaldı sadece.
O zamanlar cep telefonları fotoğraf da çekmiyordu kendisiyle tek kare bir fotoğrafım yok. Araya yıllar girdi, zaman geçti ve kaybettiği yakın arkadaşlarının ardından hocaya attığım baş sağlığı mesajlarım ve telefon açarak ara sıra “İyi ki varsınız” dediğim telefon konuşmalarım var hafızamda şimdi.
O hiç ölmez zannediyordum ben ve o benim için zaten ölümsüzdü.
Hocanın ölüm haberini alınca bir arkadaşım ekşi sözlük’te okuduğu entriyi gönderince o güne gittim, gözyaşlarımla birlikte hatırladım o zamanları.
“Bir Ferhan Şensoy belgeseli yapmak üzere kolları sıvayan televizyoncu. Bu sebeple şu günlerde elinde Ferhan Şensoy’un eski kitaplarıyla koştururken İstiklal Caddesi’nde sık sık karşılaşılabilir kendisiyle. Belgeselin ismi, “ben ne güzel işerim sabah güneşe karşı” olmalı şeklindeki ısrarlarımı dikkate almayarak kalbimi kıran bu başarılı televizyoncu, gerekli basın açıklamasını da benden önce Vedat Özdemiroğlu’na yaparak kalbimi bu kez onarılmaz şekilde kırmıştır. Nitekim Özdemiroğlu’nun bu haftaki Fermuar Dergisi’ndeki notuna göre, Mutlu Hesapçı’nın Ferhan Şensoy belgeselinin ismi “bi alem gı bu uşak” olarak belirlenmiştir. Yine de hayırlı uğurlu olması gerekir.”
Hocam Kazancı Yokuşu’nda ilk plan yavaş yavaş yürüyün ben sizi takip etmeye devam edeceğim. Hazırsanız başlayalım mı?
ÇEKİM YERİ-
KAZANCI YOKUŞU
PLAN 1- HOCA
SADECE AYAKLARI GÖRÜNEREK
YOKUŞTAN YÜRÜR
METİN: DÜŞBÜKÜ KİTABINDAN BİR
BÖLÜM HOCANIN SESİYLE OKUNUR
“Bir şeyin eksikliğini biliyorum, bir tahta eksikliği belki. Duygusallığımı yitirdim, suçluları aramıyorum. Herhangi bir şarkı bir yerlere götürebilir bizi gökyüzüne bakarken, ama her şarkıyla bir yerlere gitmeye uğraşırken yozuz işte hepimiz. Zaman her gün biraz daha kemiriyor bizi eksik yanımızdan. Kendimize az geliyoruz. Duyuyorum bunu, çok uzakta top atışları gibi. Dönen başımı tutup düşünüyorum bir an. Bir şeyler çiziktirebilmek içinse bu uykuya karşı savaşım, anlamsız diyorum kendime. Bunları birilerinin okumasına, düşünmesine, sevmesine, yaşamasına çabalamaktan ötede miyim?”