Mutlu Hesapçı
BU DÖNEMİN PSİKOLOJİK ANLAMDAKİ YÖNÜNÜ BİZ BELİRLEYECEĞİZ!
Heyyy nasılsın okur iyi misin, sıhhatte misin belki de koronaya yakalandın atlattın ya da hala acaba beni de bulacak mı bu virüs diye endişeyle duruyorsun. En üzücü olanı da yakınlarından birini korona yüzünden kaybettin kendinde değilsin. Dünya genelinde ve ülke olarak bu kaygılı süreçte ve geçmeyen bir üzüntünün içindeyiz; çünkü her geçen gün tehdit sürüyor ve kayıplar vermeye devam ediyoruz. Maddi ve manevi zor şartlar içinde olanlara buradan cümle kurmak çok zor elbette. Son zamanlarda insanlık neleri atlatmamış diyerek kendimi psikoloji kitaplarının içinde teselli ederken buluyorum. Bu kitaplardan biri de Klinik Psikolog Hilal Bebek’in ‘Çemberin Dışı’ kitabı. Kitap zihnimi farklı yönlerden açtı herkesin okumasını tavsiye ederim. Ama ben bu kitaptan yola çıkarak korona etkisinde değişen hayatlarımızı ve psikolojimizi kendisine sordum. Hep aklımızın köşesinde şu dursun; yaşıyorsak hala umut var ve elbet güzel günler yaşayacağız. Olsun varsın sevdiklerimize rüyalarımızda sarılalım yeter ki ayakta ve hayatta durmayı her şeye rağmen seçelim. Hilal Hanım’ın dediği gibi “bu dönemin psikolojik anlamdaki yönünü biz belirleyeceğiz”
Herkese sağlıklı ve mutlu pazarlar dileriz.
Hilal Hanım kitabınız ‘Çemberin Dışı’ nasıl bir kitap içeriğinden bahseder misiniz?
Çemberin Dışı; Cumhuriyet, PsikeArt ve Gazete Pencere gibi çeşitli yerlerde yayınlanan yazılarımın derlendiği bir kitap. Bir bilişsel psikolog olarak yazılarda daha çok zihinsel süreçlere dair anlatılarım var. Bu kitaptaki yazılar da bireyi, toplumu, sosyal bağlamı, küresel meseleleri ele alan içeriklere sahip.
Alışkanlıklar dairesinde kalmak beyin için konforludur
Çemberin dışı mı, içi mi daha konforlu tartışılabilir bir durum. Ama şu anda tartışılmayan bir gerçeklik var ki hepimiz evlerin içindeyiz ve hayat eve sığar diyerek hayatlarımızın hapsindeyiz. Bu virüs ve evlere kapanmak durumunun yarattığı psikoloji nedir?
Alışkanlıklar dairesinde kalmak beyin için konforludur. Ancak konforlu olan faydalı olan ya da mutlu eden midir? Hayır. Genelde bizler kısa süreli konforla uzun vadeli doyumu takas ederiz. Yani çemberin dışına çıkmanın acısını yaşamamak için çemberin içinde kalmanın acısını yaşarız. Hangi acı daha karlıdır? Bana göre dışarıdaki. Çemberin içinde kalma konforunun astarı yüzünü geçecek türden bedelleri vardır, anlam kaybı ve gelişim duraklaması gibi. Böylesi bir dönemde evlere kapanmak ilk, orta ve uzun dönemlerde farklı etkiler yarattı aslında. Başlarda anksiyete ya da şok daha ön planda iken son dönemlerde bunaltı, tahammülsüzlük, ümitsizlik ve depresif duygular belirginleşmeye çıkmaya başladı. Çalışmayanlar açısından evdeki tüm dengeler değişti. Anne rolündeki kişilerin basıncını azaltan ve iş yüklerini dengeleyen unsurlar (çocukların okula gitmesi gibi) devre dışı kaldı. Çalışanlarsa, iş hayatlarını eve taşıdılar ve çoğunlukla yaptıkları şeyler azalmak bir yana artış gösterdi. Dijital ortamdaki mekansızlık, mesai saatleri kavramını bozdu. Ev ve iş ayrımını yapmak zorlaştı, iş eve ev işe sızdı. Bir yandan iş ortamında olmanın yan faydaları olan sosyalleşme, kahve molaları gibi faktörler devre dışı kalırken diğer yandan iş yükü artınca totalde insanlar “haz” açısından eksi bakiyeye düştü. Bu da kişilerin tükenme riski anlamına geldi. Ev içindeki dinamiklerin bozulması, belli mesafe ve ayrımlar üzerine kurulmuş ilişki sisteminin sarsılması, temelde var olan çözülmemiş işlerin bu koşullarda daha görünür hale gelerek su yüzüne çıkması… Olgunlaşma ve yetişkinlikle ilgili tüm becerilerimizin imtihan edildiği bir dönemde olduğumuzu söyleyebilirim. Esasen herkes kendi kişilik özelliklerini ve iç dinamiklerini devreye soktu. Korona bizde olan ne varsa, güçlü kaynaklarımız ya da zayıf yanlarımız, hasıraltı meselelerimiz, maske altı taraflarımız, onları ortaya çıkardı ve görünür kırdı. Bu, aslında bir tür görme fırsatı. Önümüzdeki şeffaf camlar ayna oldu. Ben nasıl biriymişim?
Korona da bizim hava kabarcığımız oldu
Korona öncesi ve korona sonrası diye ayırıyoruz artık hayatlarımızı. Korona öncesinde aslında ne kadar özgür ve mutlu olduğumuzu şimdi anlayabildik. İnsan kötü bir duruma düşmeden güzel olanı anlayamıyor mu, neden?
Bu çok önemli bir konu. Biz sıradanı küçümseriz ama bir şeyin sıradan olması ortada muhtemel bir mucizenin, cömertliğin, olağanüstülüğün varlığına işaret eder. Çünkü sıradanlık şu anlama gelir; “bir şey, sürekli ve rutin hale gelmiş, yokluğu çok nadir ya da hiç olmamış, pürüzlenmemiş, ketlenmemiş, kesintiye uğramamış, bolca her yere yayılmış”. Güneşi görmek, nefes almak, yürüyebilmek, konuşabilmek, bunlar sıradan şeyler mesela. Dolayısıyla nimetten de sayılmayan şeyler. Yoksunlukları yok bu nedenle varlıklarını görmek imkansızlaşıyor. Ta ki bir kesintiye uğrayana kadar. “Suyun içindeki balıklar suyu fark edemezler” derler. Çünkü her yeri kaplayan deniz yokluğunu hiç göstermemiştir. Vardır, sonsuzdur, cömerttir, kesintisizdir… Ne zamanki suyun içinde bir hava kabarcığı olur, yani bir anomali oluşur ve o kabarcık sayesinde su kesintiye uğrar, işte o zaman balık suyu fark edebilir. O hava boşluğu suyun varlığını göze görünür kılar. İşte korona da bizim hava kabarcığımız oldu. Kesintisiz ve bol olduğu için değer vermediğimiz şeylerin varlığı görünür oldu. Aslında yaşamsal olan, kritik olan, belki de en önemli olan, ama mutluluk nedenleri arasına katmadığımız şeylerin ne kadar önemli olduğunu fark ettik.
İnsan, belli dozlarda yanılsamalar sayesinde psikolojik olarak hayatta kalır
Korona kişilerde ne gibi psikolojik rahatsızlıklar oluşturdu, karşı karşıya kaldığımız -virüsün bulaşmasının dışındaki- en büyük tehdit nedir?
Esasen hepimizin öncelikle anormal bir duruma verilen normal tepkileri oldu. Kaygılanmak, bunalmak, tahammülsüzleşmek belki bazen ümitsizleşmek… Uzayan dönem içerisinde, bu yeni normale adapte olmaya çalışırken birçok kişi zorlandı ve normal düzeylerde anksiyete ya da depresif duygu durum arasında gitti geldi. Tabii korona gibi bir salgın, yani bu tür çizgi dışı olaylar bizim dünya ile ilgili genel varsayımlarımızı da sarsıcı bir etkiye sahip oluyor. Hayatın içinde bizler, “bize bir şey olmaz”, “hayat güvenilir bir yer”, “ölüme daha çok var”, “yakınlarım daha uzun süre benimle olacak” gibi yanılsamalara tutunarak yaşarız. Bu olumlu yanılsamalara hepimizin ihtiyacı var. İnsan, belli dozlarda yanılsamalar sayesinde psikolojik olarak hayatta kalır. Fakat korona gibi olaylar bu faydalı illüzyonları dağıtır. Ölüm ve hastalık ihtimalleri ile yüzleşir, bazı muhtaçlıklarımızı anımsar ver kırılganlığımızı hatırlarız. Varoluşsal sancı ve sorgulamalar anlamına da gelir bu. “Koşturduğum onca şeyle ne yapıyorum? İstediğim gerçekten böyle bir yaşam mı?” gibi soruların sızacağı bir çatlak oluşur. Diğer yandan gelecek projeksiyonlarımız da sarsılır. Gelecek ile ilgili “bekliyor” cümlesini kurmak zorlaşır. Çünkü geleceğin öngörülebilirlik, hayal edilebilirlik dereceleri düşer ve bizi bekleyen hayat bulanıklaşır. Bir gelecek projeksiyonuna tutunamamak, bugün ile bağın da gevşemesi demektir. Koronanın zaten var olan eğilimlerimizi daha fazla etkinleştirmiş olduğunu görüyorum. Takıntıların artması, kaygının yükselmesi, depresif düzeyin yoğunlaşması, kişiler arası ilişkilerde çatışmalar, bağımlılık eğilimi olan kişilerde alkol, madde, bilgisayar kullanımının artışı gibi durumlar söz konusu.
Kelimelerden önce beden üzerinden anlaşırız
Virüs hayatlarımızdan dokunmayı aldı, dokunma ve sarılma duygusunun yokluğu insanı hangi yönlerden etkiliyor?
Psikoloji literatüründe okşanma ihtiyacı diye geçen bir kavram var. Doğum ile beraber başlar bu ihtiyaç. Elimizde avucumuzda sözler yokken, dilsel ve zihinsel kabiliyetlerimiz gelişmemişken annemizin bize ulaşmak için kullandığı en önemli kanal “dokunsallık” yani derimizdir. Derimiz, bizim evimiz. İçinde yaşadığımız yerdir bedenimiz. Güvende olduğumuzu, sevildiğimizi, önemsendiğimizi önemli ölçüde bedensel işaretlerden anlarız. Sözden çok önce beden vardır ve öteki tarafa her zaman ondan çok önce ulaşır. Örneğin kelimelerle birini çok sevdiğimizi söylerken bedeniniz aksini anlatıyorsa, son karara damgasını beden vurur, onun dediği olur, onun ilettiği mesaj kişiyi ele geçirir. Kelimelerden önce beden üzerinden anlaşırız. Yanımda mısın, seviyor musun, ilgileniyor musun? Her ne kadar sevdiklerimizle dijital kanallar üzerinden görüşebildiysek de bu kavuşma ve karşılaşmaların uzamsal bir izdüşümünün olmaması sahneyi eksik bıraktı. Beden, bizim yuvamız. Uzayda asılı kalan duyguların demir attığı yer. Bu nedenle yalnızlık duygusunun arttığını düşünüyorum. Evsizlik, bağsızlık, yuvasızlık, yönsüzlük belki de.
Gelecek hakkında düşlemeyi bırakmamalıyız
Eğer insanlık ruhsal olarak çökmezse koronanın bittiği günleri inşallah görebileceğiz. Böylesi bir zorlu süreçten geçerken önerilerde bulunalım. Kendimizi iyi hissetmek ayakta ve hayatta kalmak için neler yapabiliriz?
Bu dönemin psikolojik anlamdaki yönünü biz belirleyeceğiz. Hiç birimiz olumsuz koşulların pasif alıcıları değiliz. Bu acı ve sıkıntı neye dönüşecek? Hastalıklı bir kaygıya mı, olgunlaştıran bir acıya mı? Şikayet etmek, sızlanmak, söylenmek, geviş getirircesine olanlar hakkında düşünmek gibi tutumların hiç biri bizi çözüme yaklaştırmaz. Farkında olmadan yaptığımız bu türden şeyler önemli ölçüde olumsuz etkiler bizi. Oysa yapmamız gereken şartların böyle olduğunu kabul edip, neye odaklanmayı seçeceğimizi belirlemek. Anlamlı olan, üretmek istediğim, yaşamı daha değerli kılacak şeylere odaklanmak. Dayanışmayı hissetmek, işbirliği yapmak, örgütlenmek… Ve gelecek hakkında düşlemeyi bırakmamalıyız. Yaşamın tabiatında belirsizlik var. Koronadan önce de belirsizdi şimdi de. Boşlukları felaket senaryoları ile değil düşlerimizle doldurabiliriz. Bu sıkıntıdan nasıl daha farklı ve öğrenmiş bir ben olarak çıkacağım, 2 sene, 5 sene sonraki hangi hayale gidiyorum? Korona döneminde öğrendiğimiz her şey ve geliştirdiğimiz her beceri, diğer tüm yaşamsal kayıp ve travmalarda da bize lazım olacak.