Boray Acar
Bir siyasi enkazın üstüne
Yetmiş küsur yıldır maruz kaldığımız sağ popülist politikaların bakiyesi AKP ve onun türevleri iken, eseri(!) ise bugünlerde yaşadığımız tarifsiz acıdır. Mendereslerden Özallara, oradan bugünlere kadar gelen ve bu felaketin sebebi olan anlayıştan hak ve hukuk ekseninde ve toplum menfaatlerini önceleyen bir çözüm beklemek de olsa olsa safdillik olur. Dolayısıyla bugünlerde de gördüğümüz üzere; daha fazla bağırarak haklı çıkmaya çalışmak, devlet kurumları eliyle eleştirel yorumları engellemek ve susturmak dışında bir çareleri yok. Eleştirilerin haklılığı karşısında küfre ve hakarete başvurarak seviyeyi düşürmeleri de bu çaresizliğin psikolojik sonuçları…
Bu sağ siyasi anlayış; mülk fetişizmi ile ağzı sulanan, dönemsel ve şahsi menfaatleri uğruna kanun ve kural tanımayabilecek kadar gözü dönmüş, kültürel derinliği ve tarih bilinci olmayan ve medeni ölçekte bir birlikte yaşama düsturundan yoksun kendi toplum modelini de yarattı. Bunu iktidarın sabit seçmeni durumunda olan “toplum vasatı” ile sınırlayamayız. Dünya görüşleri farklı olmasına rağmen, menfaatleri aynı menzili maksuda dönük kocaman bir kalabalıktan söz ediyoruz. Bu tatsız gerçeği inkâr edemeyeceğimiz gibi, bu kalabalığın varlığını, hırslarını ve taleplerini yok sayan bir politikadan da hayır bekleyemeyiz. Bu kitlesel hastalığın kısa bir süre sonra sosyal dayanışma ruhunu ezeceğini de göreceğiz. Velhasıl basit çıkar hesapları ile yaşayan bu kalabalığı yakalayacak bir politik üslup tutturulması gerekiyor. Bunun da iktidarın tarihi ruh köklerinde olan “Siz isterseniz hilafeti bile geri getirirsiniz…” basitliğine indirgenmeden, bilimsel arka plan ihmal edilmeden ve yanlışa yanlış deme dürüstlüğünden sapılmadan yapılması lazım.
Ülkenin başında anlatacak yeni hikâyesi kalmamış, inandırıcılığını yitirmiş ve önceden ne yapıyorsa aynısını yapmayı sürdüren, yanlışta ısrar eden, deyim yerindeyse “siyasi zombi”ye dönüşmüş bir yapı var. Kendileri de bunun farkında ki tahammülsüzlüklerinin ve hırçınlıklarının altında büyük bir fiyasko yatıyor. Kökten bir anlayış değişikliğine gitmek siyasi müktesebatlarına uymadığı gibi, kurdukları düzenle çelişmek manasına geleceği için böyle bir şansları da yok. Malum; bir ihale düzeni, rant paylaşımı, çıkar odakları ve yaşadıklarımızın nedeni olan büyük kabahatleri var, hiçbirini inkar edemezler. Aksi hâlde düzen çöker ve bunun altında kalırlar. Bir dönem arkalarına aldıkları, köprüyü geçene kadar kullandıkları ve sonra çöpe attıkları entelektüel gücü de bir daha bulamayacaklar. Aklı başında hiçbir kanaat önderi, dünya ölçeğinde değer gören hiçbir insan, bu saatten sonra bu iktidara destek olmak, onun sözcülüğüne soyunmak gibi bir yanlışa düşmez.
İşte bu yüzden eskiz kâğıdına “kent planı(!)” çizen milletvekili ile mimari estetikten yoksun dört tane apartman görselini “11 ilimize 11 ayrı master plan çalışıyoruz” diyerek sosyal medyada paylaşan bakanı ilk defa bu kadar yakından görebiliyoruz. “Peki, bir master plandan ne anlaşılması gerekiyor?” veya “Yine toplanma alanlarını rant çetelerine peşkeş çekecek misiniz?” diye sormak bile zül geliyor. “Siyasi enkaz nasıl olur?” üstüne tezler yazılsa, halkevlerinde zorunlu derslerle yediden yetmişe anlatılsa bu denli kolay olamazdı. Senelerdir, toplumun aklının ermeyeceği(!) bir teknik deha ile mega projeler üreten karton kaplanın içinden bildiğiniz gecekondu kalfası çıktı. Anlayacağınız, on binlerce insanımızın acı içinde can verdiği enkazın altından, bir enkaz daha çıktı. Ülkenin hâlini, bu örnekler üstünden konuşuyor olmak dahi son derece utanç verici.
Ekrem İmamoğlu’nun “Deprem Çalışma Grubu” girişimi, bu kaos ortamında son derece yerinde bir davranış. Yine İmamoğlu’nun, -apartman sakinlerinin yapılarını güvenli hâle getirmek için uzlaşmaları durumunda- maliyetine yenileme vadeden seferberlik çağrısı en azından can güvenliği riskini bertaraf etmeyi hedeflemesi açısından ehvenişer olarak görülebilir. Ülke ölçeğinde bakıldığında ise Türkiye’yi bu siyasi iktidardan kurtaracak olan vizyonu yansıtamaz, yansıtmamalıdır. Ancak; yaşanabilir, sağlıklı kentler inşa edilmesini sağlayacak kanuni düzenlemelere gücü yetmeyecek bir yerel iradenin çaresizlik içinde bulduğu çare olarak görülebilir.
Muhalefetin öncelikli hedefi; ülkeyi “İnşaat Ya Resulallah!” diyerek bugünlere getiren, yarattığı enkazı –üstelik toprak hareketlerinin devam ettiği bir zeminde– yine beton dökerek unutturmaya çalışan iktidarın karşısında, kalabalığı ürkütmeme hassasiyetini ihmal etmeyen orta ve uzun vadeli politikalar üretmek ve bunları doğru bir iletişim dili ile anlatmak olmalıdır.