Mutlu Hesapçı

Mutlu Hesapçı

Aşık insandan aklı başında tek bir hareket beklememeli

Ayrılık insanın içini ürperten ve kalbini sızlatan bir durum. İnsan sevdiğinden, aşık olduğundan ayrıldığı zaman etinden bir parça koparılmış gibi hissediyor ve içi kan ağlıyor. O kadar zor bir durum ki o süreci atlatmak, insan ne yapacağını şaşırıyor. Her şeyin bir zamanı olduğu gibi ayrılık acısı da hiç şüphesiz zamanla geçiyor, izi kalbinde kalıyor o ayrı. Ama yeter ki ölüm ayrılığı olmasın hayatlarda aslolan da bu aslında. Yazar Aslı Perker, son romanında âşık olduğu adamdan ayrılmış bir kadının ilk gününü saat saat ‘Ayrılığın İlk Günü’nde anlatıyor. Ayrılığımın ilk gününü düşünüyorum da nasıl benzer şeyler var içinde ve nasıl da kendimi buluyorum satırlarında. Gidenin ardından yazılabilecek en samimi içinden geldiği ve geçtiği gibi duygularla anlatmış Aslı Perker. Aklımız başımızdan gitse de aşk çok güzel be, ayrılık olmasa daha da güzel tabii. Herkese hayatın her alanında ayrılıktan uzak bir aşk dileyerek Aslı Perker röportajıyla sizleri baş başa bırakıyorum.

Miesiąc Spotkań Autorskich 2018, Wrocław, Polska

◼ ‘Ayrılığın İlk Günü’nü yazma fikri nasıl ortaya çıktı ve bir romana dönüştü?
Tamamen kitabın adından ortaya çıktı. Bu benim yedinci romanım. Şimdiye kadar hemen hemen hepsinde farklı yöntemler kullanarak yazdım. Zira her defasında yeni yöntemler bulmayı, kendimi geliştirmeyi, yer yer zorlamayı seviyorum. ‘Misal Bana Yardım Et’ adlı kitabımda da altı kelimeden yola çıkıp, onlar etrafından bir kurgu nasıl yazabilirim diye düşünmüştüm. Yani sanıldığı gibi kişisel deneyimlerden yola çıkmıyorum yazarken, ama muhakkak ki kişisel deneyimlerim kitabın içine sızıyor.
Biz kadınlar daha “güzel” bağ kuruyoruz
◼ Ayrılığın ilk günü bir kadının hayatında en zor günlerden biri gerçekten. Hatta bazen uzun süre her günü ayrılığın ilk gün gibi yaşamaya devam edebiliyor kadın. Biz kadınlar neden böyleyiz, siz ayrılığın ilk gününde nasılsınız?
Ben ayrılığın ilk gününde kolum, bacağım, bir yerim kopmuş gibi hissediyorum. Son derece fiziksel yaşıyorum yani. Bir yandan da sürekli kendime gerçekleri tekrar ederek adeta kafama balyozla vuruyorum. Başka türlü başa çıkamam çünkü. 46 yaşındayım ve 42 yaşımda kadınlarla erkeklerin gerçekten farklı olduklarını anladım. Bunu neden söylüyorum? Sanırım biz kadınlar gerçekten daha duygusalız, daha şefkatliyiz, daha “güzel” bağ kuruyoruz. Bu yüzden de süreç uzayabiliyor.
Erkeklerin şımardığını da düşünüyorum
◼ İlişkiler neden değişti öyle ki bir adamla birlikte olup olmadığını bile anlayamıyor artık kadınlar, adamlar neden ilişkiden kaçıyor?
Bunun birden fazla sebebi olabilir. Şimdi yüz yıl öncesinden bir örnek vereceğim. Osmanlı’nın son zamanlarında, Birinci Dünya Savaşı sonrası büyük bir ekonomik buhran var ve evlilikler çok azalıyor. Adam evlenecek de ne yapacak? Ailesini nasıl geçindirecek, nasıl bakacak? Bakacak olursanız bu bugün de geçerli olabilir. Farkındaysanız çoğu genç adam ve kadın hâlâ ailesiyle yaşıyor özellikle büyük şehirlerde. Mesela İstanbul gibi bir şehirde kiraya, yaşam koşullarına an mı dayanır? Bu sebeplerden sadece biri olabilir tabii. Ama olaya sadece tek bir açıdan bakmamalı olay sosyolojik. Ama erkeklerin şımardığını da düşünüyorum. Çok fazla güzel kadın var etraflarında neden biriyle yetinsinler?
Sosyal medyada başlayan bir ilişki muhtemelen yine orada bitecek
◼ Çağımız yalnızlığın hakim olduğu ve aşka inanılmayan bir dönem. Nerede hata yaptık biz ve neden birbirimizi bulamadan sağa sola savurulan ilişkiler yaşıyoruz sizce?
Yine aynı şey. Tek bir sebebi olamaz ama bence en büyük sebebi sosyal medya her şeyle beraber aşkı da hızlandırdı. Birini beğen, beş dakika içerisinde her yerden takip ederek kalp koyarak mesajını ver, DM’den nerede buluşacağınıza karar verin, buluşun, birbirinizi gerçekten beğenin ya da beğenmeyin ve sonra da üç hafta sonra aleviniz sönsün ve yeni birine. Sosyal medyada başlayan bir ilişki muhtemelen yine orada bitecek. Önce mesajlar bitecek, sonra kalpler, sonra belki o hesabı unutursunuz bile. Maalesef çağın şanssızlığı, yapacak çok bir şey yok. Ancak pandemi etkili olmuştur belki. Belki artık insanlar sokağa çıkabildikleri zaman telefonları yerine birbirlerinin gözlerine bakmayı tercih edebilirler ve o zaman her şey değişebilir.
Deli gibi bir şey oluyorsun işte galiba bu aşk
◼ Aşk nedir sizce ve insan hayatında kaç kez yaşayabilir?
Aşk şöyle bir şey galiba: Birini düşünüyorsun ve yüzün gülüyor, için sevinçle doluyor. Sonra o biri bir şekilde seni üzüyor ve bu sefer de kalbini söküp atmak istiyorsun. Duygular böyle sürekli çalkalanıyor ve sen deli gibi bir şey oluyorsun işte galiba bu aşk, bir delilik hali. Aşık insandan aklı başında tek bir hareket beklememeli. Olmasa daha iyi. Bir arkadaşımın da dediği gibi aşk yasaklansın.
Bu gerçekten de evrensel bir şey
◼ Evlilik ve anne olma baskısından dolayı kadınlar özgürce aşklarını yaşayamıyorlar mı, bu yüzden de her ilişkide bulundukları adamı aşk mı zannediyorlar ne dersiniz?
Bir Norveç dizisi “Home for Christmas” var. Orada bile genç kadının üzerindeki hadi artık bir erkek arkadaş bul da evlen baskısı yüzünden her gördüğünü aşk sanmasını seyrettikten sonra dedim ki; “tamam, bu gerçekten de evrensel bir şey ve kadının bir dönem panik yaşamasının sebebi.” Şahsen hiç bunu yaşamadım birincisi zaten 25 yaşımda evlendim ve 18 yıl evli kaldım, ikincisi annem ben daha 11 yaşımdayken bana “sakın evlenme” demişti ve o gün bugündür de tarzını hiç değiştirmedi. Sanırım iş biraz ailede de bitiyor.

‘İÇİMİZE DOĞRU’ ŞARKILARDA BİR YOLCULUK

Doğanın içinde uzun yürüyüşler yaptığım ve kendi içime dönüşler yaşadığım bir dönemde genç bir şarkıcıyı keşfettim. Kendine özgü sesi ve müziğiyle dikkatimi çeken ismin adı Öykü Aras. Fransa’da güzel sanatlar eğitimi alan Öykü’nün “İçimize Doğru” ilk albümü. Bu albüm çalışması insanın özüne doğru yaptığı bir yolculuk hikâyesi… Öykü Aras’a kendi hikayesini ve müzikteki yolculuğunu sordum. Tam da içimize doğru çekildiğimiz tam kapanma günlerinde müzik size iyi eşlik edecektir. Herkese sağlıklı ve mutlu pazarlar dileriz.

◼ Müzik ile kendini ifade etmeye nasıl karar verdin çocukken aynanın karşısında şarkı söyleyenlerden miydin sende?
Müzik ile kendimi ifade etme yolculuğum, kendimi ve duygularımı daha derinden tanıma ihtiyacımla ortaya çıktı. Çocukken aynanın karşısında şarkı söyleyenlerden değildim ama dinlediğim müziğin beni etkilediğini, duygulandırdığını hatırlıyorum.
◼ ‘İçimize Doğru’ albümünü oluştururken seni dinleyecek, keşfedecek, sevecek olanlar için sen nasıl bir yolculuk planladın?
Herkesin yolculuğu biricik. Ben kendi hikayemde bana iyi geleni, hayatıma anlam katanı, beni büyüteni, kendi içimde derinleştireni paylaştım. Ne mutlu ki bu his karşıya geçiyor, ne mutlu ki duyuluyor. Çünkü insanca ihtiyaçlarımız benzer. Aynı yüzyılda yaşıyoruz, ifade etsek de etmesek de benzer hallere özlem duyuyoruz.
◼ Albümdeki şarkılardan, müziklerden bahsedebilir misin dinleyenler albümde ne bulacaklar?
Albümdeki şarkılar doğadan, toprakla olan bağımızdan, dişil tarafımızla kurduğumuz ilişkimizden, karanlıklarımız ve aydınlıklarımızdan, kendimize bakma ve gerçeğimizi görme cesaretimizden bahsediyor…
◼ Yaptığın müzik tarzını nasıl tanımlıyorsun, seni kimler dinliyor ve dinlemeli?
İsteyen, kalbinde, dünyasında yer açan herkes dinleyebilir. Şevket Akıncı prodüktörlüğünde çok katmanlı, zengin, özgür doğaçlamadan elektronik müziğe birçok müzik stilinden etkiler barındıran bir albüm oldu. Tek bir tarza indirgemek yanlış olur diye düşünüyorum. Farklı ve özgün olduğunu söyleyebilirim.
◼ Müzik ile kurduğun bağ nasıl bir bağ ve bu anlamda ileriye yönelik hayallerin neler?
Müzik ile kurduğum bağ, bedenimden çıkan sesin potansiyeline, açığa çıkarabileceği anlamlara, şifasına, gücüne, kırılganlığına dair duyduğum merakla başlıyor. Dolayısıyla müzik üretirken, gerçeğimle temasımı yitirmemeyi, olabildiğince şeffaf olmayı ve bilincin genişlemesine hizmet eden üretimler yapmayı önemsiyorum.
◼ Maalesef konserlerin olmadığı ve evlere kapandığımız bir dönem yaşıyoruz. Bu durum seni ne kadar etkiledi?
Henüz yeni çıkan ilk albümümün lansman konserini yapamadım. Elbette ki kalbimden geçen, iki yıllık emeğimizi canlı olarak da bir sürü insanla paylaşmak. Ancak doğru zamanlamaya inanıyorum. İnsanlık olarak böyle bir dönemden geçmeye ihtiyacımız var belki de. Dönüşmeye, alıştığımız ancak toksik olan hallerimizi dönüştürmeye, doğru ve değişmez bildiklerimizle ilgili de tekrar düşünmeye ihtiyacımız var. Ben de bu dönem içinde merkezimde kalmaya ve üretmeye devam etmeye özen gösteriyorum.
◼ Yaptığın müzik tarzına yakın çalışmalar son yıllarda çok ilgi gören bir tür oldu. Gençler kendi müziklerini yapıyorlar ve hemen fark ediliyorlar. Bu noktada sen kendini nasıl konumlandırıyorsun?
Ben özgün olmanın öneminin daha çok kavrandığı bir yere doğru gittiğimizi düşünüyorum. Sosyal medyanın da gücüyle artık kendi kendimizi temsil edebiliyoruz. Tanımların, kimliklerin, türlerin iç içe geçtiği zamanlardayız ve bu değerli. Her şeyin birbirini etkilediği bir evrende tam anlamıyla özgün olmak belki de mümkün değil ancak insan olarak bilincimizin gelişebilmesi için farklılıklarımızı onurlandırmamız gerekiyor. Dolayısıyla içimize doğan o özgün bilgiyi, tınıyı inanç ve cesaretle paylaşıyor olmamız hem bireysel hem de kolektif açıdan oldukça kıymetli.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mutlu Hesapçı Arşivi