Boray Acar
Ahmaklık ve ahlaksızlık
Bir nebze olsun önyargılarından arınmayı becerebilen, hayata nesnel bir perspektiften bakabilen veya zihnini kiraya vermemiş olan sıradan yurttaşın fikrinde ve dilinde aynı soru var; “… ama ahlaken bu kadarını nasıl yapabiliyorlar?” Aslında meselenin düğümlendiği nokta tam da burası… Kaybetme korkusu öyle bir noktaya gelmiş durumda ki, yapıp ettiklerinin ahlaki olması veya olmaması umurlarında bile değil. Siyasi nezaket denen şeyi ortadan kaldırıp kendilerine muhalefet edenlere, bazen de topluma hakaretamiz sözlerle yüklenmeyi “yeni normalimiz” hâline getirenler, şimdilerde “iade edilen bir hakaretin” davasını güdüyorlar. Tabi bunu da toplumu “ahmak” yerine koymak pahasına yapıyorlar.
Lafa gelince “Yargı bağımsız!” Peki, o zaman neden devam eden bir davanın hâkimi değiştirildi ve sürüldü?” sorusuna cevap verebilen bir AKP’li ile karşılaşmış olamazsınız. Barış Pehlivan’ın tekzip edilen yazısından öğrendiğimiz üzere eski hâkim, çevresindeki insanlara “hukuka uygun olmayan bir karar vermesi için baskı gördüğünü” söylemiş. Böyle bir şeyi bir yerlerden duymaya, uzun boylu akıl yürütmeye veya kâmil insan olmaya lüzum yok. Yeni hâkimin AKP’liler ile olan fotoğraflarını görenler “ahmak”(!) da olsalar ne olup bittiğini kolaylıkla anlarlar. Benzer bir siyasi ilişki, geçtiğimiz hafta gündem olan pedofili vakıasında da karşımıza çıkmıştı ve yine kimsenin ağzını bıçak açmamıştı. Bu retorik, sıradan bir iktidar destekçisi için “Sanki eskiden yargı bağımsızlığı mı vardı?” gibi refleksif bir reaksiyon ile karşılık buluyor. Evet, bugün olduğu kadar güdümlü olmasa da yargı geçmişte de baskı altındaydı. Zaten üstünde durduğumuz konu da yargı bağımsızlığının değil, utanma duygusunun kaybedilmiş olması.
Her neyse, biz de utanma duygusu olmadan devam edelim. Kararlılığıyla İstanbul’u eze eze kazanan ve büyük bir yürek yangınına sebep olan Ekrem İmamoğlu, bir şekilde cezalandırılacaktı. Belediyede işe alınarak çalıştırıldığı öne sürülen teröristlerden tutun da buhar olan yolsuzluk dosyalarına, Belediye Meclisi’nin iş yaptırmamaya ve İstanbul halkını tercihlerinden ötürü cezalandırmaya motive tutumlarına kadar İstanbul, seçimden bu yana gündemden hiç düşmedi. Yine ahmaklar(!) da dâhil herkesin emin olduğu bir şey var ki; bugüne kadar zerre kadar bir hukuk dışılık, yolsuzluk, usulsüzlük bulabilselerdi İmamoğlu’nun canına çoktan okumuşlar, görevden almışlar, insan içine çıkamayacak hâle getirmişlerdi. Zira kaybettikleri seçim için billboardlar yaptırıp “Gönül Belediyeciliği Kazandı!” yazan, tutmayınca seçimi yenileten pişkinlik böyle bir durumda daha başka neler yapardı, gerisini siz düşünün. Dolayısıyla; İmamoğlu davası, hiç öyle komplo teorilerine falan itibar etmeyi gerektirmeyecek açıklıkta, anlaşılır, hazırlanmış ve onaylanmış siyasi bir hamledir.
Bundan sonraki süreçte ne olacağına gelecek olursak…
Birçok kişi bunu mağduriyet tarihinin tekerrürü olarak yorumluyor. Bana göre de öyledir. Ancak; o kadar eskiye gitmeye ve yeni bir Tayyip Erdoğan hikâyesi yazmaya gerek yok. Referans alınması gereken bir tarih var ise o da İstanbul seçimlerinde yarattıkları mağduriyetin bedelini ödedikleri yakın tarihtir. Muhtemelen kamuoyu tepkilerini ölçecekler, biçecekler ve sürecin devamı konusunda bir karar vereceklerdir. Kantara vuracak olursak, İmamoğlu’nu görevden almaları, belediye yönetimine çökmeleri ve seçime kadar geçecek süreçte bir icraatlar şovu yaparak, hizmet böyle olur demeleri muhtemeldir. Bunun yanında da seçim döneminde Türkiye’nin en önemli belediyesinin imkânlarını kendileri için sonuna kadar, eskiden olduğu gibi kullanmak isteyeceklerdir. Eğer böyle bir tercihin bedelinin ağır olacağına kani olurlarsa da İmamoğlu’nun sözde önünü açarak bugüne kadar yaptıklarını yapmaya, alan daraltma ve hizmet ettirmeme stratejisini yürütmeye devam edeceklerdir.
Esasen; iktidarın tutumundan ve yapacaklarından daha önemlisi, muhalefetin bugün ne yaptığı ve bundan sonra ne yapması gerektiğidir. Öncelikle böyle bir skandala karşı saf tutarken cepheyi “Altılı Masa” bileşenleri ile sınırlamak hatadan öte, ayıptır. Fiilen veya tavır olarak orada olanları yok saymak, siyaseten nezaketsizliktir, hatta izansızlıktır. Çünkü ortadaki başarı, o otobüsün üstünde olmayanlar sayesindedir. Cumhurbaşkanlığı seçiminin sonuçlarını belirleyecek olan da aynı iradedir. AKP’nin galiz küfürler ile aşağıladığı HDP’yi, “Anayasa görüşmeleri” sürecinde muhatap aldığı düzlemde, HDP ile birlikte saf tut(a)mamak ve AKP’nin Yenikapı Mitingi’nde yaptığı ayrımcılığı tekrarlamak AKP’den korkmaktır. Demokrasi mücadelesi korkarak verilmez. AKP’den korkan AKP gibi olur…