Dokunma Keyfine: Gelir Dağılımı Adaletsizliği Üzerine Ekonomi-Politik Bir Deneme

Dokunma Keyfine: Gelir Dağılımı Adaletsizliği Üzerine Ekonomi-Politik Bir Deneme
Gelir dağılımı adaletsizliği çoğu ülkede olduğu gibi ülkemizde de geçmişten günümüze önemli bir sosyoekonomik sorun olarak masada durmaktadır.

* HALİL İBRAHİM AYDIN

Âşık Mahzuni Şerif’in yıllar evvel kaleme aldığı “Dokunma Keyfine Yalan Dünyanın” isimli şiirindeki “kimi hızlı gider uzun yol tutar / kimi altın satar, kimi pul yutar / kimi soğan bulmaz, kimi bal yutar / kimi parmağını yalamış gider” ifadeleri, gelir dağılımındaki eşitsizliği, adaletsizliği gözler önüne serip, bir nevi iktisadi ve siyasi tarih dersi özeti sunar. Toplumda yaşayan herkesin bir şekilde bu dizeleri okuduğu, türkü formunda dinlediği, yaşadığı ya da hissettiği gözetildiğinde, bahse konu sosyoekonomik sorunun geçmişte olduğu gibi günümüzde de tat kaçırmaya devam ettiği kanaatindeyim. Aynı meseleye başka bir zaviyeden bakan Necip Fazıl Kısakürek ise meseleyi “bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul / bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa” dizeleri ile vurgulamıştır. Bu dizelerden de anlaşılacağı üzere gelir dağılımı adaletsizliği çoğu ülkede olduğu gibi ülkemizde de geçmişten günümüze önemli bir sosyoekonomik sorun olarak masada durmaktadır. Bu eşitsizlik küresel düzlemde ülkeler arasında yaşandığı gibi ülke içinde bölgesel düzlemde hatta bireyler arasında da kendini gösterir. Tarihsel süreçte oranı değişse de eşitsizlik her daim kendini hissettirmiştir.

Dokunma Keyfine şiirinin kaleme alındığı yıllardan bu yana ülkenin kronik sorunu olan gelir dağılımı adaletsizliği ile yoksulluk zaman içerisinde kendini sanatın her türüyle göstermiştir. Bu durum kimi zaman bir şiirde, türküde kimi zaman Yeşilçam filmlerinde ve her daim halkın sinesinde hissedilmiştir. Bir kuşak söz konusu adaletsizliği sonuna kadar yaşarken, bir kuşak ise filmler, türküler ve şiirler sayesinde yaşanan yokluğu, yoksulluğu, dahası kaynak dağılımındaki adaletsizlikleri öğrenmiştir. Zaman geçmiş, çok şey değişmiş, ancak Orhan Veli şiirleriyle başlayan yoksulluk dizeleri Mahzuni Şerif ile gelir dağılımı eşitsizliği şeklinde devam etmiş ve sızısı değişmemiştir. Gelir dağılımı adaletsizliği sonucunda oluşan yoksulluk, anlamı itibarıyla içinde yokluğu barındırdığı için ilk etapta bu kavramlar birer iktisadi terim olarak düşünülebilir. Ancak sonuçları itibarıyla siyasetten hukuka, sosyolojiden psikolojiye kadar çoğu alanla etkileşimi olan kavramlardır.

Gelir Dağılımı ve Yoksulluk

Ekonomi yazınında gelirin bölüşümü olarak bilinen gelir dağılımı hususu kaynak dağılımında adalet gibi farklı akademik kavramlarla açıklanabilir. Şayet gelir bölüşümünde sorun var ise gelir eşitsizliği, gelir dağılımında adaletsizlik ya da kaynak dağılımı adaletsizliği ile bölüşüm sorunu gibi farklı açıklamalarla ifade edilebilir. Sorunun çözümü için tanımlanması ve sınırlarının çizilmesi son derece önemlidir. Bu bağlamda gelir dağılımı, bir ülkede belirli bir dönemde bulunan gelirin, bireyler, hane halkları ve üretim faktörleri arasında bölünmesi neticesi aldıkları pay şeklinde ifade edilebilir. Diğer bir ifade ile var olan gelirin nasıl paylaştırıldığı, dağıtıldığı meselesidir. Gelirin az sayıda insan arasında yüksek düzeyde dağılımı sosyal yapı içerisinde eşitsizlik ve adaletsizlik olarak algılanır. Söz konusu eşitsizlikten payına düşeni alan toplumun geri kalanı ise yokluk ve yoksulluk ile mücadele verir. Gelir dağılımı ile yoksulluk arasındaki yakın ilişki de burada düğümlenir. Bir toplumda gelir dağılımı adaleti ne denli iyiyse diğer parametrelere yansıması da o kadar olumlu olur. Tersten düşünüldüğünde, adaletsizlik arttıkça sosyal yapıda nizam, huzursuzluk ve ahlaki sorunlar da kendini gösterebilir. Burada adaletten kasıt, bir ekonomide var olan gelirin, o geliri elde edenler arasındaki adil dağılımı ya da bölüşümüdür. Bu bölüşümü etkileyen pek çok faktör söz konusudur. Nüfus, işsizlik, eğitim, vergi politikaları, enflasyon, teknoloji ve küreselleşme bunlardan bazılarıdır. Gelişmekte olan ülkeler için hepsinin tanıdık kavramlar olduğunu özellikle belirtmeliyim. Hakeza, planlı kalkınma yılları itibarıyla hazırlanan beş yıllık kalkınma planlarında da gelir dağılımı adaletsizliği hususuna yer verilmiş ve çözümlenmesi için politika önerileri geliştirilmiştir. Ancak sorun devam etmekle beraber, özellikle son yıllarda yaşanan enflasyon başta olmak üzere göç gibi diğer tetikleyici parametrelerden dolayı söz konusu eşitsizliğin daha da derinleştiğini söylemek mümkündür.

Gelir dağılımı adaletsizliğini ölçme noktasında birçok ölçüm aracı geliştirilmiş olmasına karşın kullanılan en temel gösterge Gini katsayısıdır. Söz konusu katsayı İtalyan istatistikçi Corrado Gini tarafından 1912 yılında geliştirilmiştir. Bu katsayı, 0 ile 1 arasında değişen ve buna göre yorumlanan bir göstergedir. Gini katsayısı 1’e doğru ilerledikçe gelir dağılımının bozulduğu, 0’a doğru yönelmesi durumunda ise gelir dağılımı adaletinin düzeldiği anlamı çıkmaktadır. Özetle, bu gösterge ile kişi başına düşen gelir dağılımı adaletsizliği hakkında yorum yapılabilmektedir. Cumhuriyet tarihi kadar köklü olan bölüşüm sorunu ve yoksulluk her daim politika yapıcıların masası üzerinde yer alan gündem maddelerindendir.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından 27 Aralık 2024 tarihinde açıklanan Gelir Dağılımı İstatistikleri (2024) incelendiğinde, en yüksek eşdeğer hane halkı kullanılabilir fert gelirine sahip yüzde 20’lik grubun toplam gelirden aldığı pay yüzde 48,1 iken, en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun aldığı pay ise yüzde 6,3’tür. Buradaki matematik çok yalın olup, en yüksek gelirli yüzde 20’lik grup ile en düşük gelirli yüzde 20’lik grubun milli gelirden aldıkları pay arasında büyük bir fark varsa, gelir dağılımında eşitsizliğin büyük olduğu kabul edilir. Bu bağlamda, bölüşümdeki adaletsizliğin ne ölçüde olduğu rakamlardan net bir şekilde anlaşılmaktadır. Elbette bu hususun şiirlere, türkülere yansıması da şaşırtıcı olmasa gerek. Bunun yanı sıra TÜİK’e göre en düşük gelir TRB2 bölgesi, yani Van, Muş, Bitlis ve Hakkâri illeri olurken, gelir adaletsizliğinin en fazla olduğu il ise İstanbul’dur. Söz konusu İstanbul olunca konunun çok boyutlu tahlili de kritik önem taşır. Zira köyden kente göçün yaşandığı tarihten günümüze İstanbul hep ön planda olan bir kenttir. Göçün, sanayinin, ekonominin, işin ya da işsizliğin, bilhassa gelir dağılımında bölüşüm meselesinin ve yoksulluk sorunlarının öznesi olarak konumlanmıştır. Başlı başına başka bir yazının ana düşüncesi olsa da burada da ayrı bir pencere açmadan geçemedim.

Asgari Ücret

Gelir dağılımı adaletsizliği ve yoksulluk ekseninde konuyu tahlil ederken bir pencere de Türkiye’de asgari ücret meselesine açmanın önemli olduğu kanaatindeyim. Nitekim kamuoyunun her daim gündeminde olan asgari ücret hususu da kaynak dağılımında adalet konusunun muhtevasında barınır. İnsanların asgari gelir düzeyinin belirli bir çıtanın altına düşmemesi de bu adalet mantığı ile açıklanır. Doğal olarak asgari ücret hesaplanırken bir kişinin yaşam maliyeti, açlık sınırı, yoksulluk sınırı göz önüne alınarak değerlendirme yapılmalıdır. Ancak bir yanda asgari ücret zammı öte yanda enflasyon ve makroekonomik göstergelerin varlığı süreci etkilemektedir. Ekonominin bir denge oyunu ya da arayışı olduğu realitesi de burada başlamaktadır.

Resmî Gazete’nin 01.08.2004 tarih ve 25540 sayılı Asgari Ücret Yönetmeliği’ne (madde 4/d) göre, “Asgari ücret: İşçilere normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücret” şeklinde açıklamaktadır. Buradan hareketle az evvel neden İstanbul’a dikkat çektiğimi tekrar detaylandırmak isterim. Diğer tüm kentler için yaşamanın maliyeti her geçen gün artarken İstanbul’un kendine has bir ekonomik gelir-gider dengesinin olduğu aşikârdır. Bu minvalde asgari ücretli bir işçinin gıda, konut, giyim, ulaşım, sağlık ve kültür gibi giderleri bu matematikle nasıl karşılayacağı büyük bir muammadır. Tüm bu açıklamalar ışığında, sosyal yapı içerisinde bir eşitsizlik, adaletsizlik durumu söz konusu olduğunda güvene dayalı sosyal sermaye zedelenir, dahası sosyal dışlanma kendini gösterir. Sosyal sermaye ki kalkınmanın kilit anahtarıdır. Bu durum sadece ekonomik değil aynı zamanda sosyal ve politik bir durumdur.

Türkiye’de gelir dağılımı eşitsizliği ve yoksulluk sadece bugünün sorunu değildir; yazının başında da belirttiğim gibi geçmişi uzun yıllar öncesine dayanan sosyoekonomik sorunların başında gelir. Kaynak dağılımında bölüşüm meselesi küreselleşme, nüfus, göç dalgası ve enflasyondan ciddi anlamda etkilenir. Burada devreye ekonomi politikası girmektedir. Nitekim ekonomi politikasının amacı tam istihdam, fiyat istikrarı, büyüme, dış ticaret dengesi ve adil gelir dağılımını sağlamaktır. Bu amaç için para ve maliye politikası başta olmak üzere önemli araçlar sorunun çözümü için uygulanmaktadır. Söz konusu sorun gelişmiş ülkelerde de görülebilir ancak özellikle gelişmekte olan ülkelerin ortak sorunu, gelir dağılımında eşitsizliğin varlığıdır. Bu eşitsizlik denkleminde zengin daha da zenginleşirken, yoksulun ise yokluğu, yoksulluğu derinleşmektedir. Bu derinliği Mahzuni Şerif’ “yoksulun sırtından doyan doyana / bunu gören yürek nasıl dayana / yiğit muhtaç olmuş kuru soğana / bilmem söylesem mi söylemesem mi” dizeleriyle halkın gündeminde tutmuştur.

Sanat, politikanın ötesinde olanı yalın bir şekilde topluma sunduğu için dönemsel olarak yaşanmışlıklara da ışık tutar. Aslında bu dizelerden hareketle ekonomi politikasının geliştirilmesi ve hangi göstergelere ağırlık verileceği de belirlenebilir. Bu noktada enflasyonla mücadele asgari ücretli, emekli ve çalışanların yanı sıra tüm kesimlerin elbirliği ile aşılabilecek bir husustur. Enflasyonla mücadele neticesinde gelir dağılımı adaleti de payını alır. Özetle, her anlamda adaletin sağlanması, eşitsizliklerin giderilmesine katkı sunulur.

Ne dedimse halka hiç yaramadı / ben gittikten sonra ararlar beni” diyen Mahzuni Şerif’i bilvesile saygıyla, rahmetle anıyor, adaletsizliğin yaşandığı her yerde ve konuda zorda kalanlar adına sanatla, şiirle dokunuyorum yalan dünyanın keyfine… Yoksulluğun minimize edildiği, gelir dağılımında adaletin, eşitliğin, adil bölüşümün olduğu yarınlar umut ediyorum.

*Bu yazı perspektif.online sitesinden alınmıştır.

Öne Çıkanlar
Perspektif