Çağrı Cihazları, Telsizler ve Ötesi: İsrail Pilli Her Şeyi Patlatabilir mi?
*AHMET MURAT HAZİNE
Dünya birkaç gündür İsrail’in Lübnan’da Hizbullah’a karşı yürüttüğü “sıra dışı” saldırıya odaklandı. Bu şoke edici saldırının icra edilme biçimine bakıldığında, dünyanın dikkatini çekmiş olması pek de anormal değil. Lübnan’da Hizbullah üyelerinin kullandığı çağrı cihazlarını patlatan İsrail, bölgedeki en büyük düşmanlarından birinin ceplerinin içine kadar girebildiğinin mesajını da vermiş oldu. İstihbarat konularında İsrail’in güç merkezlerine yakınlığıyla bilinen Walla internet sitesinin haberine göre, İsrail Başbakanı Netanyahu bu haftanın başında üst düzey birkaç bakan ve istihbarat kurumlarının temsilcileriyle yaptığı toplantıda kendisine sunulan operasyon önerisini kabul ederek Lübnan’daki kablosuz iletişim cihazlarının patlatılmasını onayladı. Bu onay aslında harp tarihi boyunca alışılmış elektronik harp saldırılarının oldukça dışında ve psikolojik boyutu operatif zemininden çok daha güçlü bir saldırı yönteminin de kapılarını açmış oldu.
Acaba şarj edilebilir bir pil taşıyan ve radyo frekans üzerinden veri gönderip alan yahut sadece gönderen veya alan cihazların her biri potansiyel bir suikast silahı olarak değerlendirilebilir mi?
“Dijital Vaha”
BBC Güvenlik Muhabiri Frank Gardner’ın 2013 yılında yayınladığı bir haberde MI5’ın üst düzey yöneticilerinden Andrew Parker’a atıfla militanların kendi aralarında özgürce iletişim kurabilecekleri bir “dijital vaha” arayışında oldukları aktarılıyordu. Anlaşılan o ki Lübnan’da Hizbullah kendi kablolu telekomünikasyon ağından daha hızlı ve daha güvenli bir iletişim ağı kurarak kendi özel birimlerini süratle konsolide edebileceği bir “iletişim vaha”sı oluşturmak istedi. Ancak sürecin hangi aşamasında bu amacın İsrail tarafından öğrenildiği, ağın kurulması için uzun süredir işleyen tedarik zincirinin ne kadarına nüfuz edildiği ve nitekim Hizbullah’ın kablosuz iletişim ağının ne kadar süreyle izlenerek hangi aşamada hedef alındığı hususları muğlaklığını koruyor.
Şu aşamada bilinenleri bir araya getirdiğimizde İsrail’in bu operasyonu doğrudan Başbakan onayıyla gerçekleştirdiğini ve Hizbullah’ın hedef alınan iletişim ağını İran’ın onayıyla kurduğunu anlayabiliyoruz. Zira İsrail, operasyonla ilgili kritik bilgileri tartışılması için zamana yayarak sızdırıyor. Öte taraftan İran’ın Beyrut Büyükelçisi’nin dahi yaralanması da gösteriyor ki İsrail’in hedefi, ucu İran’a kadar uzanan bir seferberlikle kurulan iletişim ağıydı ki bunun da doğrudan İran’ın en üst seviye karar vericilerinin onayı olmadan gerçekleşmesi mümkün değil.
Konunun istihbari ve askeri boyutlarından bağımsız olarak elbette hâlâ tartışılan bir teknik boyutu var. Gündeme Beyrut’taki patlama zinciriyle düşen ancak daha sonra Hizbullah militanlarının faal durumda bulunduğu Ortadoğu’nun pek çok bölgesinde gerçekleştiği anlaşılan İsrail saldırısının temelinde “çağrı cihazı” olarak bilinen sistemler bulunuyor. Esasen çok da karmaşık olmayan ve UHF bandında yayın alan çağrı cihazlarının uzaktan erişimle patlatıldığı bir olay daha önce kayıtlara geçmemişti. Çatışma sahalarında “düşman” unsurlardan ele geçirilen telsizlerin fiziksel olarak tuzaklandığı yahut telsiz sistemlerinin patlayıcıları infilak ettirmek için kullanıldığı elbette bilinen bir husustu. Ancak burada ya telsiz cihazı istihbari değerinden ötürü ele geçirilmek isteneceği için kendi içerisine yerleştirilen patlayıcıyla tuzaklanıyordu ya da uzaktan gönderilen tek kullanımlık bir sinyalle havaya uçuruluyordu. Binlerce çağrı cihazının aynı anda patlatıldığı bir hadise bu nedenle teknik açıdan incelemeye muhtaç bir husus.
Ancak son saldırı sonrası İsrail tarafından oluşturulan korku ortamının bağlamından koparılarak bir psikolojik harp unsuru olarak kullanıldığını görmek için laboratuvara ihtiyaç duymuyoruz. Hassaten İsrail’in 7 Ekim’de kaybettiği itibarın ne kadarını geri kazansa kâr saydığı keskin bir psikolojik harp icra ettiğini düşündüğümüzde, ortaya çıkan dehşeti kullanması kendi açısından oldukça makul görünüyor. Ne var ki yaşanan saldırı ne bütün şarj edilebilir pil taşıyan sistemlerin İsrail tarafından havaya uçurulabileceğini gösteriyor ne de havaya uçurulan türden cihazların tümden güvensiz olduğunu. Çünkü saldırının, teknik ve elektronik boyutlarına eşdeğer bir saha operasyonu da olduğunu elektronik üzerine çalışan hemen herkes anlamış olmalı. Diğer bütün detaylardan önce biliyoruz ki patlamanın aynı anda gerçekleşebilmesi, cihazların üzerinde bulunan alıcılara aynı anda belirli bir sinyalin ulaşmasıyla mümkün. Zira bahsedildiği şekilde sistem içerisindeki kontrol birimlerine yoğun şekilde data göndererek ısınma yoluyla bir patlamanın gerçekleşmesi durumunda bir eşzamanlılıktan söz etmek mümkün olmayacaktı.
Burada devreye “Öyleyse nasıl” sorusu giriyor.
Belirsizliği Azaltmak
Esasen istihbarat dünyasında bir konunun bağlamını anlamak “belirsizliği azaltmakla” mümkündür. Hizbullah’ın uğradığı saldırıyla ilgili belirsizliği azaltmak ise ancak ihtimalleri elemekle mümkün olabilir.
Gold Apollo üretimi ve AR924 tipi cihazlar şirketin Tayvan’daki ana laboratuvarlarında üretilmiyor. Şirketin yaptığı açıklamaya göre şirketin marka kullanım haklarını devrettiği BAC isimli organizasyonun merkezi Macaristan. 2022 yılında kurulan şirket Budapeşte’nin 14’üncü bölgesinde bir binayı adres olarak kullanıyor ancak bu binada bir atölyenin bulunması çok olası değil. Uluslararası ticaret veri tabanlarına göre BAC’nin sahibi tek bir kişi ve başka bir şirketle yahut organizasyonla görünür bir bağı yok. BAC Consulting daha ziyade telekomünikasyon ürünlerinin satışına yönelik ülkeler arasında bir teknoloji işbirliği geliştirmeyi hedeflediğini ifade eden bir şirket. Nitekim kayıtlara göre 2022 yılında 725.000 Amerikan doları, 2023 yılında ise 593.000 Amerikan doları net ciro elde etti. Şirketin hem CEO’su hem de kurucusu ise Cristiana Bársony-Arcidiacono isminde biri ve LinkedIn’e göre şirkette çalışan başka biri de yok. Muhtemelen 2023 yılına ait 593.000 Amerikan doları tutarındaki net ciro yahut 2024 yılındaki benzer miktarda bir ciro Hizbullah’ın temin ettiği ürünler karşılığı şirketin aldığı ödeme. Peki Hizbullah görünür bir sahibi olmayan Macaristan’daki bir şirkete nasıl güvendi ve bu ürünleri nasıl aldı? Anlaşılan o ki şirketin bir atölyesi dahi yok. Bu durumda teknik boyutu da yakından ilgilendiren bir başka soru ortaya çıkıyor: Tayvan’daki şirketle hiç de moda olmayan çağrı cihazları üretmek üzere lisans anlaşması yapan Macaristan merkezli şirket, aslında en başından itibaren İsrail istihbarat topluğunun bir paravanı olabilir mi? İsrail bu soruya kapsamlı bir yanıt verene kadar bunu bilmemiz mümkün değil ancak bu ihtimali ortadan kaldıracak görünür bir veri de bulunmuyor.
AFP tarafından servis edilen ve Gold Apollo markalı çağrı cihazlarında kullanılan PCB’leri gösteren fotoğraftan anladığımız kadarıyla, ya Tayvan merkezli şirketin orijinal kartları temin edilerek üzerinde düzenleme yapılmış ya da kart üzerindeki belirtici ibarelere kadar dikkatle taklit edilerek sahtesi üretilmiş. Fotoğrafı yayınlayan ve elektronikle ilgilenenlerin yakından takip ettiği The Radio Research Group her ne kadar PCB sistemlerinin en baştan üretilmesinin daha kolay yol olduğunu söylese de İsrail’in bu kadar uzun bir yolu seçmesi gereksiz. Çünkü Gold Apollo ile yapılan lisans anlaşması neticesinde alt birimlerin temini hem üretici şirket için hem de alt lisansla üretim yapan paravan şirket için daha kârlı bir seçenekti.
Reuters’a konuşan Hizbullah kaynakları da Mossad’ın çağrı cihazlarına elektronik tarama ve fiziksel muayeneyle tespit edilemeyecek miktarda patlayıcı entegre ettiğini söyledi. Tahminen pile yerleştirilen 3 gram kadar bir hassas patlayıcıdan bahsediyoruz. New York Times’a konuşan ve ismini vermeyen bazı yetkililer de cihazın belli bir modülasyonda gelen sinyali alınca patlayacak bir tetik mekanizmasına sahip olduğunu söylüyor. Çağrı cihazlarının patlamasından iki gün sonra infilak eden ICOM telsizler de benzer bir hikâyeye sahip. Japonya’daki ana üretici, tuzaklanan telsizleri kendilerinin ürettiğini doğrulayamıyor.
Cihazlar Nasıl Üretildi?
Yukarıda ortaya konulan detaylar aslında teknik boyutun doğrudan bir parçası değil ancak teknik kısımdaki en büyük açmazın cevabı da burada. Patlayan cihazlar nasıl üretildi? Binlerce elektronik çağrı cihazının üretim süreci normal şartlarda belli bir sırayla gerçekleşir. Sistemin alt bileşenlerinde kullanılacak komponentler belirlenir, bu komponentlerin nasıl bir devre şemasıyla bir araya getirileceği ortaya konur, prototip devre bileşenleri (güç elektroniği birimleri, modülatörler, demodülatörler, antenler, kripto kartları, kontrol kartları, pil ve şarj sistemleri, koruma sistemleri vb.) üretilir, prototip test süreci yürütülür ve en nihayetinde stabil ürünün seri üretimi planlanır. Seri üretimde ise insan müdahalesi prototipe göre çok daha azdır. Belirlenen komponentler PCB üzerine nitelikli dizgi makineleri kullanılarak yerleştirilir ve ortaya çıkan ürün sadece fonksiyon testlerinden geçirilerek nihai görünümüne kavuşturulur. “Bu yapının hangi aşamasına İsrail tarafından nüfuz edildi” ve “tam olarak nasıl bir sistem kurgulandı” gibi soruların cevabı bu nedenle tam olarak sistemleri üreten şirkette gizli. Çağrı cihazlarına ağırlık olarak düşük ancak tesir yönü güçlü patlayıcıların konulması, bu patlayıcıların fünye sisteminin uzaktan erişilebilecek bir radyo frekans alıcısıyla tetiklenecek hale getirilmesi ve bu sürecin bütün cihazlarda sorunsuz şekilde işletilmesi neredeyse cihazın orijinaline benzer bir seri üretim süreci gerektiriyor. Akla en yatkın senaryo İsrail’in Hizbullah’ın talep ettiği cihazların üretim sürecine Macaristan üzerinden tedarik sürecinde müdahil olduğu şeklinde.
Ancak bu durumda da ortaya başka bir soru çıkıyor: “Oldukça kompleks elektronik sistemler kullanan ve kendi içerisinde hususi bir elektronik birimi bulunan Hizbullah bu cihazları hiç kontrol etmeden mi aldı?” Yani alınan cihazlar çoktan seçmeli şekilde parçalanarak içerisinde bir değişim olup olmadığı hiç kontrol edilmedi mi? Sonsuz ihtimaller evreni burada da çeşitleniyor. Elbette paralel bir seri üretim gerçekleştirebilecek altyapıyı haiz İsrail’in cihazın orijinal görünümü ve fonksiyonlarını koruyarak bu sistemi muayeneden geçirmesi mümkün. Ne var ki Hizbullah veya İran’ın bu türden özel unsurlara dağıtılan bir cihazı kapsamlı şekilde analiz etmemiş olması da büyük bir zafiyeti işaret ediyor. Öte taraftan cihazların Hizbullah’ın kendi elektronik birimi tarafından programlanıp programlanmadığını bilmiyoruz. Cihazların İsrail’in eline geçme ihtimaline karşı içine imha amaçlı bir devrenin konulmuş olması, bu devrenin cihaza erişen özel bir veri yahut DTMF tonu ile aktif edilecek şekilde tasarlanması imkânsız görünmüyor.
İsrail’in cihazı ele geçirmiş olması ve içerisindeki protokolü çözmesi olasılık dışı değil. Nitekim 450-470 mHz arasında yayın alan cihazın tonlarıyla birlikte gönderilen bütün radyo frekanslarına nasıl tepki verdiğini çözmek uzun bir süreç gerektirmiyor. Dolayısıyla operasyon ister İsrail’in Tayvan yahut Macaristan üzerinden sürecin tamamına nüfuzuyla isterse de cihazı ele geçirerek çözümlemesi yoluyla gerçekleşmiş olsun ortada İsrail’in bir sinyal göndererek binlerce insanı aynı anda öldürebildiği yahut yaralayabildiği olağanüstü bir evrenden bir söz etmiyoruz. Çok büyük ihtimalle İsrail’in bir elektronik taarruz podu takılmış İHA yahut insanlı uçakla havadan karaya gönderdiği yayını alan tuzaklı bütün çağrı cihazları patladı yahut patlatıldı. Bu sürecin en sonunda İsrail’e, karşı konulamaz şekilde “şarj edilebilir pil taşıyan bütün sistemleri silaha dönüştüren güç” sıfatı atfetmek bilimsel bir temele oturmuyor. Eğer böyle bir gücü olsaydı herhalde Gazze şeridinde her gün vurulan tanklarını ve zırhlı araçlarını profesyonel fotoğraf makineleriyle kaydeden Kassam Tugayları mensuplarını da aynı şekilde hedef alarak çok daha rahat bir savaş yürütmeyi seçerdi. Yahut telsiz taşıyan her militanı hem Suriye’de hem Irak’ta hem Lübnan’da hem de Yemen’de yahut Filistin’de oldukça düşük maliyetli operasyonlarla saf dışı bırakabilirdi. Haliyle burada elektronik harp araçları ve saha operatörlerinin birlikte kullanıldığı hibrit bir istihbarat operasyonundan söz ettiğimizin bilinmesi gerekiyor.
Muhtemelen bir yıldan uzun süredir planlanan bir operasyon neticesinde Hizbullah’ın tedarik ettiği çağrı cihazları ve telsizlere nüfuz eden İsrail’in bu saldırısı, örgütün kablosuz iletişim ağını tamamen çökertti. Çünkü artık telsiz kullanan bir Hizbullah militanının kendisini güvende hissetmesi olası değil. Teknik açıdan Hizbullah, çözümü uzun sürecek bir sorun evrenine girse de İsrail’in, örneğin cep telefonlarını ya da televizyonları istediği her an havaya uçurabileceği yönündeki teorilerin bu saldırı özelinde temellendirilebileceği bir detay bulunmuyor.
Elektronik harp alanı oldukça karmaşık ve bir o kadar da izahı zor bir alan. Lübnan merkezli saldırıların elektronik harp araçlarıyla gerçekleşmiş olması ve Hizbullah’ın aslında elektronik harp ve kestirmeye karşı koyma amacıyla aldığı cihazlar üzerinden bu darbeye maruz kalması, sektörün profesyonellerini geleneksel her şeyi sorgulamaya itiyor. Normal şartlar altında hem elektronik hem de siber güvenlik açılarından akıllı telefonların daha riskli olduğu ön kabulüyle dijital telsizlere yahut çağrı cihazlarına geçildiğini hepimiz biliyoruz. Örgüt içi iletişimlerde de mümkün mertebe geleneksel yöntemlere dönüldüğü sır değil. Aslında çağrı cihazlarının tekrar revaç bulması da bununla ilgiliydi. Bu sistemlere de saha istihbaratı vasıtalarıyla nüfuz edilmesi İsrail gibi Birim 8200 türü özel elektronik ve siber unsurları olan yahut NSA gibi kapsamlı küresel tespit sistemleri kullanan istihbarat kurumlarına karşı koymak için örgütleri yahut devletleri yeni arayışlara sevk edecektir. Zira “meşakkatin teysiri en hızlı celp ettiği” sahaların başında savaş bölgeleri bulunuyor. Örgütlerin inşa edeceği yeni “iletişim vaha”larının niteliği bu kez istihbarat servislerinin çarklarını farklı yönlere sevk edecek. Geleneksele dönüşün çözüm üretemediği yerde, X bandı ve üstündeki frekanslarda tasarlanmış kriptolu iletişim sistemlerinin kriptolarının düzenli aralıklarla yenilenerek kullanılması, Çin’in de İran’ın da yeterli niteliklere sahip komponentlere sorunsuz teknolojik erişim bulduğu bir evrende artık hayal değil.
* Bu yazı perspektif.online adresinden alınmıştır.