176 Yıllık Öğretmen Yetiştirme Serüvenimiz: Bir Arpa Boyu Yol!
* MUSTAFA GÜNDÜZ
Modern zihniyet, teolojik ve metafizik referanslardan sıyrılmış bilgiye dayalı bir dünyada devletin en üst katmanda yer aldığı bir merkezileşme, rasyonelleşme, standartlaşma ve uzmanlaşma düzenidir. Bu devletin inşasında ekonomi başrolü oynarken, bilim-teknik-teknoloji, modern ordu, modern eğitim ve bürokrasi de birbirine içkin halde gelişmiştir. Modern eğitim sisteminin önemli kurumu şüphesiz okul ve ona ilişik müfredat, öğretmen, müfettiş gibi unsurlardan teşekkül etmiştir. Devlet kontrolündeki kamusal eğitim ile yönetim biçimi, ideolojiler, ekonomi ve toplumsal hayatın tasarımı arasında da sıkı bir bağ vardır. Burada kritik rol ve statüde yer alan eğitim unsuru öğretmenler olmuş ve mutasavver kitlenin yetiştirilmesi için Fransız İhtilali sonrasında ilk kurumlar (Institut de France-1795, École de Normale-1808) ortaya çıkmıştır. Devlet kontrolünde merkezî eğitimin inşası ve sürdürülebilmesi ancak nitelikli öğretmenlerin yetiştirilmesiyle mümkün olabileceğinden École de Normale 1845’te École de Normale Supérieure (Yüksek Öğretmen Okulu) haline gelmiştir. Aynı zamanda benzer kurumlar Prusya’da, İngiltere’de ve Rusya’da da görüşmüştür. 19’uncu yüzyılın son çeyreğine gelindiğinde, Avrupa ülkelerinin her birinde yüzlerce farklı öğretmen okulundan bahsetmek mümkündür.
Modernleşmenin İlk Adımları
Osmanlı Devleti’nin modernleşmesi büyük ölçüde III. Selim dönemi yenilikleriyle başlasa da askerî ve tıbbî eğitimin ilk modern örnekleri II. Mahmut döneminde kurulmuş, Tanzimat sonrasında yaygınlaşmaya başlamıştır. Batı’daki gelişmelere paralel olarak Osmanlı Devleti’nde de kadim olanın dışında yeni bilgi ve becerilerle donanmış bir öğretmen (muallim) tipinin yetiştirilmesi için ilk defa 16 Mart 1848’de Darülmuallimîn-i Rüştî (Erkek Muallim Mektebi) adında bir öğretmen okulu açılmıştır. Kısa süreli bocalamadan sonra bu kurumun başına çalışkanlığı, yeni fikirlere açık zihni ve zekâsıyla dikkati çeken dönemin meşhur âlim-bürokratı Ahmed Cevdet Paşa 1851’de müdür sıfatıyla atanmıştır. Bu sıra dışı, cevval Tanzimat bürokratı ve devlet adamı Cevdet Paşa’nın ilk işi, öğretmen okulunun kapsamlı bir nizamnamesini (yönetmelik) hazırlamak olmuştur. Burada, ilk öğretmen okulu programı, talebe kabul şartları, eğitim ve öğretim pratikleri, mezuniyet ve atama şartları gibi bir dizi dikkat çekici ayrıntı yer almıştır. Bilim dünyasına ilk defa Yahya Akyüz tarafından tanıtılan bu nizamname, talebelerin alması gereken modern dersler, atamaya dayalı planlı talebe kabulü, çalışanı ödüllendirme, burs, öğretmene her bakımdan değer verme gibi nitelikleri bakımından bugünün ölçülerinde bile hayli ilerici-çağdaş bir muhtevaya sahiptir. Örneğin, nizamnameye göre, devletin yeni açtığı mekteplere ancak Darülmuallimîn mezunlarının atanabileceği kararlaştırılmıştır.
Ancak aradan 10 yıl kadar geçtikten sonra hem hızla artan okul sayısı hem de şartların değişmemesi ve Darülmuallimîn’in kendi statüsünde nicel bir gelişmeye gitmemesi yüzünden ister istemez ilk defa alan dışından atama örnekleriyle karşılaşılmıştır. Öğretmen okulu mezunlarının bu durumu bir haksızlık ve gelecekleri açısından risk olarak gördüklerinden Sadarete dilekçe vererek alan dışı atamanın durdurulmasını istemeleri, kısa sürede sıkı bir meslekî bilincin inşa edildiğini göstermesi bakımından ilginçtir.
Hızla ve el yordamıyla gelişen Osmanlı modern bürokrasisi ve modern eğitim sisteminin düşe kalka ilerlediği Tanzimat döneminin önemli yeniliklerinden biri de kuşkusuz Darülmuallimât’ın (kadın öğretmen okulu) 1870’te açılmasıdır. Dönemin Maarif Nazırı Safvet Paşa’nın kız çocuklarının okutulmasının önemi ve kadın öğretmen yetiştirmesinin devlet ve toplum için elzem olduğunu belirten konuşmasıyla başlayan süreç, modernleşen ülkeler arasında oldukça ilerici bir adım olarak değerlendirilmektedir. Dünya genelinde kadınların yükseköğretime eşit ve özgür erişim tarihine bakıldığında, Osmanlı Darülmuallimât’ı ilk tecrübelerden biri olarak dikkati çeker. Temel dinî bilgilerin yanında kadın ve anne rolünü de yükseltecek geleneksel ve modern derslerle dolu müfredat, kısa sürede seçkin bir kadın kitlesinin doğmasına vesile olmuştur. Açılışından 10 yıl kadar geçtikten sonra Fatma Zehra Hanım örneğinde olduğu gibi ilk kadın idareciler, Ayşe Sıdıka gibi yazar muallimler, gazeteciler ve farklı meslek mensupları bu okuldan yetişmiştir.
Ulus-devletlerin teşekkül devrinde öğretmenlerin ne kadar kritik bir rolde olduğunu gören politik önderler, özellikle ulusal bilincin, millî dilin, edebiyatın ve kültürün inşasında ve yaygınlaştırılmasında onlardan faydalanmayı ihmal etmemişlerdir. Bu realiteyi özünden fark edenlerden biri de kuşkusuz II. Abdülhamid dönemi eğitim politikacılarıdır. Küçük Said Paşa ve Münif Paşa başta olmak üzere, Mizancı Murat, Yusuf Akçura, Hüseyinzâde Ali gibi Orta Asya Ceditçilerinin de katkısıyla Osmanlı askerî ve mülkî modern mekteplerinde etkili öğretmen tiplerinin varlığı söz konusu olmuştur. Modernleşme ve ulus-devlet inşasında ihmal edilen konulardan biri olsa da, öğretmenler 19’uncu yüzyıl sonu, 20’nci yüzyıl ortalarına kadar meydana gelen alt-üst oluşlarda sanıldığından çok daha fazla etkiye sahiptir. II. Abdülhamid dönemi muhaliflerinden çoğunun ve Jön Türklerin kahir ekseriyetinin memur sıfatları yanında muallimlik vasıflarının da olması, modern Türkiye’nin inşasında rol alan her kesimden öncülerin fikir/aksiyon dünyalarının inşasında öğretmenleri başat noktaya çekmektedir.
I. Abdülhamid döneminde Bağdat’tan Girit’e, Kosova’ya ve Yanya’ya varıncaya kadar sayısı 35’i geçen öğretmen okulu açılmıştır. Devlet ve toplum için hayati rol ifa eden muallimlerin meslekî donanım ve şuurlarının gelişmesinde II. Meşrutiyet döneminde özellikle Emrullah Efendi, Mustafa Satı, İsmayıl Hakkı Bey gibi yetkin eğitimcilerin ciddi katkıları vardır. Buna karşın devletin daha çok idadî/lise bina ve muallimlerini önemsediği, malî ve özlük hakları bakımından ilk ve orta muallimliklerinin sözde önemli olmasına karşın pratikte daima sıradanlaştırıldığı da bir gerçektir. Aynı zamanda her devlet memurunun kolaylıkla temin edilen sertifikalarla öğretmenlik yapabilmesi öğretmenliğin kurumsallaşmasını engelleyen tecrübelerden biri olmuştur.
1. Meşrutiyet eğitimcileri, “Bilen öğretir” söyleminin yanlışlığından hareketle, “herkesin muallimlik yapamayacağına” ve “muallimliğin hususi bir meslek olduğuna” vurgu yaparak bir meseleyi öğretme işinin o konuyu biliyor olmaktan daha ileri bir iş olduğunun altını çizmişlerdir. Biraz da dönemin militarist söylemi gölgesinde toplumların kurtuluşu için öğretmenlere “irfan ordusu/muallim ordusu” hitabı, onlara atfedilen maddi ve manevi güce işaret etmektedir. 1914’ten itibaren okul öncesi öğretmeni dâhil, hemen her kademeye öğretmen yetiştirilmeye başlanırken, öğretmenlik sanatının niteliklerine yönelik teorik ve pratik tartışmaların, tercüme ve telif üretimlerin, mesleki yayınların ve kurumsallaşmanın ciddi anlamda mesafe katettiğini söylemek abartı olmayacaktır. Buna karşın, sıklıkla değişen yönetmelikler, öğretmen yetiştirmeye mahsus okul binalarının yokluğu, merkez-çevre uyumsuzlukları, atma karmaşası ve tabii maaşların yetersizliği de sürekli şikâyet edilen konulardır.
Cumhuriyet Sonrası
Cumhuriyet ilan edildiğinde, liselerden bile fazla olan öğretmen okulu sayısı tabii olarak kısa süre sonra azaltılmış, buna mukabil hem köye yönelik öğretmen yetiştirme hem “maarif mıntıkaları” gibi yeni arayışlar içine girilmiştir. 1926 tarihli Maarif Vekâleti Teşkilat Kanunu’nda “Maarifte aslolan muallimlimliktir” vurgusu yapılsa da başta ekonomik ve özlük hakları olmak üzere öğretmen yetiştirme ciddi bir sorun olmaya devam etmiştir. Atatürk dönemi öğretmen yetiştirme kurumlarının çoğu müfredatındaki radikal değişmelerle birlikte, bina ve zihniyet bakımından Osmanlı mirasının devamı özelliğini gösterir. 1930’lara kadar okul mimarisinde millî mimari arayışlarının izleri görülse de sonrasında hızlı bir dönüşüm kendini göstermiştir.
Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren öğretmen yetiştirmede çeşitlenme (onlarca farklı alanda öğretmen yetiştirme) zarureti, beraberinde istikrarsızlığı ve sürekli arayışları getirmiştir. Örneğin okul öncesine ve özel eğitime öğretmen yetiştirme sisteminde 1990’lara kadar hiçbir sistematikten söz edilemez. Meslekî ve teknik okullara öğretmen yetiştirme ise büyük bir karmaşadan ibarettir ve hiçbir sistemde sebat edilemeden birkaç yılda bir hem okul adları ve eğitim-öğretim süresi hem müfredat hem de öğretim pratiklerinde değişimlere gidilmiştir.
Osmanlı modernleşmesinin ve 2000’li yıllara kadar Türk modernleşmesinin ayak bağlarından biri, kırsal kesim ve köy/lü toplumu realitesidir. 1950’lere kadar nüfusun yüzde 90’ı, 40 bine yakın dağınık köylerdedir. Arazi, iklim, ulaşım vb. koşullar bakımından bu coğrafya ile eğitimin entegrasyonu hiçbir zaman sağlanamamıştır. Cumhuriyet idarecileri öncelikle ideolojik beklentilerle eğitimin köye ulaşabilmesi için 1926’dan itibaren arayış içine girerek öncelikle Denizli ve Kayseri’de Köye Yönelik Öğretmen Yetiştirme Okulu açsa da bunlar ancak beş sene yaşayabilmiştir. Rejim ve ideolojinin yeni bir evreye girdiği 1933’ten sonra ise köye yönelik öğretmen yetiştirme daha da önem arz etmiş ve 1935’te Köy Eğitmenleri Projesi, daha sonra Köy Öğretmen Okulları ve en nihayetinde 1940’ta Köy Enstitüleri kurulmuştur. Köylünün, köyde, köylü eliyle ve köy için eğitilebilmesine hizmet edecek öğretmenler yetiştirmek amacıyla açılan ve Türkiye coğrafyasında dengeli dağılım gösteren enstitülerden 1954’e kadar 20 binin üzerinde öğretmen yetişmiştir. Farklı perspektiflerden ideolojik, sosyolojik ve pedagojik değerlendirmeleri yapılabilecek olan Köy Enstitüleri onlarca öğretmen yetiştirme projesinden sadece biridir. Buna karşın üzerinde fırtına kopartılmasının yanıltıcı sebeplerinden biri, ideolojik bir yapıda olan ve bütün enstitülere öğretmen yetiştiren Ankara Hasanoğlan Köy Yüksek Köy Enstitüsü’nün imkân ve şartlarının sanki diğer 20 enstitüde de aynıymış gibi yansıtılmasıdır. Oysa durun tam tersidir. (Elbette başka birçok sebepten de bahsedilebilir).
1948’de ilkokul öğretmenlerinin maaşlarının ve atanmalarının merkezî bütçeye dâhil edilmesi önemli bir açılımdır. İlköğretmen Okullarının sayısı, 1940-1941’de 27’ye, 1950-1951’de 32’ye çıkarken, öğrenci sayısı çok daha fazla artmıştır. 1954’te Köy Enstitülülerinin İlköğretmen Okullarına dönüştürülmesiyle bu sayı 52’ye yükselmiş ve 1950’lerin sonuna kadar böyle devam etmiştir. İlköğretime öğretmen yetiştirme için Eğitim Enstitüleri başta olmak üzere farklı projeler aralıklarla denenmiş, 1980 sonrasında Eğitim Fakültelerinde karar kılınmıştır.
1947-48’den sonra yeni bir siyasî/stratejik iklime giren Türkiye eğitim sisteminde öğretmen yetiştirmede de değişimlere gidilmiştir. Atatürk döneminde öğretmen yetiştirmede rehberliğine başvurulan Avrupalı uzmanları yerini Menderes döneminde bütünüyle Amerikalılar almıştır. Nüfusun hızla artmaya ve Türkiye sosyolojisinin kaynamaya başlamasıyla yedek subay öğretmenlik, geçici öğretmenlik, mektupla öğretmen yetiştirme (1974), hızlandırılmış programla öğretmen yetiştirme (1978), askerliğini öğretmen olarak yapma (1961 sonrası), pedagojik formasyon alarak öğretmen olma, alan dışından doğrudan atanma gibi farklı öğretmen yetiştirme denemeleri ardı ardına gelmiştir. Elbette bu süreçte sadece ilköğretime değil, orta ve lise seviyesine de öğretmen yetiştirmede ciddi bir karmaşa vardır. Türkçe, matematik, fizik, kimya gibi temel ders öğretmenlerini yetiştiren okulların yanında resim, müzik, beden eğitimi ve farklı meslek derslerine yönelik öğretmen yetiştiren bölümlerden ve okullardan onlarca örnek ortaya çıkmış, hiçbirinde uzun süre sebat edilmemiştir.
Meslekî ve teknik eğitime öğretmen sağlayan farklı uygulamalar da görülmüştür. Örneğin, yurt dışına öğrenci göndermek ve dönüşte onları öğretmen olarak istihdam etmek, yurt dışından uzman ve öğretmen getirmek ilginç örneklerdir. Bunların dışında yardımcı öğretmenlik, alan dışından öğretmen atama gibi uygulamalarla meslekî ve teknik eğitime öğretmen sağlanmıştır.
1950 sonrası din eğitimi ve öğretimine yönelik yeni politikaların benimsenmesiyle önce İmam ve Hatip Okullarının açılması, ardından da 1959’da bu okullara öğretmen yetiştirmek amacıyla Yüksek İslam Enstitülerinin açılması ayrı bir pratiktir. İlerleye süreçte İlahiyat Fakülteleriyle yolları paralel hale gelen ya da çakışan bu kurumlarda din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenlerinin yetiştirilmesi başlı başına bir sorun yumağı olarak 2000’li yıllara kadar gelmiştir. Osmanlı son döneminden başlayarak Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren azınlık ve yabancı okullarına öğretmen temini de daima bir sorun olarak varlığını sürdürmüştür.
1980’lerin başından itibaren iki, üç ve dört yıllık eğitim enstitülerinin süreç içinde Eğitim Fakültelerine dönüşmesi ve 2008-2009’da Teknik Eğitim Fakültelerinin Teknoloji Fakültesine dönüşmesinden sonra, MEB’in her türden öğretmen ihtiyacı ya doğrudan Eğitim Fakültelerinden ya da Eğitim Fakültesiyle iltisaklı Programları tamamlayanlar (pedagojik formasyon) arasından seçilmeye başlanmıştır. Her ne kadar formasyon çözülemeyen bir mesele olsa da öğretmen yetiştirmede standartlaşmaya doğru ciddi bir yol alınmıştır.
Karmaşık ve Yapısal Sorunlar
Türkiye, modern anlamda, 176 yıllık öğretmen yetiştirme tarihinde hemen her bakımdan zengin bir birikime ve tecrübeye sahiptir. Buna karşılık nicelik, nitelik, kurumsal kültür, öğretmen kimliği, saygınlığı vb. sorunlar görünüm değiştirerek devam etmektedir. Türkiye’de nüfusun yüzde 95’e yakını şehirlerde yaşamaktadır; dolayısıyla öğretmen yetiştirme tarihimizin köye yönelik öğretmen yetiştirme meselesi bitmiş sayılabilir. Diğer taraftan, 2000’li yıllara kadar yeterli öğretmen yetiştirilemezken bu tarihlerden sonra çeşitli sebeplerle öğretmen fazlalığı meselesi ortaya çıkmış ve bu “atanamayan öğretmen” krizine dönüşmüştür. Üstelik bu durum, karmaşık, yapısal, derin ve daha öncelikli eğitim sorunlarını sadece atamaya indirme yanılgısı üretmiştir. Sayısal bakımdan öğretmen yetiştirmeye yönelik planlama Tanzimat’ın ilk yıllarından beri devam ederken asıl sorun olan öğretmenin niteliği ise bugünün ciddi ve çözülmesi güç bir meselesi olarak varlığını sürdürmektedir.
Başlangıçtan bu güne 35 farklı öğretmen yetiştirme modeli deneyen Türkiye’nin, kuruluşunun 102’nci yılında hâlâ etkin ve nitelikli öğretmen yetiştirme arayışı içinde olması bir taraftan eğitim sistemindeki felsefî ve yapısal krize işaret ederken öte yandan sistemin dinamik yönüne de ışık tutmaktadır. Son eğitim şurasının ana temalarından birinin “öğretmen niteliği ve öğretmenlerin mesleki gelişimi” olması, bunun bir örneğidir.
2023’ten itibaren öğretmen yetiştirme ve atama sisteminde farklı arayışlara yeniden başlanmıştır. 18 Ekim 2024’te yeni ve kapsamlı bir muhteva ile kabul edilen 7528 sayılı Öğretmenlik Meslek Kanunu ile öğretmen yetiştirme tarihimizde yeni bir evreye girilmiştir. Kanunun getirdiği en önemli yenilik kuşkusuz Millî Eğitim Akademisi’nin kurulmasını öngörmesidir. Buna göre, öğretmen yetiştirme sisteminde köklü değişiklilere gidilecektir. Yeni öğretmen yetiştirme sisteminin hangi avantaj ve dezavantajları getireceği henüz kestirilemese de uygulanması durumunda öğretmen yetiştirme tarihinin dönüm noktalarından biri olacağı muhakkaktır.
Bütün bunlar, Türkiye’nin iki asra yaklaşan modern eğitim sürecinde öğretmen yetiştirmede tutarlı, istikrarlı ve tarihî dinamiklere dayalı kurumsallaşmış örnek bir modele henüz ulaşamadığını göstermektedir. Ama neticede, Türkiye’nin, istendiğinde nitelikli ve kurumsal kimliğe sahip bir öğretmen yetiştirme düzeni kurabilecek zengin bir tarihî ve millî birikime sahip olduğunu belirtmekte fayda vardır.
* Bu yazı www.perspektifonline adresinden alınmıştır.
Kaynakça
Cemil Öztürk. Türkiye’de Dünden Bugüne Öğretmen Yetiştiren Kurumlar, Ankara: 2005.
Hillary Falb Kalisman. Teachers as State-Builders Education and the Making of the Modern Middle East, Princeton: 2022.
Mustafa Gündüz. Kurum, Kavram ve Zihniyet, Osmanlı’dan Günümüzde Eğitimde Dönüşümler, İstanbul: 2020.
Yahya Akyüz. Türkiye’de Öğretmenlerin Toplumsal Değişmedeki Etkileri (1839-1950), Ankara, 1978.