Mutlu Hesapçı
YAŞADIKLARIMIZDAN GERİYE KALAN BİR ‘ÇAĞ SANCISI’
Çok uzun süredir içimizdeki yangınlar sönmüyordu yine de bir umuttur yaşamak diye uyanmaya devam ediyorduk. O kadar çok acımız vardı ki bir yarayı sarmaya çalıştıkça sürekli birileri tarafından kanatılıyorduk. İçimizin kan ağlamasının durmadığı başka zaman hatırlamıyorum. İnsanca yaşamak isteğimizi ne zaman dile getirsek ‘sen insan değilsin’ diyerek yaşam hakkımız elimizde kalıyordu. Sonra doğa dedi ki; “öyle bir acı vereceğim ki size bu hepinizin sınavı ve savaşı olacak. Virüs bela olarak aklınızı başınıza getirmedi daha büyük felaketler ile kalın çünkü siz kötüsünüz ve başınıza gelen her şey sizin eseriniz.”
Yangın yerine döndü ülkem bu durumdan yine etkilenenler masum ve iyi insanlar oldu maalesef. Evleri, ocakları, meyve bahçeleri, hayvanları kül oldu gitti, yaşamları bitti. Yıllarını toprağa adayan, yeşilin içinde hayat bulan insanlarımız kendi yurdunda sürgün kaldı. 100 yıllık zeytin ağacı kül olan teyzeyi, inekleri gözünün önünde yanan amcayı nasıl teselli edebiliriz ki! Ateş düştüğü yeri yaktı ama hepimiz yanmalıyız, suçluluk duymalı ve utanmalıyız! Hepimiz insan kalma sınavından ve insan olma savaşından galip çıkamazsak her gün ölmeye devam edeceğiz. Gözümün önünden yangın görüntüleri gitmiyor bin yıllık ağlayıp sızıp sonra bin yıllık uykuya dalmak istiyorum. Uyanınca geçmeyecek vahim bir hayatın içinde yaşadığım farkındayım yine de biz birbirimizle bunu da atlatırız neler atlatmadık diyorum. Yardım edin diyerek bağırdığımda ise ağzından alevler çıkarak konuşmaya devam eden vicdansızların sesi geliyor kulaklarıma duruyorum.
‘DÜNYA NEDEN BURAYA GELDİ’ DİYEREK ANLAMAYA ÇALIŞTIĞIMIZ BİR SÖYLEŞİLER BÜTÜNÜ BU KİTAP!
Geçmiş yandı kül oldu, gelecek yanmasın! diyerek çektiğim sancının ‘Çağ Sancısı’ olduğunu Gazeteci Çınar Oskay’ın kitabını görünce anladım. Kitaptaki söyleşileri okudukça adım adım geldiğimiz bugünü gördüm şaşırdım ve anlamaya çalıştım. Saygı duyduğum, yaptığı işleri yakından takip ettiğim, vicdanlı, ahlaklı, başarılı bir gazeteci ile dertleşmek ve onun gözünden tüm bu olan biteni anlamaya çalışmak istedim. Çınar Oskay’ın tarihçiler, yazarlar, devlet başkanları, sanatçılar, deneyimli siyasetçilerin gözünden ‘dünya neden buraya geldi’ diyerek anlamaya çalıştığımız bir söyleşiler bütününden oluşan ‘Çağ Sancısı’ kitabını herkesin okumasını tavsiye ederim. Gazeteci Çınar Oskay ile sancılar çektiğimiz ve yangının alevlerinde yandığımız bir günde konuştuk. Aklımız yangın yerindeydi kendisi bu röportajdan sonra Gain Medya’ya bir belgesel çekmek üzere yangın bölgesine gitti.
Bunca zamandır gazetecilik hayatımda hatta vatandaş olarak bu kadar kötüsünü görmedim diye düşünüyorum. Toplumun her kesiminden insanlar da bu kötüsünü yaşamadım diyor, siz ne düşünüyorsunuz?
Birçok açıdan bu kadar kötüsü olmadı denebilir. “Rüyada mıyım, gerçekten oluyor mu bu” diye karşılıyorum başımıza gelenleri artık. Datça bölgesi benim çocukluğumun geçtiği çok sevdiğim yerler; Marmaris-Hisarönü-Bozburun-Selimiye sapağı, oralar... Şahan Gökbakar sahadan yayın yapıyor; haykırıyor evler yanıyor diye; hükümet hiçbir şey yapmıyor. Rüya kodlarını andırmıyor mu size de? Bu kadar gerçeküstü bir tabloyu sanırım görmemiştik. Buraya adım adım gelindi.
Aynı dünyada yaşamıyoruz hissi veren insanlar yönetiyor bizi
Bir felaketin içindeyiz sesimizi duyurmaya çalışıyoruz ve iyi ki sosyal medya var diyoruz. Anlamadığımız bir şeyin içindeyiz, resmi açıklamalar net yapılmıyor. Çaresizlik var göz göre göre de felaket devam ediyor ve bir haftayı da aştı. iklim ve ekolojik denge ile ilgili kitabınızda bu konuyla ilgili röportajlarınız da var ve günümüzde geldiğimiz noktayı adım adım kitapta söyleşilerinizde görüyorum. Nasıl olacak, neden hiç kimse taşın altına elini koymuyor, bu kadar mı dağıldık? Hakikaten çağ sancısı çekiyoruz.
Bu, işte o çektiğimiz sancıların artık bizi getirdiği yer. O son aşama. İktidarın nefesinin tamamen tükenmesi, ülkeyi yönetmekle ilgili bir akıl üretmemesi. İnsanların ne iş yaptığını unuttuğunu görüyoruz. Orman Bakanı’nın orman yangınlarıyla ilgili herhangi bir düşüncesi ve önlemi olmamış! Orman Bakanı olduğunuzu düşünün… Gece yatarken sizi en çok ne korkutur? Orman yangını! Bununla ilgili bir tasarrufu, yol haritası yok! Ne iş yaptığını unutacak duruma gelmiş insanların yönettiği bir ülke. Neyle meşguller acaba sabahtan akşama kadar? Zihinlerinde ne var? Tarım ve Orman Bakanı’nın sabahtan akşama kadar, mesaisinde nelerle uğraştığını çok merak ediyorum bunca zamandır. Çıldırtıcı bir şey bu. O yüzden gerçek üstü. Sadece mesleki değil insani vasıflar anlamında da tuhaflaştı durum. Aynı dünyada yaşamıyoruz hissi veren insanlar yönetiyor bizi. Evet, bu anlamda bu kadar kötüsünü görmemiştik.
CEM YILMAZ / HURRIYET EK YAYINLAR / FOTOGRAF MUHSIN AKGUN
Kolektif sosyopati yaşanıyor
Kim olursan ol böyle bir felaket karşısında bir üzüntün ve bir duygun olmalı ama açıklama yaparken de yetkililerde bir belirti, çaresizlik hiçbir duyguyu da göremiyorsun bu da çok acayip.
Psikiyatri sahasına girdik gibi geliyor bana. İnsanların, doğanın acısını hissetmemek, sadece kendi gündemini, hedeflerini düşünmek… Kolektif sosyopati yaşanıyor.
Bu kadar duyarsız, apokaliptik bir zihniyet
Bu çaresizlik ve umutsuzluk içinde ne yapacağız peki? Eskiden hayal kurabiliyorduk, yarına dair umutlarımız vardı.
Yangın felaketi iktidarın yönetecek, sorun çözecek halde olmadığını gösterdi. Yanıyor ülke! Bodrum yanıyor! Milas! Antalya! Marmaris! Selimiye! Hisarönü’nden başlayan Orhaniye- Selimiye yoluna uzanan yer ülkenin en güzel yarımadası bence. Güzel olmasının sebebi de bugüne kadar oraya girmemiş olmaları. Çünkü uzak, havaalanı yok, onların hoşuna gidecek bir şey yok. Sadece çok güzel bir doğa var. Türkiye’nin kendini koruyabilmiş ender bir parçası. Ve yanıyor. Bodrum dünyanın en önemli 5-10 tatil yöresinden biri. Önlem yok, tepki çok yavaş, isteksiz… Bu kadar duyarsız, apokaliptik bir zihniyet…
Şahan Gökbakar’ın yaptığı, gerçekten epik bir şeydi
RTÜK yayınlar konusunda uyarıda bulundu ve nasıl habercilik yapmamız konusunda maddeler yayınladı. Bu noktada gazeteci olarak medyada bu haberleri ne kadar yansıtıp verebiliyoruz, ne kadar gerçeklerin farkındayız ya da halk ne kadar farkında?
Gazetecilik konusunda dertli olduğum bir zamanda biri bana şöyle demişti; “Gazetecilik rutubet gibidir, tutamazsın, orayı kapasan buradan çıkar”. Medyayı öldürdüler, Şahan Gökbakar çıkıyor. Şahan çıkmazsa başka birileri çıkacak… Oradaki yerel halk çıkacak, sosyal medya çıkacak, Twitter’ı yasaklasalar başka bir yerden çıkacak… Ülke yansın ve kimse bunu konuşamasın! Bu kadar totaliter bir düzen yaratmaya kimsenin gücü yetmez. Bu arada Şahan Gökbakar’ın yaptığı, gerçekten epik bir şeydi. Günlerdir seyrediyoruz. Çok içten. İyi ki böyle bir şey yapıyor, 200 bin kişi canlı seyrediyor. Ama şunu da görüyoruz ki ülkede medya diye bir şey yok, çöl. Az sayıda kurum var, bazı gazeteci arkadaşlarımız bireysel çabalarla gitti. Ki benim de içim içimi yiyor, gitmek istiyorum ve gideceğim. Onların çabaları sayesinde yine bir şeyler görüyoruz. Fakat bir insanın telefonu alıp bir yerden anons çekmesi, yorumlar yapması bir şey; orada bir kurumla beraber organize gazetecilik çalışması yapılması bambaşka bir şey. En basit soruların cevabı olmuyor, kakofoni oluşuyor vs. Ama en azından burası yanıyor diye sahadan gösteriyorlar, hiçbir şey yapılmadığını görüyoruz. Bu da çok önemli. 15 sene önceki haber kanallarının, gazetecilerin orada olduğunu düşünüyorum, çok daha sağlıklı, hızlı bilgilendirme yapılırdı. Zoruma gidiyor bir gazeteci olarak.
Bu kitap en azından o yitik kuşaktan bir hatıra olsun
Yavaş yavaş kitabınıza gelelim istiyorum ‘Çağ Sancısı’ kitabınızı çok beğendim “Hayatımızdaki Büyük Dönüşümü Anlatan İkonik Söyleşiler” Kitabın sizin için anlamı ve önemi nedir?
Benim için önemi, ana akımda yaşadığımız o yılların boşa gitmemesi, bir şey bırakmış olmak geleceğe. Bize “yitik kuşak” diyorlar. 2000’lerde, 2010’larda gençliğini yaşayan ve gazeteciliğe başlayan insanlar, bizler bir bakıma yitik kuşağız. Çok acı bir şey ama gerçeklik payı olduğunu kabul etmek lazım. Bu kitap en azından o yitik kuşaktan bir hatıra olsun… Başımıza geleni anlamaya çalışıyorduk. Türkiye’nin ve dünyanın akıllı, vicdanlı insanlarıyla…
Bu yaşadıkları onlara ışık tutar
Haklısınız yitik bir kuşağız aynı zamanda arafta kalan bir kuşak olarak da tanımlıyorum bizi. Galiba medyanın, ülkenin, dünyanın son iyi halini, güzel dönemini son anda yakalayan kuşak da biz olduk. Bu noktada biraz da şanslıyız.
Evet bir sonraki kuşak daha korkunç durumda. O arkadaşlarım hiç görmediler. Bizi görüyorlar, halimizi, tavrımızı, bakış açımızı. Ucundan şöyle bir yaşamanın getirdiği dik başlılığımızı… Umarım hikâyeleri güzel biter, bu yaşadıkları onlara ışık tutar.
Kitapta 30’a yakın söyleşi var
O kadar değerli ve önemli isimlerle röportajlar yapmışsınız ki çok çarpıcı tespitler var söyleşilerinizde. Aslında günümüzde gelmekte olan hem doğanın dengesini hem siyasi değişimi, var olan durumu öngörmüşler. Kaç röportaj var ve hangi yılları kapsıyor?
30’a yakın söyleşi var. 2008’de Süleyman Demirel ile Tempo dergisi için yaptığım bir röportaj vardı, oradan başladım. Genç bir genel yayın yönetmeniydim, işte, ucundan yakaladığımız, daha güzel yıllardı. Ardından Recep Tayyip Erdoğan röportajı var. O zamanlar kendisine soru sorulabiliyordu. Seçim mitinginde geçirdiğim bir günün hikâyesi var.
O yüzden kitaba ‘Çağ Sancısı’ dedik
İzlenimlerinizde o mitingdeki gözlemlerinizi çok güzel anlatmışsınız.
Etrafındaki insanları yorumladım, aralarında konuştukları şeyleri aktardım. Farkı göstermek için. O zaman da var bir takım sinyaller, işin buraya geleceğinin ufak sinyalleri ama yine de farklıydı. Buna “bayrak teslimi” dedim. 20. Yüzyılın bitmesi, Süleyman Demirel’in temsil ettiği ‘Eski Türkiye’ değerlerinin diyelim… Ve Tayyip Erdoğan’ın gelip ‘Yeni Türkiye’yi başlatması… 2008’den sonra AKP’nin otoriter tavrının iyice belirginleştiği ve adım adım bizi buraya getirdiği, Cemaat’in açıkça ortaya çıkması, benim gazeteciyken yaşadığım süreçler, sonrasında basın özgürlüğünün ve kurumların yok olması… Önce biz bunu medya sorunu sanıyorduk, bu Radikal gazetesinde başladı. O bitti, bütün medyayı kapsadı. O bitti bütün ülke. Derken bütün dünyayı saran bir çağ yangınına dönüştü. O yüzden kitaba ‘Çağ Sancısı’ dedik. Batılı ülkelerin de bizimle benzer semptomlar gösterdiği korkunç bir duruma geldi insanlık. O süreci takip ediyor bu kitap. Tarihçiler, yazarlar, devlet başkanları, sanatçılar, deneyimli siyasetçilerin gözünden ‘dünya neden buraya geldi’ diyerek anlamaya çalıştığımız bir söyleşiler bütünü bu kitap.
Röportajlarda söylüyorlar ne olacağını, adım adım
Kitapta 2018 yılında yaptığınız röportajda Tarihçi-Yazar Yuval Noah Hararı “ekolojik sistem çökmekte… hayvanlar ve bitkilerin nesli tükenmekte” diyerek aslında şu an yaşadığımız durumu özetlemiş, bugün gelinen durumu röportajda gözler önüne sermişsiniz.
Beni şaşırtan kitabı redakte ederken ve röportajları toparlarken de bu oldu. Nasıl bilmişler diye düşündüm. Röportajlarda söylüyorlar ne olacağını, adım adım. Örneğin Çetin Altan ta o zaman “kadın devrimi bekliyorum” diyor. Aklımızı kullanırsak ve dünyayı anlamaya çalışırsak aslında olan biteni anlamak o kadar da zor değil, bu kadar da gizemli bir şey değil duygusu oluşuyor.
“Bu adam ahlaklı, iyi bir gazeteciye benziyor” demiştir diye umayım
Gerçekten öngörüleriyle çokbilmişler. Başarılı ve şanslı bir gazetecisiniz çünkü bu kadar değerli isimle röportaj yapmak zordur. Bu anlamda sizi kıskandım. Alanlarında o kadar farklı ve önemli isimler var ki zor oldu mu röportaja ikna etmek, siz ve çalıştığınız yer bir marka olduğu için mi kabul ettiler. Bu süreç nasıl oldu?
SHERYL SANDBERG / FOTOGRAF MUHSIN AKGUN HURRIYET EK YAYINLAR
Bilmiyorum, üzerinde düşünmedim. Ben çok sık röportaj yapmıyordum, işim mutfaktaydı. Editörlük ve yayın yönetmenliği yaptığım için aslında işim o yayınların içeriğini belirlemekti. İki üç şeyi aynı anda yapabilen biri değilim, odaklanmak isterim. “Arada röportaj yapayım ama az yapayım, değecekse yapayım” diye düşündüm. Hakikaten konuşmak istediğim insanlarla, ayda bir, iki ayda bir filan… Tempo, Radikal, Milliyet, Hürriyet markalarının da çok katkısı olmuştur. Okuyanlar da “Bu adam ahlaklı, iyi bir gazeteciye benziyor” demiştir diye umayım... Kendiliğinden gelişen bir süreç oldu.
Hiç olmadı böyle bir şey
Hiç tanımayıp da karşılıklı röportaj yaptığınızda zaman “keşke tanımasaydım” der ya bazen insan belki isim veremezsiniz ama hayal kırıklığı oranı nedir?
Çok şükür, hiç olmadı böyle bir şey. Bir insanla tatile çıkarsanız yaşarsınız o hayal kırıklığını. O insanla, onu sevmemize sebep olan konuda konuşuyoruz röportajda. Orada çok sürpriz olmaz.
Çok güzel sürprizler yaşadım
Yani ne bileyim çok kibirli bulduğunuz, sorunuza cevap vermediği ya da enerjinizin tutmadığı durum da olabilir.
Kibirli bile olsa bunu saklayacak kadar akıllıdır. Çünkü karşısında bir gazeteci var. İpler bizim elimizdedir. Ben daha seçerek ve az söyleşi yaptığım için öyle bir şey başıma gelmedi. Hatta çok güzel sürprizler yaşadım.
Röportaj yaptığınız insanla bir daha hayat boyu kaybetmeyeceğiniz bir bağ oluşuyor
Mesela?
Kendimi yaktım galiba! Japon viskileri açtığımız da oldu, saatlerce sohbet ettiğimiz de… Röportaj çok özel bir şey, bir dokunuş olduğu için, geniş bir röportaj yaptığınız insanla bir daha hayat boyu kaybetmeyeceğiniz bir bağ oluşuyor sanırım. Çok kişisel bir şey. Bir işbirliği. Bir arada bir fikri üretiyorsunuz, yükseltiyorsunuz. O insanın hayatından süzdüklerini açıklamasına olanak veriyorsunuz. Soru soran insanın görevi o. O insanın daha önce düşünemediği şeyleri de düşünmesi, gezinmediği katmanlara çıkması… Birine bunu yaşatırsanız, o insan bunu unutmaz.
Gazeteci olarak Taraf’taki yılların muhasebesini yapamadı
Bazı röportajları konuşalım istiyorum; Ahmet Altan ile röportaj yaptığınızda hapse girmemişti, romancı kimliğine geri döneceğini söylemiş o dönem ve planlarını. Ama hayat planladığı gibi olmadı ve hapse girdi. Kendisi yol ayrımına girdiği dönemde önemli açıklamalar yapmış ve tespitlerde bulunmuş. Siz sonrasında kendisinin yaşadıklarını düşününce neler söylersiniz?
O zaman Taraf’ı yeni bırakmıştı. Taraf’ın içinde olduğu sürecin nasıl bir şeyle sonuçlandığı net değildi. Ahmet Altan çok beğendiğim bir yazardı, cesur köşe yazıları filan da vardı. Taraf gazetesindeki yapılan bazı haberlerin nelere sebep olabileceği tam ortaya çıkmış olmasa da yavaş yavaş görülüyordu. Bence değerli bir insan, müthiş bir yazar, fakat gazeteci olarak Taraf’taki yılların muhasebesini yapamadı. Hapiste geçirdiği her gün günahtır, korkunç bir şey, bu ayrı bir konu. Fakat ben maalesef çok uzun yıllar önce aynı şeyleri düşündüğüm, hissettiğim, Türkiye’deki demokrasi eksikliği konusunda birlikte acı hissettiğim, bu saçmalıklara bir son verilmesi gerekiyor diye düşündüğümüz bir kesimin bu yaşananlardan sonra doğru bir otokritik yaptıkları kanaatinde değilim. Keşke Ahmet Altan’ı daha içim taşarak savunabilseydim. Ama maalesef böyle hissedemiyorum. Hala o zaman yapılan şeyleri savunmak çok sağlıklı gelmiyor bana. Ortaya çıktı ki iktidarla Cemaat’in yönlendirdiği bir süreçte bir takım roller verildi. Gelen haberler doğru yanlış bakılmadan, bir takım inanışlara, koşullanmalara uygun olduğu için dayanmış, manşet yapılmış yıllarca. İnsanlar öldü, hayatları mahvoldu, ülke de bitti. Bununla ilgili bir değerlendirme yapılmayacak mı? “Ben ne halt ettim? Buna nasıl kandım? Biz bu ülkenin entelektüel kesiminin mensupları olarak bunları nasıl yedik” demeyecek mi kimse? “Erdoğan Gezi’den sonra otoriterleşme yoluna girdi” gibi ipe sapa gelmez şeyler söylüyorlar. 2008’de, Recep Tayyip Erdoğan’ı Osmanlı padişahı kıyafetiyle kapak yapmıştık Tempo’ya. Ta o zaman ayyuka çıkmıştı. Yıllarca idol gibi baktığımız akademisyenler, gençken her yazısını okuduğumuz insanlar hala bu büyük yanılgının otokritiğini yapmıyor. O zaman ne oluyor? Bu ülkede tutunacak hiçbir dalımız yok duygusu pekişiyor.
Ama ülke yalnız kalıyor
Bu yüzden yalnız hissediyoruz kendimizi…
Yalnız hissedelim, yalnızlık sorun değil, yalnız da değiliz, var tabii etrafımızda, hayatımızda hepimizin birileri. Ama ülke yalnız kalıyor.
Önemli bir tarihe baktığımı düşündüm
Adalet Ağaoğlu röportajınız kendisiyle yapılan son röportaj kısa bir süre sonra da maalesef kaybettik. Dünya gözüyle kendisiyle tanıştığım için çok mutluyum, sizin o günkü röportajınızdan kalanlar ve duygunuzu sormak isterim.
Adalet Hanım Etiler’deki evinde yardımcısıyla birlikte yaşıyordu. Ziyaret ettiğim zaman 91 yaşındaydı. Dünya tatlısı, çok sevimli, komik, hala sivri dilliydi. Şunu unutmuyorum Ermenistanlı yardımcısı Anita Hanım aynı zamanda doktordu. “Bıraksın, izin vermiyor öleyim, ölmek istiyorum, izin vermiyor!” diye kızıyordu ona. Önemli bir tarihe baktığımı düşündüm. ‘Ölmeye Yatmak’, ‘Bir Düğün Gecesi’ gibi destansı romanların yazarıyla vakit geçirdim. Belki de gelmiş geçmiş en önemli romancımızla… Yaşar Kemal, Adalet Ağaoğlu, kaç kişi var ki? Orhan Pamuk... Bir tarihti. İyi ki konuşabildim, hayat boyu hatırlayacağım.
Ben babamı hep böyle taparcasına sevdim
Babanızı sormak isterim çok özel bir insandı, kendisini tv8 döneminde konuk olarak ağırlamıştık ve uzun sohbetler etmiştik. Hatta şöyle haddimi aşmak gibi olmasın ama ona benzeyen bir halinizi görüyorum sizde nedense. Ünsal Oskay çok değerli bir isimdi babanıza dair neler söylemek istersiniz?
Bu zor bir konu benim için, babam benim hayatımı belirleyen, aşırı derecede sevdiğim biri. Psikolojide baba figürü otoriteyi temsil eder, oğul babayla rekabet eder gibi tespitleri hiçbir zaman anlamadım. Ben onu hep böyle taparcasına sevdim. Ona benzediğimi duyunca hoşuma gidiyor ama çok da inanmıyorum tabii. O bambaşka biriydi. Ufak tefek ses tonumla filan onu hatırlattığımı söylüyorlar, mutlu oluyorum, gülümsüyorum ama içimde bir sızı oluyor hala.
“Yanlış bir hayat doğru yaşanmaz” derdi
Onunla ilgili anılar, size bıraktığı emanetler neler?
Babamın onaylamayacağı bir şeyi yapmamak gibi bir derdim oldu. Anlayışlıydı, “Yanlış bir hayat doğru yaşanmaz” derdi. Daha insanca bir hayat, daha iyi bir dünya hayalini her zaman korudu. Bu hayal benim için de merkezi bir şey diye umut ediyorum. Bazen “Babam görse ne derdi, nasıl gülerdi” diye içimden geçer. Zihnimde sesini duyarım.
Hayatı boyunca bu duruma geleceğimizi söylemişti
İyi ki bu dönemi görmedi dediğiniz oluyor mu? Keşke yaşarken bunları görmeseydik dediğimiz durumlar yaşıyoruz o boyuta geldik. Şu anki Türkiye’nin durumuna nasıl bakardı, nasıl değerlendirirdi ve ne hissederdi?
Keşke olsaydı da bize anlatsaydı diye düşünüyorum. O ne derdi, nasıl yaklaşırdı diyorum. Hayatı boyunca bu duruma geleceğimizi söylemişti. Kapitalizm kontrolsüz bir şekilde hayatımızı sararsa, insan kendine bu kadar yabancılaşırsa sonumuz felaket diye bağırdı. Hayatı boyunca yaptığı şey buydu. Ve haklı çıktı. Bunun sonuçlarıyla ilgili yepyeni görüntüler, serpintiler var bugün. Onları hiç görmedi. Ama görse bağlantıları tereyağından kıl çeker gibi kuracağını biliyorum. Maalesef bize dünyayı o derinlikte ama bir yandan da o basitlikte izah edecek kimse kalmadı. Bir matematik öğretmeninin oğlu, Balıkesir’de yatılı okuyor, Mülkiye’ye, Stanford’a gidiyor. Yoksulluğu da görmüş, insan entelektinin en üst noktalarını da… Batılı bir entelektüel o tadı vermez. Dünyayı öyle iliklerine kadar hissetmez. Benzer bir şeyi Çetin Altan gittiği zaman da hissetmiştim. Böyle insanlar yok artık.