Mutlu Hesapçı
“Sokaktaki insanın derdine ses olabilmek için de bu filmi yaptık”
Onları özlemiştik ve nihayet döndüler. Çakallar şehre geri geldi ve "Eeee nerede kalmıştık" diyerek özlemle izleyicisiyle buluştu. ‘Çakallarla Dans 6’ bu hafta vizyona girdi. Değişmeyen aynı kadrosuyla ve hikâyesine ortak ettiği diğer oyuncularıyla ekip bu kez bambaşka bir serüvenin içinde.
Zamlar... Aşı meselesi… AB vize sorunu… Aşk meselesi ve seks… Adalar sorunu…
Tek kanaldan haber izleye izleye beynin yanma durumları… Kendi ülkende mülteci olmak sorunu… gibi daha birçok yaşadığımız toplumsal ve sosyoekonomik-kültürel sorunu ince bir alaycılıkla işleyen ve yeri geldiğinde taşı gediğine oturtan başarılı bir film olmuş.
Değişmeyen haller içinde, olmayan hayaller peşinde ama inadına umut etmeyi sürdürüyorlar ve eğlenerek gülme garantili bir serüvene bizleri davet ediyorlar.
Hadi sinemaya ‘Çakallarla Dans 6’ya gidin, gülün ve eğlenin aralarda da kafanıza dank ederek düşünebilirsiniz.
‘Çakallarla Dans 6’yı çok beğendim ve bence ekipçe olgunluk dönemi filmleri olmuş. Bu filmle her anlamda çıta en yükseğe ulaşmış diyebilirim. ‘Çakallarla Dans 6’nın senaryosunda tüm seride olduğu gibi Murat Şeker ve Ali Tanrıverdi imzası var. Oyuncuları ve bütün ekibi yürekten kutluyorum.
Filmin yönetmeni Murat Şeker ile sohbetimizi de şeker gibi mutlu geçecek bir pazar dileyerek buraya bırakıyorum.
Nihayet beklenen zaman geldi ‘Çakallarla Dans 6’ vizyonda. İlk seyirciyle buluşma gala nasıl geçti, kaç yıl beklediniz?
Bu anı ve zamanı 4 yıl bekledik. Bir kere hepimiz bütün ekip olarak bu süreci özlemişiz. Film yapmayı, gala yapmayı da özlemişiz. Bir sürü insan bir arada olmak çok güzeldi. Bir arada olmanın büyüsü, beraber gülmenin ve eğlenmenin duygusu bambaşka. Yaş gün geçtikçe ilerliyor zamanı engelleyemiyorsun. Bu film ile ilgili aklımdaki soru da şuydu; acaba yeni nesli yakalayabilecek miyiz? Galaya davet ettiğimiz misafirlerimizin çocuklarından gördük ki filmi beğendiler, çok eğlendiklerini ve güldüklerini söylediler. Bu en güzel hediye oldu diyebilirim. Çocukların gözündeki pırıltıyı görünce çok mutlu oldum. 15 yaşındaki çocuk da eğleniyor, annem de eğleniyor. Geniş bir yaş grubu ve çeşitli insanların filmi beğenmeleri önemli bir ölçüttü. Galaya da böyle bir kitle davet ettik. Ailece herkesin eğlendiğini de görmüş olduk.
“Bir arada olmayı öneren, dayanışmayı ve semt kültürünü anlatan filmler yapıyoruz”
Bu kadar zaman sonra buluşmak çok anlamlı olmalı, ilk izlediğiniz zamanki duygu tarif edilemez herhalde…
Hayatını sinemaya adayan biri için sinemadan ayrı kalmak ceza gibiydi. Hayatımda ilk defa pandeminin o günlerinde antidepresan kullandım, sebebi de işimin yapılmasının engellenmesiydi. O dönem özeleştiri yaptım, ne kadar iş odaklı bir hayat sürdüğümü anladım, sinema aradan çıkınca dımdızlak ortada kaldım, büyük boşluktu. O yüzden oh be dedim bildiğim sulardayım ve geri döndüm. Kendi filmimiz, çalışıyoruz ve üretiyoruz. Üretken bir insanın üretimden mahrum bırakılması en büyük cezaymış onu öğrendim. Dolayısıyla duygusallıktan daha çok şu iç rahatlığı var: “Ohh ya işimizi yapabiliyoruz, gösterebiliyoruz, paylaşabiliyoruz.” Biz kitle sineması yapıyoruz, kitlesiz olmuyor. Ve modern kapitalizmin insanlara önerdiği en büyük şey ise evde otur, kitle olmaktansa tek başına ol… Yalnızlaştırıyor... İnsanın asosyalliğe dönüşmesi var ve özellikle de antisosyal olması isteniyor. Biz bunun tersine bütün yaptığımız filmlerin ortak paydasında bir arada olmayı öneren, dayanışmayı ve semt kültürünü anlatan filmler yapıyoruz. Galada ve bütün o süreçte bunun altını çizmiş ve yaşamış olduk beraber. Bizim çok geniş semtimiz var. Çeşitli yaş grupları, çeşitli sosyokültürel bloklar arasında. O yüzden bizim işlerin tarifi, tanımlanması güç oluyor. Bilgi ve duygu alışverişlerimiz sekteye uğramıştı, tekrar başlamış olması bizim için iç rahatlığı oldu ve nefes almaya başladık.
“Bizde 6 filmdir ana kadro aynı 6 artı bir, Türk sinemasında bir ilk bu”
Ortada çok güzel bir başarı var. Herhalde bir örneği de yok gibi, seri olarak farklı bir yerdesiniz…
Herhalde değil, öyle. Türk sinemasında bir ilk bu. Kalabalık kadrosu dağılmadan devam eden ve 6. filme ulaşan ilk film. Hababam Sınıfı serisi var ama orada da oyuncular değişiyor, eksilmeler olup değişiyor. Bizde 6 filmdir ana kadro aynı 6 artı bir. Şevket Çoruh, Timur Acar, İlker Ayrık, Murat Akkoyunlu, Hakan Bilgin, Didem Balçın var Ceyhun Yılmaz’ı da yarım porsiyon sayarsak. :))) 6 artı 1 bu kadro hiç değişmedi. Bu da önermemizin altını doldurduğumuz anlamına geliyor. Yani biz birbirimizi bırakmadık, dayanışmayı kesmedik, olduğumuz yeri savunuyoruz, topluma da bu mesajı veriyoruz.
“Oyuncularımız popüler kültürün nesnesi olmadılar hiçbir zaman, biz de öyle insanlarla çalışmadık”
Sizin starlarınız aynı, kadronuz hiç değişmiyor maşallah…
Moda olmayan şey demode olmaz. Öyle diyelim, bizim olayımız o. Onların hepsi aktör, aktris. Popüler kültürün nesnesi olmadılar hiçbir zaman, biz de öyle insanlarla çalışmadık. Benim de kendime göre kendi adıma böyle bir kaygım var. Popüler kültüre ait ürünler veriyorum ama popülist hareketler yapmıyorum, ikisi arasında ince bir çizgi var. Biz zamana dayanıklı filmler yapmak istiyorduk. Belki bunun için çok havalı olmayan bir yönteme başvurduk ama biz halimizden memnunuz. Bizim filmlerimiz hâlâ izleniyor, platforma da filmlerimizi satıyoruz. Her zaman daha çok, daha iyi değil, onu siz belirliyorsunuz, bizim yolumuz bu. Filme hizmet eden bir anlayış içindeyiz bizim ekibimizde herkes başrol ve iyi oynuyorsak o takımı da bozmayacaksın. Başka filmlerde deneme ve arayışlarımız devam ediyor tabii. Ama Çakallarla Dans 2010’dan beri. Yıllardır zaten bu mizaha ihtiyacımız var, mizahı olmayan çok şey yaşadığımız için tuttu da yapıyorlar değil, zevkle bilerek ve isteyerek yapıyoruz, tutması bir sonuç. Güzel bir sonuç. –mış gibi yapmadan yola devam ediyoruz üstelik de küfrediyoruz çünkü ancak yaşadığımız bazı şeyler karşısında küfreder insan. Sokaktaki insan da küfrediyor zaten. Lafın olması gerektiği söylenmesi de gerekir.
“Kirli bir dünyayı resmederken her şey parlayamaz”
6. filme gelmenin başarısı ne, neye bağlıyorsunuz?
Bence en temel şey otobüsün direksiyonunda yer alan ekip yani projeyi yürütenler olarak şunu yapmıyoruz; otobüsün dışından seslenmiyoruz, bakmıyoruz, biz otobüsün içindeki insanlarız. Dolayısıyla bu otomatik olarak toplumla bir bağ kuruyor ve o bağ değişmiyor. Esas işin sırrı bu. –mış gibi bir şey yok bizim filmde, her şey olduğu gibi, olduğu kadar. O bazen olduğu kadar olan şey de havada değil zaten. Hayat da insanlar da böyle dolayısıyla o bir denge. Serilere baktığında Fikirtepe’de Kadıköy’de filmi çekerken kime neyin havasını yapacaksın ama Kos’a gittiğimizde, başka bir dünyaya gittiğimizde film daha havalı hale geliyor. Çünkü bu filmde buranın yeri var. Fantastik bir yörede olabilecek insanlar orada olabilir, Kadıköy’de olamaz. Dolayısıyla her şey gerçeklik üzerine işliyor filmlerimizde. Filmin diğer gerçekliği mesela fakir fukaranın filmini yapıyorlar ama kostümler cillop gibi, dekorlar parlıyor v.b. Ama biz bunları yapmıyoruz. Tabii ki daha havalı olabilir film bu diyorsun ama olmaz gerçek olacak, bu adam nasıl giyinirse öyle olacak. Kirli bir dünyayı resmederken her şey parlayamaz. Seyircinin adını koyamadığı bu problem, atmosfer. En büyük problem atmosfer. Biz bu dünyayı yaratırken atmosfere çok dikkat ediyoruz.
“Karakterlerin özelliği de bu, özellikle birkaç tanesinin akıllanmayacak adamlar olması”
Sizin karakterlerinizde sevdiğim bir durum var onlar değişmiyor. Olaylar, başlarına gelenler ve hikâyeler değişebilir ama onlar aynı bizim bildiğimiz kişiler. Karakter özelliklerini koruyorlar ve bu nedenle de gerçekçi, hayatın içinden buluyorum onları sanki bizim mahallede yaşıyorlar.
İnsanlar hayatlarında çok büyük olaylar olursa, travmatik bir şey yaşadıkları zaman çok büyük değişimler olur. Ama ana karakterleri ve yaradılıştan gelen özellikleri kolay kolay değişmez, ancak çok büyük şeyler yaşaması lazım. Bizim karakterlerimizin de 6 filmdir başlarına çok şey geldi ama karakterleri kökünden sarsacak bir ölüm, felaket gibi bir şey başlarına gelmedi. Zaten karakterlerin özelliği de bu, özellikle birkaç tanesinin akıllanmayacak adamlar olması ki herkesin de vardır mahalleden tanıdığı ve akrabası akıllanmayacak bu adam derler. Serdar Ortaç şarkısını bile yapmıştır ‘Ben Adam Olmam’ diye… :)))
“Sokağa ayna tutuyoruz derken bu konulara değinmeden film yapmak bence abesle iştigal”
Bu filmde günceli de çok güzel yakalamışsınız. O kadar doğal göndermeler ve espriler var ki ağlanacak halimize gerçekten güldük. Evet artık sinirimiz de bozuldu çünkü yaşamak zorlaştı. Toplumsal meselelere göndermeler çok iyi olmuş, cuk yerine oturmuş derler ya.
Otobüsün içinden sesleniyoruz dememdeki kasıt bu, otobüsün içinde de bunlar konuşuluyor zaten. Otobüs burada sembol; sokak, mahalle, kahve her şey diyebiliriz. Halk kendi aralarında alışverişe gittim şu kadar tuttu diye zamları her yerde konuşuyor. Dolayısıyla memleketin gündemi bu iken ve biz sokağın yansımasını yapıyoruz. Sokağa ayna tutuyoruz derken bu konulara değinmeden film yapmak bence abesle iştigal. Seyirci belki bu yüzden de bize bu filmleri yapma şansı tanıyor, bizim arkamızda gizli güçler, sponsorlar vs yok. Hep ortaklarımız oluyor ama ortaklarımız da filmciler ve filmlerin başarısından dolayı yanımızdalar. İçeriğimize karışmıyorlar ve içeriği biz belirliyoruz.
“Bizim filmlerin kehanet demeyelim de yakın gelecekle ilgili bir vizyoner durumu hep oldu”
İçeriği nasıl belirlediniz? Senaryo önceden yazılmasına rağmen öngörüleriniz de çok yerinde, tespitleriniz de.
Bizim filmlerin kehanet demeyelim de yakın gelecekle ilgili bir vizyoner durumu hep oldu, biz bunu devam ettirdik. Ülkemizin yakın gelecekteki gündemini yine biz insanlara gösteriyoruz; ekonomik problemler, Doğu Akdeniz’de yaşanacak potansiyel tehlikeler var. Biz bunu filmde eğlenceli anlattık ama okuma yaptık diyebilirim. Biz bir şey anlatmaya çalışıyoruz asıl çıkış noktamız o, insanların cebindeki parayı almaya çalışmıyoruz. Onları eğlendirmek istiyoruz ama bir şey anlatmaya çalışıyoruz. Bu anlatmaya çalıştığımız şeyler de en arkada semt kültürü, dayanışma ama biraz da gözünüzü açın, bakın. Özellikle bu ekonomik kriz dönemlerinde insanın kafasını kaldırması güçleşir ve yaşam zor. Biz iki saat içerisinde en azından kulağına bir kar suyu kaçıralım, gözünü aç, kafanı kaldır, bak neler oluyor onları yapmaya çalışıyoruz. Bütün bunların toplamında bu sonuç ortaya çıkıyor yoksa oturalım burada zekâ pırıltısı olan bir hareket çekelim, bu böyle olsun gibi hesaplarımız yok. Doğal akışında bırakıyoruz. Hem bir konu var ama nereye gideceğini bilmiyorsun. Vayy be diyorsun ama o da olması gerektiği gibi klasik aslında.
“Kendimi 6. projede ev sahibi gibi hissettim”
Bu serinin farkı ne? Evet kahramanlarımızla hikayelere devam ediyoruz da…
Bence başta benim olmak üzere oyuncu ekibinin de ustalaşmaya başladığı proje oldu. Kendi işçiliğimle ilgili, reji işçiliği olarak doğru bir anlatım içerisindeyiz. Aradan yıllar geçmiş kendimi 6. projede ev sahibi gibi hissettim. Galadaki izlemede gördüm ki sinema dili, anlatım anlamında en yetkin olanı 6.sı oldu. Sinema dili olarak en oturaklı, düzgün ve görseli de iyi olan, daha güçlü ve en havalı Çakallar filmi oldu diyebilirim, en pahalı Çakallar da bu film.
“İşine, gücüne sahip çıkmazsan geleceğin nokta; kendi ülkende mülteci olmak”
4 yıl aradan sonra kahramanların yaşları büyüdü ve olgunlaştılar ama kim, ne kadar değişmiş, ne katmış ve ne durumdalar?
Kayınço, filme 12 sene önce ilk başladığında bir tekel bayii işletiyordu ama kuryeye dönüşmüş üçün beşin peşinde yine. Servet artık home ofis kayıt dışı muhasebeci olarak çalışıyor, Hikmet yazık gündelik işlere düşmüş, Timur kupon basıyor zaaflarının içinde kalmış, ganyan bayisinde takılıyor. Hakan Bilgin berber yine düzgün esnaf o.
Her filmdeki ortak şey Çakallar konseptinin entelektüel karşılığı Dostoyevski’nin ‘Suç ve Ceza’ kitabı. Kabacası kısa yoldan köşeyi dönmeye çalışırsanız olmaz… 6. film bu durumu örneğiyle göstererek karakterler üzerinden yaptı. Bütün bu maceraları yaşarken kendi ekmeklerine, kendi dükkânlarına sahip çıksalardı belki de hayatın başka bir noktasında olabilirlerdi. Ama işte dükkânına, işine, gücüne sahip çıkmazsan geleceğin nokta; kendi ülkende mülteci olmak, tekel bayisinin motorunda kuryelik yapmak, muhasebe müdürüyken kayıt dışı muhasebe tutmak, fırın sahibiyken ganyan bayisinde kupon basmak gibi bir durum. ‘Çakallarla Dans 6’ aslında bütün serinin karakterler üzerinden sağlaması oldu.
“Del Piero, masumiyeti ve toplumumuzun vicdanını temsil eden bir karakter”
Hikmet’i bu seride daha çok sevdim, bi ayırdım içlerinden…
Hikmet masumiyeti temsil ediyor, birinci filmden kodladığımız her karakteri temsil eden kavram ve duygu var. Murat Akkoyunlu’nun oynadığı Del Piero, toplumumuzun vicdanını temsil eden bir karakter, o yüzden onun başına bütün olumsuzluklar geliyor zaten. Timur Acar’ın oynadığı Köfte Necmi karakteri ise arkadaş çevresi yüzünden kirli işlere mecburen düşen, arkadaş kurbanı ama zamanla hatasından dönen adam, bu işlerden hep kurtulmaya çalışır aslında. İlker Ayrık’ın karakteri Servet memleketimizin her yerinde görebileceğimiz güçlü kadın karakteri altında ezilmek zorunda kalan yoksa itaat etse rahat edecek olan, kafası çalışan, aslında var olan potansiyelini ortaya çıkarsa çok işler başaracak biri. Kayınço karakteri de işini gücünü kadınlara karşı olan zaafından dolayı hayatı bir türlü yoluna girmeyen, yalnız bir adam aslında.
“Özellikle doğu illerinde ekonomik kriz çok hissediliyor”
Gişede durum ne olur?
Göreceğiz, şu an biz de tam bilemiyoruz. Daha önce 1,5 milyon bilet kesmiştik. Aynısı da olabilir, 700 bin de olabilir. Çünkü bu darlık dönemi ekonomisi başka ama şunu da biliyoruz insanlarımızın eğlenmeye ihtiyacı var. Bizim filmimiz eğlenceli ve 6.sı olmasından mütevelli garanti bir eğlence sunuyor. Aslında tam da biz onların dertlerine ses olmak için de bu filmi yaptık. Ben seyirciye bir şey diyemem ki durum ortada. Önümüzdeki yıl yapmayı planladığımız tarihi film drama, diğeri aşk filminin seyrini de bu filmdeki rakamlar biraz belirleyecek hem finansal kaynak olarak hem de bize perspektif koyması açısından. Eskiden garanti film böyle oluyordu, şimdi böyle oldu, önümüzdeki yıl ne olur? Ekonomi, seçim vs her şey birbirine bağlı. Özellikle doğu illerinde kriz çok hissediliyor. İyi bir şey yapınca kazanıyorsun diye de düşünüyorum. Bilet satışlarımızda bir hareket var ama bakacağız. Türkiye’de sineması olan bütün lokasyonlarda gösterimimiz olacak, son yılların en çok perdesine sahip filmi olacağız. Ayrıca yurt dışında aynı anda çok fazla ülkede de gösterimde olacağız. Ekipçe bazı yerlerde seyirci ile de buluşmalar yapacağız şimdiden çok yoğun bir takvim belirledik, oyuncularımız ile filmi seyircilerimizle onların illerinde ve ülkelerinde izleyeceğiz.