Mutlu Hesapçı

Mutlu Hesapçı

"Sanki her şey biraz felaket" mi?

Ağlasam geçer mi? 

Ara ara son zamanlarda kendimi ağlarken buluyorum, bu ağlamak herkesten gizlediğim bir şey çünkü beni öyle görsünler istemiyorum nedense. Ama bu paylaşılabilir bir duygu aslında herkes tek başına ağlıyor zaten, sadece gizliyor! 

Bu filmi bence ve önce tek başına ağlama duygusundan dolayı sevdim. Karakterler gündelik hayatı yaşayıp bir yerde ağlamayı seçiyorlardı ve tek başlarına ağlıyorlardı. Sonra dert ettikleri meseleler benim zamanında ama zamanı geçmeyen şimdinin meseleleriydi, ‘yalnızlık’ duygusunda çok gerçekti. 

Filmin ismi aslında anlatıyordu meseleyi, genellemeye giden her şeyi özellikle sanırım son zamanlarda ‘Sanki Her Şey Biraz Felaket’ti benim hayatımda bazı meseleler felaket ötesi dünyanın sonuydu sanki ama bazı meseleler gelip geçmişti, felaketten kıl payı kurtulmuştu. Zaten hayat buydu! 

‘Sanki Her Şey Biraz Felaket’ filmini Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde izleyebildim, filmin festival yolculuğuna burada yetiştim. Film her ne kadar gençler üzerinden hikâyesini anlatsa da evrensel yaşadığımız bütün meseleleri öyle doğal akışında başarıyla anlatıyor ki size düşen duygu “Ben bunları yaşadım ve hangi yaşta olursam olayım, yaşamaya devam edeceğim” hissini veriyor. İnsanın kendine yumuşatma kelimesi olarak aslında teselli ‘sanki’ diyor ama o sanki kelimesi aslında hayata tutunma cümlesi çünkü sanki dediğimiz her şey aslında gerçek ve ‘sanki’siz… 

Festivalde dün gece En İyi Film, En İyi Yönetmen, Safa Önal En İyi Senaryo ve SİYAD Cüneyt Cebenoyan En İyi Film ödüllerini alarak tahmin ve beklentilerimde beni yanıltmadı... 

Filmin yönetmeni ve senaristi Umut Subaşı ile filme dair sohbet ettim, oyuncularından da görüşler aldım. Belki felaket diye gördüğümüz her şey başka bir şeye dönüşür ve mutluluktan ağlayacağımız günler de gelir. 

Herkese iyi pazarlar!

Adana Altın Koza Film Festivali’nde filmin gösterimi nasıl geçti ve senin için bu festivalde ilk uzun metraj filminle yarışmanın anlamı nedir? 

10 sene önce öğrenci olarak kısa filmimle yarışmış ve ödül kazanmıştım. 10 yıl sonra tekrar Adana’da olmak ve uzun metraj filmimle yarışmak tatlı bir tesadüf oldu. O yüzden heyecanım başka ve anlamlı diyebilirim. Seyircinin ilgisi vardı ve salon çok kalabalıktı. Gelen sorulardan ve yorumlardan gelen geri dönüşler güzeldi diyebilirim. 

“Hikaye anlatıcılığını kutsamıyorum”

Filmin hikâyesi nasıl ortaya çıktı ve yola çıkış cümlen ne oldu?  

Hikâyeden ziyade anlatmak istediğim şey benim için önemli. O yüzden mutsuz gençlerle, bugünlerle ilgili bir film yapmak üzerine yola çıktım. Sonuçta hikâye bir araç, hikâye anlatıcısı olmak, hikâye anlatmak benim için çok da önemli şeyler değil. Benim için anlatmak istediğim şeyi aktarmak önemli. Sinema da bunun aracı. Hikâye anlatıcılığı kutsanan bir şey ya, bende öyle bir durum yok. 

“Benim için anlatmak istediğim şey önemli”

Sen neyi kutsuyorsun?

Hiçbir şeyi kutsamıyorum benim bir derdim var, bunu da sinemayla anlatmaya çalışıyorum. Benim için anlatmak istediğim şey önemli, bu yolda da “Ne anlatıyorum, benim derdim ne? ” sorusundan yola çıktıktan sonra karakterler ortaya çıkıyor, hikâye yapısı oluşuyor.

“Bugünlerin haletiruhiyesi aslında benim anlatmak istediğim şey”

Peki, bu filmdeki derdin ne ya da dertlerin neydi?

Vallahi çok fazla dert var ama genel olarak bugünlerin kaotikliği ve karamsarlığıyla ilgili diyebilirim sanırım. Bu yüzden film yapmak istedim, kendi hissettiğim mutsuzluk, sıkışmışlık diyebiliriz. Bugünlerin haletiruhiyesi aslında benim anlatmak istediğim şey.

Anlatmak istediğin durum klasik hepimizin yaşadığı duygular ama anlatış tarzın çok farklı ve yenilikçi. Neden bu tarzda anlatmak istedin? 

Ben hep hayatımda da böyle taze, özgün, yenilikçi bir yerde konumlanmak isterim. 

Film de benim olduğu için o da tabii ki öyle bir yerde. Bir yandan bir filmin mükemmel olmasından ziyade taze yeni bir şey olması benim için daha ilginç. Tabii ki klasik yapılmış bir sinemaya da insanın bir özlemi oluyor ama “Ya ne ilginç bir film ben böyle film hiç görmedim” dediğim filmleri yakaladığımda daha çok mutlu oluyorum. Dolayısıyla ben de böyle bir film yapmak istiyorum. 

Yenilikçi tarzın ilginç ve başarılı ama seyircinin çok alışık olmadığı da bir şey. Bu durumda biraz riske de girmiş oluyorsun. 

Filmciler kendini geliştirsin tamam ama seyircinin de biraz radarlarını açması gerektiğini düşünüyorum, ilginç ve beklenmedik filmler için efor sarfetmelerini bekliyorum. Bu da bir risk elbette.

“Filmin ismi o anlatmak istediğim şeyin kapsayıcılığını çok güzel ifade ediyor”

‘Sanki Her Şey Biraz Felaket’ filmin ismi çok ilginç, ismini nasıl buldun? 

Bu filmin ismi başında belli değildi ama çok hızlı çıktı diyebilirim. Bazen filmin ismini bulmakta çok zorlanıyorum çünkü film sadece bir şeyle ilgili değil, öyle bir isim koymak kolay değil. İsim aklıma geldikten sonra yapımcım Cemre ile paylaştım o da çok beğendi. Filmi çok doğru anlatan bir isim oldu. Filmin ismi o anlatmak istediğim şeyin kapsayıcılığını çok güzel ifade ediyor. Filmin tonunu bence çok iyi ifade ediyor yani bu film dram mı, komedi mi, bu film nasıl bir film? ”İlginç bir film galiba bu bence” dedirtiyor sanırım, umarım filmimiz de öyledir. 

“Filmin aslında anlattığı şey karamsar ama anlatma şekli o kadar karamsar değil”

Sanki her şey biraz felaket değil, felaket aslında. Şu anda içinde bulunduğumuz durum bu. Filmi izledikten sonra karamsar bir havada kalıyorsun. Bu film karamsar bir film mi? O kadar felaket mi, o kadar karamsar mısın?

Değilim aslında, film de bence o kadar değil. Filmin aslında anlattığı şey karamsar ama anlatma şekli o kadar karamsar değil. Seyirciyle oynamaya çalıştığım ping pong gibi. Filmde bütün duyguları yaşıyorsunuz çok gülen de var, ağlayan da var her iki duyguyu yaşayan da var. Duygu geçişleri yaşatan ve kalıba sokamayacağınız bir film yapmaya çalıştım. Herkesin farklı bir yerden filmi ele alması belki birçok duyguyu aynı anda filmde yaşıyor olması ve bunu benim seyirciye dikte etmeden onların bunu elde ediyor olması benim için harika.

Peki, gençler bu kadar mutsuzlar ve hayatın tadını çıkartamıyorlar mı? Bu kadar fark etmiyorlar mı?

Görünen bir mutsuzluk yok, şu var; her akşam evine dönüp tek başına ağlıyor karakterler ama başka birilerinin yanında ağlamıyorlar. Dolayısıyla sürekli mutsuzlar demiyorum ama böyle bir bulut gibi senin kafanda geziyor o, içinde yaşadığın hayatın yükleri seninle birlikte yürüyor. Yalnız kaldığın zaman da başlıyor yağmur yağmaya. 

Her insan biraz öyle değil mi her insan eve gittiğinde özellikle son zamanlarda ağlıyor diye düşünüyorum. Gündüz güçlü görünüyorsun ama eve gittiğinde...

Tabii ki. Bunun genç olmakla ilgisi yok. Dışarıdaki sen ve senin içinde kopanlar… Filmdeki gençler de yalnız kaldıklarında ağlıyorlar.  O ağlama sahneleri aslında sadece o yalnızlığın içinde hissettiklerinin bir ifadesi gibi.

Peki, o fikir nasıl oluştu gençler ağlasınlar hikâyesi? 

Çok karakter olması baştan beri belliydi. Sonra tabii onları tutacak ortak bir şey, bir tutkal gerekliydi. Mutsuzlukları tabii ki bir tutkal işlevi görüyordu. Bunun da dışavurumu her gece hepsinin birbirinden habersiz tek başlarına ağlamaları. Bu mutsuzluğu görsel olarak hiçbir şey söylemeden nasıl anlatabilirim? Ağlayarak anlatmayı tercih ettim ama bunu anlatırken seyirciyi de ona o ağlamaya ortak etmeden yani seyircinin ağlayanlara üzülmesini sağlamadan yaptım. Öyle olunca da işte o ağlama sekanslarındaki kurgu ve müzik yapısı ortaya çıktı.

Zeynep’in günlüğüne yazdığı haberler fikri çok güzel bir buluş. Her gün bir haberle uyanıyoruz ve bizim ülkemizde haberler bitmiyor. Bu fikir nasıl ortaya çıktı? 

Ben normalde de günlük yazarım. Sonra böyle hani şey günler oluyor işte bir gün madende bir kaza oluyor, bir gün bir cinayet oluyor, bir gün bir şey oluyor filan böyle bir yerden sonra böyle her gün tabii ki yeter artık yeter artık derken ben bunu her gün yazacağım dedim. Bugün işte şu oldu, bugün bu oldu ve böyle bir buçuk ay haberleri yazdım. Örneğin Finlandiya'da iki senede olacak bir haber Türkiye'de her gün oluyor maalesef doğal felaketler, onlar bunlar. Dolayısıyla onları yazdıktan sonra Zeynep'in günlüğünde her gün bu haberleri vermeye karar verdim. 

Aralarda anlık giren bir padişah ve bir kadın var.  

Film aslında dört kişinin mutsuzluğu ile ilgili değil, genel ruh haliyle ilgili. Genel iklimi anlatmak için kulandım ve ağlamalardan hızlıca seyirciyi çıkartmak için de kullandım. Filmi ana hikayeden koparma işlevi de görüyor. Onların ana karakterlerle ilgisi hiç yok. Ana hikâye ile ilgili görünmese de herkesin kendince yorumlayacağı, geçişlerde kullandığım bir şey diyebilirim. O seyirciye bıraktığım bir alan herkes kendince yorumlayacaktır. 

İnsanın ruh halini ve ülkenin ruh halinin haritasını çekmişsin bence. Bu durumu da gençler üzerinden yapıyorsun. Şu an içinde bulunduğumuz durumu çok güzel özetliyor, her derdi ve her meseleyi. Bunu nasıl oluşturdun? O dertleri nasıl içine yedirebildin hikâyenin?

Aslında benim en temel yönetmenlik anlayışım hiçbir şeyi göze sokmadan, incelikle anlatma üzerine kurulu. Seyirci için ama seyirciyi önemsemeden film yapıp, onlara güvenmek istiyorum genel olarak. Küçük şeylerle bazı şeyleri anlatmaya çalışıyorum, gözüne sokmadığım için seyircinin dikkatinden pekâlâ kaçabilir. Biz yönetmenler genellikle anlaşılamamaktan korkarız, seyirci bunu anlamaz diyerek daha net anlatma kaygısına gireriz. Ben bu filmde öyle bir kaygı gütmeden çok ince şeylerle bütün bu derdimi, tasamı anlatmaya çalıştım. Böyle yapınca da filmin ana hikayelerini sabote etmeden senaryonun parçası olmuş oldu tüm bu dertler.

“Seyirciyi teslim alma niyetinde değilim, seyirci özgür olmalı”

Bu filmi neden izlesinler?

Bugünlerde hissettiği ya da belki hissettiği ama farkında olmadığı birçok şeyi görebileceği bir film. Bunu taze bir yerden belki birçok insanın çok da görmediği bir şekilde deneyimleme şansı olacağı için izlesinler. Ama tabii bu biraz da zevk meselesi, bu filmi hiç anlayamayan insanları da anlıyorum. Seyirciyi teslim alma niyetinde değilim, seyirci özgür olmalı. Ama ne kadar seyirci bu özgürlüğü istiyor onu sorguluyorum… Hikâye çok anlaşılabilir, kolay ama onu anlatma şeklim bence kolay değil. Ama özellikle gençler kendini filmin içinde çok buluyorlar çünkü onların dertlerini anlatıyorum, insanların değişmeyen dertleri bu. Bugünlerde sadece Türkiye'de de demiyorum bence dünyada da şu an yaşayan herkesin hissettiği karamsar bir dönemden geçiyoruz. O yüzden film yurt dışında anlaşılıyor ve hissediliyor diyebilirim. 

“Sinema yapmak için bir şeylerle derdinin olması gerekiyor”

Yaptığın sinemayı nasıl tanımlıyorsun, neler anlatacaksın? 

Benim sinemam olarak tanımlıyorum. Ben derdim neyse, beni hayatta rahatsız eden, kafaya taktığım ne varsa onu anlatmaya çalışacağım. Yani muhtemelen bir gün hayattan çok koparsam muhtemelen film yapamam. Sinema yapmak için bir şeylerle derdininin olması gerekiyor. En azından benim için öyle.

…………………………………………………………………………………………………..

Melisa Bostancıoğlu (Zeynep): Filmin bizim kuşağın boğuştuğu sorunları işleyiş biçimi herkesin farklı bir noktadan bağ kurabilmesini sağlıyor. Gün geçtikçe benim için de daha anlamlı bir hal alıyor maalesef. Zeynep karakterini canlandırmış olmak bu sorunlara farklı bir perspektiften bakmamı sağlamakla birlikte bir oyuncu olarak da iyi ki bu projenin içindeyim dememi sağlıyor.

Melis Sevinç (Ayşe): Filmde dört gencin, dayatılan koşullar altındaki çatışmalarını ve kesişen hayatlarını seyrediyoruz. Kendi karakterim Ayşe üzerinde konuşacak olursam yaşadığı içsel ve dışsal çatışmalara karşı bazen gerçeklikten kaçarak bazen de yorucu bir umut etme haliyle bir mücadele içinde olmasının çok gerçekçi olduğunu ve oynamanın da çok keyifli olduğunu düşünüyor ve bu işin bir parçası olmaktan mutluluk duyuyorum.

Mert Can Sevimli (Mehmet): Filmimiz bugünün Türkiye’sine dair biteviye bir mutsuzluk halinde olan günümüz insanın içinde bulunduğu durumu kendine özgü diliyle anlatıyor.

İlerleyen yıllarda, geçmişe dönüp 2023 yılının Türkiye'sine bakıldığında örnek gösterilecek, mutsuzluk üzerine bir mizah.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mutlu Hesapçı Arşivi