Mutlu Hesapçı
“OYUNCUNUN BENCE TEK ÖDÜLÜ ŞU; ROLÜ HİSSETMEK…”
Son yıllarda birçok projede kendisini görüyoruz ve izliyoruz. Burada sayamayacağım kadar başarılı projede ve rolde hep karşımıza çıktı. Her rolü hissederek oynuyor ve seyirciye geçiriyor. Öyle ki festivallerde yarışan filmlerin en çok tercih edilen oyuncuların başında o geliyor. Kendisiyle sabaha kadar birbirinden özel yer aldığı yapımları konuşsak sayfamız yetmezdi. Murat Kılıç ile son projeleri ‘Stiletto’ ve ‘Kumbara’ dan yola çıkarak oyunculuğuna uzanan bir röportaj gerçekleştirdik. ‘Stiletto’ kısa filmi çok ses getirdi ve festival yolculuğuna devam ediyor. ‘Kumbara’ filmi vizyona girdi ve seyircisiyle buluştu. Oyuncu Murat Kılıç’ın yeni projeleri ise yolda çok yakında bizlerle buluşmayı bekliyor. Ve biz de kendisini izlemeye ve alkışlamaya devam edeceğiz. Herkese sağlıklı ve mutlu pazarlar diliyoruz.
“Stiletto” bir kısa film olarak çok acayip ve farklı bir film olmuş. Filmi izleyince anladım ki kısa film deyip geçmemek gerekiyor. Kısa filmlere destek veren bir oyuncu olarak sizin yorumunuz nedir?
Kısa filme önemi vermeyen bence yine kısa filmciler ve kendilerini ciddiye almıyorlar. Kısa film çekmek sanki bu işin çıraklık mertebesi sonra yavaş yavaş uzun metraja doğru bir serüvenmiş gibi bakıyorlar. İzmir’de kısa filme destekten dolayı kutladılar beni ama ne desteği? Ben oyuncuyum bana bir rol teklif ediyorsun, ben de oynuyorum. Bunun destekle ne alakası var yani… Uzun metraj teklifi gelince ve oynayınca ben onlara destek vermiş mi oluyorum? Öyle bir şey yok. Öyle kısa filmler izledim ki uzun metrajlı filmlerin çoğundan daha güzel filmlerdi. Stiletto’nun başarısı, “Bir kısa film nasıl çekilir ve kısa zaman diliminde mesajınızı nasıl anlatılırsın?” durumuna en güzel örneklerden biri. Genel olarak kısa filmin amacı kısa zaman dilimi içinde büyük bir zekâ unsurlarını kullanarak elinizdeki sürprizi seyirciye geçirebilmek. 15 dakikaya sığmayacak kadar esasen büyük bir konuyu, geri kalmış ülkelerin insanlarının bire bir ilgilendiği bir konuyu, bu kadar kısa bir zaman diliminde alıp çok naif bir yerden özellikle seyirciye sunmayı başarmış bir film. Bence gerçekten “Kısa film nasıl yapılmalı” sorusuna cevap olarak Stiletto iyi bir örnek.
Stiletto evli ve çocuklu bir adamın kadınlığa özenip özenmeme mevzusu üzerine bir film
Üstelik konusu itibariyle de Stiletto başka bir yerden bakıyor hikâyeye…
Konusu aslında sıkıntılı, evli ve çocuklu bir adamın kadınlığa özenip özenmeme mevzusu üzerine kurulmuş bir film. Türkiye’de çok konuşulan bir şey değildir bu konu ama şunu gördüm… Bütün erkek çocukları olan anne ve babalar, çocukları annenin kıyafetini denediğinde panik halinde hemen psikoloğa gidiyorlar. Sonuç olarak illa bir adamın elbise giydiğinde kadınlaşması, kadınlığa özenmesi ya da eşcinsel olması, kendini kadın gibi hissetmesi gerekmiyor. Nasıl ki şu anda da kadınlar erkekler gibi giyinmiyor mu? Biz kadına erkek diyor muyuz? Neden erkek birisi kadın elbisesi giymeye çalıştığında hemen yargılıyoruz? Evet, Stiletto abartılı bir şey gibi gelebilir, “Neden olmasın?” diyorum. Bazen bu kadar sınırları ve keskin uçları olan bir toplumda yaşamak çok zor. Dolayısıyla da bizim filmimizdeki Hasan’ın bu tarz duygularını çok gizli yaşıyor olması ve merakını gizlice gidermeye çalışması aslında çok trajikomik bir hikâye. Ve yönetmenimiz Can Merdan Doğan bunu o kadar naif bir yerden anlattı ki ayrıca ben stilettoyu ayağımda beğendimJ
Fısıltı çoğu zaman nara atmaktan daha etkilidir
Bu kadar hassas ve tartışılan bir konuyu bambaşka bir bakış açısı geliştirerek bu şekilde işlemesi belki filmin etkisini, anlamını ve önemini daha farklı bir yere taşıyor gibi geliyor…
Ne kadar haklı olursanız olun bazen bağırdığınız zaman haklılığınız gidiyor. Bu film bağırmıyor öyle sessizce kulağınıza fısıldıyor. O yüzden “Ben haklıyım, beni anlamıyorsunuz” gibi bir anlayışla ele alınana bir film değil “Ben de buradayım, lütfen beni de görür müsünüz?” gibi bir ricayla yola çıkıp derdini gerçekten fısıltıyla anlatan bir film. Fısıltı çoğu zaman nara atmaktan daha etkilidir.
Hep istediğim şeyleri oynamaya çalıştım
Kabul etme noktasında… Bu rolü kabul ederken çekinceniz oldu mu?
Bu noktada kime, neyi, nasıl söyleyeceğiniz çok önemli. Bir oyuncu olarak bu yaşıma kadar hep istediğim şeyleri oynamaya çalıştım. O yüzden yüzlerce şeyin içinde yer almadım ama yer aldığım şeylerin hepsi savunabileceğim işler oldu. Hepsinin sözü sonuna kadar arkasında durup sonuna kadar savunabileceğim şeylerdi. Bu bir rol hatta bu rolü oynamak pek çok açıdan bana çok şey de kazandırdı. Her rol bir yolculuk değil mi? Neden kendimizi sadece orta sınıf insanları oynamakta sınırlandıralım ya da öğretmen ya da polis ya da baba… Neden farklı şeyler oynayıp da oyunculuğumuzun renklerini çoğaltmayalım? O gökkuşağına neden biz sahip olmayalım?
Oyuncular belirli bir noktaya geldikten sonra risk almıyorlar
Belki çok alışkın olduğumuz bir durum değil, genel olarak baktığımda bazı oyuncular tek tip kalıp içinde aynı rollerde kalabiliyorlar ve şaşırtmak istemiyorlar. O yüzden bu rolü nasıl kabul ettiniz gibi saçma bir soru sorabiliyorum ben de…
Bu risk almakla ilgili. Oyuncular belirli bir noktaya geldikten sonra risk almıyorlar, hatta çoğu zaman hayatı boyunca risk almayarak geçiren pek çok oyuncu var. Ama risk almadığın sürece de oyunculuğunu geliştirme şansın yok. Çok güvendiğin bir yerden oyunculuk yapmak elbette mümkün ama sana ne katıyor bir bakmak lazım. Hadi polisi çok iyi oynuyorum diyelim sektörün sana yapıştırdığı bir rol sen polissin çok iyi oynuyorsun ne yapayım hayatım boyunca hep polis rollerini mi oynayayım?
Şans, içinde yer aldığım şeylerin peş peşe geliyor oluşu
Çok fazla filminiz var bu şansı nasıl yarattınız?
Bence bir oyuncunun içinde var olacağı projeyi seçmesi önce sevmekle başlıyor. Sonra da bir sözü var mı ve neye ithaf ediyor? Bende genelde şansla oldu bütün bunların hepsi ya da şans dediğim içinde yer aldığım şeylerin peş peşe geliyor oluşu… Belki öteki ötekini tetikledi bilemiyorum. Ama mesela geçtiğimiz Antalya Film Festivali’nde yarışan filmlere baktığımızda eğer kabul etmiş olsaydım sekiz tane filmde oynamış olacaktım. 2021 Antalya Film Festivali’ne katılan filmlerin sekizinde irili ufaklı yer almış olacaktım, Stiletto kısa filmiyle beraber dokuz film.
Bu mesleği yaparken oynadığım şeylerin birbirine benzemesi beni çok korkutur
Filmlerinizi izlediğimizde hep başka biri var karşımızda.
Eğer her filmde oynuyor olsaydım bugün aynı adamı o filmden oraya taşır, oradan oraya taşır olurdum. Hayattaki en korktuğum şey; bu mesleği yaparken oynadığım şeylerin birbirine benzemesi beni çok korkutur. Bunun için çok çabalıyorum. “Olmamasına dair nasıl çabalıyorsun?” dersen role öyle hazırlanıyorum ama işte benzediği an o zaman çok keyifli bir şey olmayacak. Ve kendini tekrarlamadan aynı şeyi oynamamak önemli olan.
Bir oyuncu olarak o senaryoya hizmet etmek için yanıp tutuşuyorsunuz
Bir proje geldiği zaman kriterleriniz neler oluyor ve sizi o role ne inandırıyor?
Bir kere senaryo güzel mi, güzel mi derken güzel mi demek nedir? Film güzel mi güzel. Eee… Niye güzel, bunu konuşalım. Senaryonun toplumsal bir yapısı var mı, daha önce oynadığım şeylere benziyor mu, bakış açısı nasıl, karakterlere nereden bakıyor ve karakterleri derinlemesine inceleyebilmiş mi? Vermek istediği mesajı ne? Eğer mesaj taşıyorsa ya da mesajı varsa bu mesajı kör gözün parmağına şeklinde mi veriyor yoksa film bitince dışarı çıktığımızda “Evet bir şeyler öğrendim, fark ettim” diyebiliyor muyuz? Bir film yapmak gerçekten çok zor. Adam oturuyor, yazıyor bir filmi. Çekmesi 4 yılı buluyor. Dolayısıyla filmleri değerlendirirken bu durumu da göz ardı etmemek gerekiyor. Yönetmen sizinle bağı iyi kurarsa siz de bir oyuncu olarak o senaryoya hizmet etmek için yanıp tutuşuyorsunuz.
Oyunculuk bazen geç meyve veren bir ağaçtır
Bu roller sizi nasıl buluyor?
Bilmem. Kamera önünde var olduğunuz anları öyle iyi becermelisiniz ki rolünüzün hakkını verin. Bana rollerin geliyor oluşu özelinde öyle sinemayla ve dizilerle muazzam iç içe geçmiş bir hayatım yok. Yıllarca tiyatro yaptım, tiyatroda hiçbir şey olamadı ne yazık ki. Bütün hikâye İnan Temelkuran’ın filmleriyle başladı. Sonra tesadüfen Nuri Bilge’nin cast’ına gittim. Bir Zamanlar Anadolu’da polis rolü oldu. Sonra Mehmet Can Mertoğlu’nun görüp üzerime senaryo yazmasıyla başlayan sürecimle birlikte toplasanız 10 sene ediyor zaten. Yani hayatımın geri kalan 40 yılında hadi 40 yılın 18’ini atayım 22 yılında gerçekten tiyatrodan bir şey yapamadım. O kadar da büyük ustalarla çalıştım. Her yerde adlarını anarım saygıyla… Genco Erkal’ın, Zeki Alasya’nın, Tunç Başaran’ın asistanlığını, çıraklığını yaptım ama bir şey olamadı. Yalnız 10 yıldır var olan yaptığım şeylerle “tırnak içinde” buraya geldim. Şunu da söyleyeyim, oyunculuk bazen geç meyve veren bir ağaçtır. Ben zaten bunu çok iyi bilen bir insanım. Işıl Kasapoğlu Hocam da aynısını söyler; “Kısa soluklu bir iş yapmıyoruz, hayatınız boyunca bir iş yapıyorsunuz. O yüzden yaptığınız her şey arkanızdan gelir, bunları silemezsiniz sizi bulur. Yaptığınız işlerle varsınız. Bu mesleği yapıyorsanız o yüzden ona göre yapın.” Hayatımın geri kalanına 70 yaşında da alnım ak yaptığım işlerden gurur duyarak devam etmek istiyorum. Çünkü 50’sinde ya da 60’ında emekli olmayacağım. Bakın Genco Ağabey 84 yaşında aslanlar gibi hâlâ ayakta mesleğini yapmaya devam ediyor.
Tiyatrocu olacağız diye yola çıktık
“Çıkışım geç oldu” dediniz… O dönemler “Tamam tiyatroyu seçtim de sinemada dizide oynayayım” diye hayal kuruyor muydunuz ve geç kaldığınızı hissediyor muydunuz?
Olmaz mı? Benimle beraber mesleğe başlayan arkadaşlarımın alayı bugün şöhret ve çok büyük isim ben hariç. Çünkü tiyatroyu seçen bir tek ben vardım. Ben yolumu böyle seçtim. Tiyatro yapacağım dedim. Onlar televizyonu ve sinemayı seçtiler zamanında. Belki de tiyatrodan geç kaldım sinemaya gelmekte ama her şeyin işte zamanı kendiliğinden oluşuyor, ne diyebilirim? Bir elma tam olgunlaştığı zaman yere düşüyor yoksa bu sene istediğim zaman düşsün diyemiyorsunuz maalesef. Mesleğimiz oyunculuk, tiyatro aşkıyla büyüdük ve tiyatrocu olacağız diye yola çıktık. Ben Zeki Alasya âşığı olduğum için hep onunla bir şeyler yapmak istedim hayatım boyunca. Sinemayı da hep ondan dolayı düşündüm diyebilirim. Ama dediğim gibi benim ağaç geç meyve verdi, gübresini az verdimJ
Zeki Alasya benim rol modelimdi
Bir insan çocukken ben oyuncu olmak istiyorum nasıl diyor ve karar veriyor?
6 yaşımdan beri Zeki Alasya’yı izleyip evde onu taklit etmekle geçti benim hayatım. Yani ilginçtir bir şeyi izlerken size de oluyordur o insanın kişiliğine dair yargıda bulunuyorsunuz. Çok iyi bir insana benziyor dediğinizde olur ya işte ben Zeki Alasya için bunları söylüyordum ve o benim rol modelimdi.
Zeki Alasya’ya büyük hayrandım beraber tiyatro yapamadık çünkü ustam öldü
Yıllar sonra tanışabildiniz ne güzel.
Tanışmadık ben kendimi tanıştırdım. Balıklama diye lokantası vardı. Gittim kapısında bekledim. Onu bekliyordum uzun süre gelmedi. Sonra geldiğinde korumaları beni yaklaştırmadı, ağladım. “Bırakın çocuğu” dedi, yanıma geldi ve hikâyemi anlattım. “Ben sizinle oynayacağım, oynamazsam ya seni öldürürüm ye kendimi” dedim ilk cümlem buydu, büyük hayrandım. Sonra onun asistanlığını yaptım. Beraber tiyatro yapamadık ama usta çırak oyunumuzu yazmaya başladık, duruyor hâlâ kâğıt üstünde kaldı öylece… Çünkü ustam öldü.
Kumbara filminin de bir buluşu vardı, Orhan severek oynadığım bir rol oldu
Gelelim Kumbara filmine ben filmi çok beğendim. Oynadığınız karakter Orhan’ın durumuna çok üzüldüm, kızamadım da. Naif, çaresiz… Bu kadar çaresiz olmak zor olmalı. Bu film sizi nereden yakaladı?
Bir senaryoda buluş yoksa bir anlamı olmuyor bu Ferit Karol’un yazdığı Kumbara filminin de bir buluşu vardı. Buluşu sona saklamış ama sizi hep oraya taşıyan unsur var. Finali çok çarpıcı, benim için çok acayip bir buluş. Ferit’in sözleriyle cevap vereyim; “Bazen çok yakınımızdaki insanlarla kurduğumuz ilişkinin nereye evrileceğini bilemeyebiliriz. Nasıl davranacağımızı bilmiyoruz. Bazen en yakınımız dediğimiz insanlara, bazen çok soğuk davranabiliyoruz. Bazen çok şaşırtıcı davranabiliyoruz insanız.” Kumbara çok klişe bir hikâye aslına bakarsanız. Borçlarından dolayı kefil olması sebebiyle ki bir dönem ülkede çoktu. Kefillik sıkıntılı iş. Orhan’ın düştüğü durum ne yazık ki çok vahim, çok klişe de diyebiliriz. Kefil mevzusu ortaya çıkıp bunu çözmeye çalışırken girdiği bunalımlar. Orhan gerçekten de severek oynadığım bir rol oldu.
Ülkenin tarihinde çaresizlik hep var
Peki sizin kendinizi bu kadar çaresiz hissettiğiniz bir dönem oldu mu?
Olmaz mı, niye olmasın? Hepimizin, benim dönemimin çocuklarının tamamının böyle sıkıntılar yaşadığı dönem oldu. Bizim ülkemiz hiçbir zaman güllük gülistanlık olmadı ki. Şimdi her şeyi bu iktidara bağlamayalım ama yani bu iktidarın ülkeye yaptıklarını tabii ki inkâr etmiyorum. Verdiği bütün sıkıntıları, bu kadar ekonomik krizi tabii ki inkâr etmiyoruz, bunda yüzde yüz suçlular. Ben 90’larda da üniversite harçları azalsın diye eylem yapıyordum Özal varken çok mu iyiydik, Demirel varken çok mu iyiydik? Hiçbir iktidar, sınırları bunlar kadar zorlamamıştı ama “yaşadınız mı” sorusunun cevabı; hep çaresizlik yaşadık. Her şeyi her zaman yaşayabilirsiniz çünkü ülkenin tarihinde çaresizlik hep var. Orhan’ın hikâyesi, “Siz yaşadınız mı” sorusunda kefil olan bir adamın hikâyesi… Hep olacak. Bu anlamda ülkenin değişeceğine ben inanmıyorum. O yüzden ben de hayatımda buna benzer şeyler yaşadım ama şuradan yola çıkmak lazım. Oyuncu oynayacağı şeyi yaşamak zorunda değildir, anlamak ve bilmek zorundadır, kulakları kalbi gözleri bu kadar açık olmak zorundadır. Oyuncu, toplumuna, yaşam biçimlerine bir sosyolog gibi bütün toplumu gözlemlemek zorundadır. Felsefeci gibi her şeyi çözümleme çabası içinde olmalıdır. Bir aktörün görevleridir bunlar. Aslına bakarsanız katil rolü oynadığımda, “Siz bunu yaşadınız mı” diye soramayacaksınız o zaman nereden beslenmem gerekiyor, bunu anlamam gerekiyor. Toplumu eğer iyi analiz edememişsem zaten bunu iyi oynamam mümkün değil. Siz sadece oynayacağınız zaman mı toplumla ilgileniyorsunuz? Orhan bir orta sınıf birey diye ben o zaman mı orta sınıfla ilgileneceğim, hayır efendim. Sonuçta bir oyuncu olarak eğer eğitim sahamız ve bizim beslenme kaynağımız gözlemlemekse, toplumu çok iyi gözlemlemek, oyuncu nefes alışverişini, sıkıntılarını bilmek zorunda ve her şeyinden haberdar olmak zorundasınız. Gazete okumak zorundasınız, ne kadar canınızı sıkarsa sıksın. Çünkü oyuncu tarihe şahitlik etmek, o şahitliğini de gün gelip bir rol geldiğinde öyle dile getirmek zorundadır.
İnsan türünün güzel bir mahluk olduğunu düşünmüyorum
Kumbara filminde iyi insan çaresizlikten ister istemez kötülüğe bulaşıyor. İnsan iyi olmayı sanırım başaramıyor filmlerde de gerçek hayatta da…
Ben insan türünün gerçekten güzel bir mahlûk olduğunu düşünmüyorum. Duyarlı, güzel bilmem ne… Bu gezegeni mahvettik, sonuç olarak bu zaten ortada. İnsan güzel bir mahlûk değil. Niye sanat yapıyoruz, neden bir şey yapıyoruz? Hepimizin hayatı anlamlandırmak gibi bir derdi var. Yaşadığımız hayat daha ne kadar iyi, daha nasıl anlamlı hale gelir? Çünkü insanoğlu nereden geldiğinin sorusunu soruyor. Trilyonlarca galaksinin arasında minnacık bir gezegende yaşayan biz, hâlâ dünyanın, evrenin, kâinatın merkezinde kendimizi görerek şu soruyu soruyoruz: Biz nereden geldik, yaşam niye var? Bu soruları soruyorsun kendine. Bunların hepsi çıkmaz sokak. Bir tane soru geliyor ta ilk insandan günümüze kadar insanoğlunun kendini anlatma çabası duvarlara yazı yazarak başlayan bu hikâye… Biz de bugün bu sanatın bir dalını icra ediyorsak eğer belki de hayatı daha anlamlı kılmak değil mi derdimiz?
Oynayarak anlamlı kılmaya çalışıyoruz hayatı
Bu noktada çok şanslısınız en güzel meslektesiniz o zaman…
Evet, çünkü ben doktor da olurum, mühendis de, katil de, baba da olurum. İnsanın her halini oynarım. Belki de Tanrı’nın oyunculara verdiği lanet bu ya da ödül bilemem. Bu noktada oyuncunun bence tek ödülü şu; rolü hissetmek… Roldeyken o anı yaşadığında alkıştan bin kat daha önemli bir şey Tanrı’nın sana lanetini yaşıyorsun ve bundan zevk alıyorsun. Anlamlı kılmaya çalışıyoruz hayatı.
Oğlumun filmlerimi izlemesi en büyük ödül
Filmler kalıcı, bu duygu bile yaşamı anlamlı kılıyor sizin için ne güzel.
Evet kalıcı olmak çok güzel anlam arayışı dediğimiz şey var ya; benim çocuğum, benim filmlerimi izleyecek mesela. Benim için yeter mi hayatta? Ve başka ödüle gerek var mı?
Diyecek ki “Babam oynamış”… Daha ne olabilir ki?