Mutlu Hesapçı
“NE DÜŞÜNCELER ÖLÜYOR NE DE İNSANLAR BU MÜCADELEDEN VAZGEÇİYOR...”
Uzun zamandır beklediğim film “Sen Ben Lenin” sinemalarda. Filmin oyuncu kadrosunda Barış Falay, Saygın Soysal, Melis Birkan, Serdar Orçin, Nur Sürer, Salih Kalyon, Hasibe Eren, Özgür Çevik, Şerif Erol, Binnur Kaya, Mustafa Kırantepe, Serkan Keskin, Nazlı Bulum, Murat Kılıç, Sarp Aydınoğlu, Barış Yıldız, Sarp Akkaya, Necip Memili, Bige Önal ve Utku Çakar bulunuyor. Filmin yönetmeni Tufan Taştan ile filmi “Sen Ben Lenin” üzerine sohbet ettik. Bu pazar röportajımızı okuduktan sonra “Sen Ben Lenin” filmini izlemeye gitmeniz güzel bir plan olur ne dersiniz? Herkese sağlıklı, mutlu ve sinemayla geçen bir pazar dileriz.
“Sen Ben Lenin” filminin ilham kaynağı gerçek bir hikâyeye dayanıyor. İlk uzun metraj filminizde çıkış noktanız neden bu hikaye oldu ve sizi neden bu kadar etkiledi?
Motivasyonumuz, yaşanmış bir olayı sinema aracılığıyla yeniden yaratmaktı. “Mucizevi” ya da “bilimsel olarak” 2 yılı aşkın bir süre Karadeniz’de yüzen ve sonunda Akçakoca’ya gelen Lenin heykeli, muhafazakâr bir belediye başkanı tarafından turizmi canlandıracağı düşüncesiyle dikilmek istenmişti. Sonra Ankara’dan olaya müdahale edilmiş ve heykel depoya kaldırılmıştı. Bize göre gerçek yarım kalmıştı. Biz de yaşanmış bir olaydan yola çıkıp yaşanmamış bir olay üzerine film yapmak istedik. “Gerçekten Lenin heykeli dikilseydi neler olurdu?” sorusunu sinemanın gücü aracılığıyla perdeye yansıtmak istedik.
Dayanışma içinde olursak derdimizi anlatabileceğimize inandık
Yazar Barış Bıçakçı ile senaryoyu birlikte yazdınız. Bir edebiyatçı ile sinemacının ortak bir hikayeye imza atması nasıl bir yolculuk, kattığı zenginlik ne ve neden birlikte yazmak istediniz?
Aslında Barış ile birlikte ilk Söz Uçar’ı çektik. Aslına bakarsanız Söz Uçar’da Barış ve oyuncu arkadaşlarımızla birlikte yarattığımız sinerji sayesinde bu filmi gerçek kıldık. Söz Uçar’daki kolektif süreç bize cesaret verdi. Dayanışma içinde olursak derdimizi anlatabileceğimize inandık. Barış’ın Sen Ben Lenin’de bana yoldaş olmasının yanı sıra onun edebiyatçı kimliğiyle çalışmak, bir senaryo yaratmak, yönetmen için paha biçilmez bir deneyim. Sinemada aslolanın hikâye olduğunu düşünenlerdenim. Bu nedenle Barış ile birlikte bu senaryoyu yazmak çok geliştirici oldu. İkimizde aynı hikâyeye inandık ve birlikte yola çıktık.
İyi bir senaryoya insanları inandırmak bence zor değil
Öyle bir kadro kurmuşsunuz ki şampiyonlar ligi gibi J Bu kadar iyi ve ünlü oyuncuları hatta oyuncu olarak yönetmenleri büyük küçük rol demeden herkesi oynamaya nasıl ikna ettiniz ve hikâyenize bu kadar zengin bir kadroyu nasıl inandırdınız?
Senaryonun gücü diyebilirim kısaca. Türkiye Sineması’nda en büyük eksiğin senaryo olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle iyi bir senaryoya insanları inandırmak bence zor değil. Önemli olan hikayeniz. Tabii sadece teknik olarak değil hem biçim hem içerik olarak senaryonun okuyan bütün oyuncuları heyecanlandırması. Sen Ben Lenin’in bu konuda iyi olduğunu düşünüyorum. Kendine özgü bir biçimde, politik bir hikayeyi çok ince bir yerden anlatıyor. O zamanda sizinle birlikte yola çıkan insanları bu filme inandırıyor.
‘Sen Ben Lenin’ bir dayanışma filmi olarak yola çıktı
Tek bir mekânda her yerden ünlü oyuncuların çıkması filmin eleştirilen yönlerinden biri oldu. Bu kadar başarılı ve ünlü oyuncuların inandırıcılığı ve hikayeye hizmet etmesi noktasında sizin de kaygılarınız oldu mu ve filme dair temel olarak yapılan bu eleştiriyi siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Açıkçası bu konuda kaygı duysaydım tercihlerimi farklı yönde kullanırdım. Senaryoyu yazarken bile aklımızda belli başlı isimler canlanmıştı. O yüzden herhangi bir tereddüt duymadım. Aksine bu hikayeyi bir ansamble kadroyla izleyiciye aktarmak en başından beri amacımdı. Bunu yaparken de “ünlü” kelimesinden çok, oyuncu arkadaşlarımın o rolü layıkıyla taşıyabilmesi önemliydi. Oyuncunun iyi oyun vermesi bence inandırıcılığı arttırıyor hatta o ‘ünlü’ oyuncunun o role girmesi daha inandırıcı kılıyor performansı. Ben de tercihimi bu yönde kullandım. Kaldı ki Sen Ben Lenin, bir dayanışma filmi olarak yola çıktı. Tıpkı anlattığı hikâye gibi “ünlü” oyuncuların bu filmde yer alması da bence anlatmak istediğimiz hikâyeyi güçlendiren bir tercihti.
Lenin heykeli olması belirleyiciydi
Bir heykelin etrafında sistem eleştirisini ve kişilerin hayata bakışını çok güzel işlemişsiniz. Öyle ki sorguya çektiğiniz kasaba insanlarının psikolojik derinliklerine de inmeyi başarıyoruz. Bir heykelden yola çıkarak bu çözülme heykelin Lenin olmasından mı kaynaklanıyor yoksa hangi heykel olursa olsun bu kaybolma hikayesi sadece bir çıkış noktası mı oldu?
Elbette ki Lenin heykeli olması belirleyiciydi. Her ne kadar filmdeki mevzu heykel olmasa da karakterlerdeki yansımalarıyla kapıyı aralayan Lenin’di. Sonuçta Lenin’in heykelinden çok fikirleri üzerinden kasabalı karakterlerde belli tartışmalar yaşanıyor. Lenin mi kasabayı kasaba mı Lenin’i değiştirecek derken bir kasabanın, daha doğrusu bir ülkenin kendi gerçeğiyle yüzleşiyoruz. Bu gerçek Lenin ile ilgili olmasa da Leninistlerle ilgili. Bu nedenle Lenin olmasa karakterlerde açacağımız kapılar ve tartışmalar başka bir yere gider, başka bir film olurdu.
Unutmadıklarımızla yaşamaya çalışıyoruz
“Hafızası ve haysiyeti kuvvetli olanlar” filmde en çok etkilendiğim cümlelerden biri oldu. Sistem ne olursa olsun aradığımız ideal duruş bu cümlenin içinde diye düşünüyorum siz bu konuda neler söylersiniz?
Böyle düşünmenize çok sevindim. Benim için de filmin en önemli cümlelerinden. Hatta devamında gelen ikinci kez sorulan ‘siz kimsiniz’ soruna, ‘tekrar mı söyleyeyim’ cevabı da öyle. Sonuçta bu memleket hala bu duruşu gösterebilen insanların yüzü suyu hürmetine ayakta duruyor. Onların inadı ve direnci sayesinde hayata tekrar inanıyoruz. Unutmadıklarımızla yaşamaya çalışıyoruz. Bu duruş çok değerli. Film için ise çok anlamlı bir yerde duruyor. Sonuçta bir kasabanın, dayanışmayla bir hesaplaşma hikâyesine tanık oluyoruz.
Kapitalizmin karşısına koyabileceğimiz tek ekonomik sistem sosyalizmdir
Solcu ideolojileri savunmak, komünist olmak neden bir tehdit ya da korku yaratıyor insanda, Lenin’in savunduğu sistem çok eskide kalmasına rağmen neden hala tartışma yaratıyor?
Zamansal olarak eski gelse de bence hala güncelliğini ve alternatifliğini koruyan bir sistemden bahsediyoruz. Kaldı ki 30 yıl insanlık tarihi açısından çok yakın bir zaman. Bugün kendini bitirmekte olan kapitalizmin karşısına koyabileceğimiz tek ekonomik sistem sosyalizmdir. Bu nedenle korkuyor olabilirler bence. İnsanlar, bazen eskiye özlem duyuyor bazen yeni olanı arıyor. Sosyalizm geçmişte kalmış gibi gözükse de, onu yaşamayan insanlar için yeni bir umut aslında. Kendiliği yenilediği sürece de böyle olmaya devam edecek.
‘Nerede kapitalizm varsa orada tarihi satma özgürlüğü de vardır.’
Heykelin Lenin olmasını bile fırsata çevirmeye çalışan bir sistemin varlığı insanı çok düşündürüyor ve filmde bu durumu gözler önüne sermeniz de anlayan için bu noktada çok anlamlı. Fikirlerin içini boşaltmak için fırsatçılık bir yöntem mi?
Kesinlikle. Filmde de bir replik olarak kullandığımız, Lenin’in sözüyle devam edeyim: ‘Nerede kapitalizm varsa orada tarihi satma özgürlüğü de vardır.’ Bu düzen kullanabileceği her şeyi alır satar çünkü tamamen bunun üzerine kurulmuştur. Lenin komünizmin temsilcilerinden biri olmasına rağmen onun heykelini dikerek olayı fırsata çevirmeyi, kazanç sağlamayı deneyebiliyor. Gerçekte olan bu durumu, biz film içinde kara mizahın verdiği güçle ele almaya çalıştık. Lenin heykeli dikildikten sonra olanlar filmin kendi gerçeği olmakla birlikte bir yanıyla da çok tanıdık gelecek izleyenlere.
Neden heykeli dikilen her şeyin içi boşaltılıyor?
Heykellere sizin bakış açınız nedir, özellikle kişilerin heykellerinin ki genelde öldükten sonra dikilmesi neden önemli?
Plastik sanatların bir disiplininin, tek başına liderlerle ve onların büstleriyle/heykelleriyle anılmasının doğru olmadığını düşünüyorum. Neden büst dediğimiz şey sadece liderlere ve tanınmış kişilere özgüdür? Neden sokaktaki bir simitçinin, gül satan bir ablanın ya da bir atık kâğıt işçisinin büstü yapılmıyor? Neden heykeli dikilen her şeyin içi boşaltılıyor? Elbette ki büstü/heykeli sadece liderlere özgü kılan bir toplum ilk onların heykelini diktiği gibi, ilk onların heykelini yıkacaktır, bu savaş sadece simgeseldir. Lenin’in heykelini dikmek sosyalizmi kurmak, yıkmak ise alaşağı etmek gibi bir anlama geliyor. Fakat günümüzde kapitalizm, yukarıda söz ettiğimiz gibi her şeyi alıp satıyor. Heykellerin temsil ettiği değerler, taşıdığı anlamlardan, anlattıkları hikâyelerden çok “ne kadar kazandıracağı” sorusuyla karşılık buluyor. Lenin’in heykelinin değil fikriyatının önemli olduğu kanısındayım. Sen Ben Lenin’de aslında bunun tartışmasını yapmak istedik. Filmden bir cümleyle bitirmek isterim: “Lenin’in kendisinin de heykelinin bir fakiri ısıtmak için yakılmasına itiraz edeceğini hiç sanmıyorum.”
Düşünceden korkan bir devlet mekanizmasıyla karşı karşıyayız
Filmde hiç göremediğimiz Ahmet Abi’yi denizden çıkıp gelecek diye eşinin beklemesi ve mezarı olmadığı için yaşadığına inanmak nasıl bir acıdır. Mezarı olmayan insanların varlığı sizde nasıl bir acı yaratıyor?
Bu ülkede yaşayan herkese çok tanıdık gelmesi gereken bir acı. Bizim, ülke olarak hala yüzleşemediğimiz, kanayan bir yara bu acı. Cumartesi Anneleri’nin yıllardır devam eden mücadelesi bu acı... Topraktan gelenin, toprağa gideceğine inanıyorum fakat devlet o bedenden, o kadar çok korkuyor ki, ölüsünü bile kaybetmeye çalışıyor. Düşünceden korkan bir devlet mekanizmasıyla karşı karşıyayız. Fakat ne yapsa nafile, ne düşünceler ölüyor ne de insanlar bu mücadeleden vazgeçiyor... Bütün bu acıların sonucunda bize düşen tek şey ölülerimizi gömmeye çalışmak oluyor. Filmin hikâyesinde de olduğu gibi, onların yasını tutmanın ötesine geçip, dayanışmayla yan yana gelip, hep birlikte bu acılarla hesaplaşmamız gerekiyor.
Onları güçlü kılan şey de dayanışmanın kendisi
“Heykellere değil birbirimize ihtiyacımız var” filmde altını çizdiğim cümlelerin içinde oldu. Aslında filmdeki umut o küçük çocuğun masumca inandığı bir masal ve heykele yüklediği başka anlam. Birbirimize ihtiyacımız olduğunu anlayabilecek miyiz, umudunuz var mı bu cümlenin anlamına dair?
Olmaz mı? Ben hala umudum olduğu için bu hikâyeleri anlatmaktan yana taraf oluyorum. Bir şeylerin değişeceğine inancım sonsuz. Ve bu değişimi heykellerle değil, insanlarla yapacağımıza inanıyorum. Birlikteyken güçlü olduğumuzu düşünüyorum. Tıpkı filmde olduğu gibi, kasabalılar yan yana geldiğinde kendi acılarıyla yüzleşebiliyor ve devletten hesap sorabiliyor. Onları güçlü kılan şey de dayanışmanın kendisi. İhtiyacımız olan tek şey birbirimiziz.