Mutlu Hesapçı
Kim istemez ki özgür ve mutlu bir hayatta yaşamayı?
Serpil Altın’ın ilk uzun metraj bilimkurgu filmi “Bir Zamanlar Gelecek: 2121”in 29. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde Dünya Prömiyeri gerçekleşti.
Başrollerini Selen Öztürk, Çağdaş Onur Öztürk, Ayşenil Şamlıoğlu ve Sukeyna Kılıç’ın paylaştığı filmin konusu şöyle:
“Gelecekte iklim krizi ve kıtlık sebebiyle yeryüzü yaşanılmaz hale gelir. “Kıtlık Kanunları” gereği sisteme getirilen yeni hayat karşılığında, yaşlı neslin yok edilmesi zorunludur. Bu sistemde yaşayan ailenin hayatı, yeni bebek haberiyle değişir.”
Senaryosunu Korhan Uğur ve Serpil Altın’ın birlikte yazdıkları film Türkiye’nin ilk sürdürülebilir (Yeşil film /prodüksiyon ilkelerine sadık kalmaya gayret eden) film
girişimi.Ayşenil Şamlıoğlu ile Adana’da buluştuk, filmden yola çıkarak hayata dair sohbet ettik, filmin yönetmeni Serpil Altın’a da filme dair sorular sordum.
Siz bu röportajı okuduğunuz zaman ödüller verilmiş olacak. Ekibe filmlerinin yolculuğunda başarılar diliyorum ve kalbimin ödülünü de Ayşenil Hanım ve üniversiteden arkadaşım Serpil’e sunuyorum. Herkese ‘Mutlu hayatlar’ dileriz.
‘Bir Zamanlar Gelecek: 2121’in Adana Altın Koza’da ilk gösterimi oldu, hayırlı olsun filminiz. Projeyi kabul etme sebepleriniz ne oldu?
Bir defa kadın yönetmen ve ilk defa distopik bir film çekecek olması beni etkiledi. Bu beni heyecanlandırdı ayrıca senaryosu sağlamdı. Ayrıca seçilen diğer oyunculara da baktığım zaman böyle bir projenin içinde ben de olmak istedim.
Film dar bir alanda geçiyor ve başka bir dünya yaratılmış.
''Bu atmosfer nasıl sağlanacak?'' diye bir soru işareti vardı kafamda. Çok zor bir dünyanın içinde geçiyor hikaye. Yani o kadar zor bir dünyanın içerisinde yer almayı tabi ki istiyorsun ama o var edilebilecek mi? İnsan onu merak ediyor. Çekim platosuna gittiğim anda inanamadım. Bu dünyayı nasıl yarattılar gerçekten tebrik ediyorum. Şimdi bütün bunlar yan yana geldiğinde o filmin içinde olmamaya imkan var mı? Benim için önemli olan şeylerden biri de böyle bir dünyayı bu kadar minimal var edebilmeleri oldu ve gerçekten bu büyüleyici. Ve bunu yaparken de ne kadar dönüştürülebilir malzeme varsa onlar kullanıldı. Şimdi bu ayrı bir zekâ! Orada insan emeği ve insanın yaratıcı gücünün ötesinde savrulan bir para yok.
O zaman olağanüstü bir şey çıkarmışlar? Sürdürülebilir ve dönüşüme gidebilecek malzemelerden oluşan bir atmosfer yaratmak çok anlamlı.
Gerçekten şaşırtıcı bir atmosfer kurulmuştu tabii burada diğer zorlukları vardı. Işık kaynağının olmadığı bir dünyada çekim yaptık. Orada ışık yapmak, görüntü yönetmeni olmak öyle kolay bir şey değil.
Her anlamda aslında ilkleri barındıran bir çekim alanı vardı diyebilir miyiz?
Evet, evet. Mesela sette içtiğimiz sudan kullandığımız bütün eşyalara kadar geri dönüşüm şirketlerinden geldi. Bütün her şey su mataraları dahil geri dönüşümlü malzemeden üretilmiş.
Oynarken ne hissettiniz? Ben bile filmi izlerken yerin altında kapana sıkışmış hissettim. Bir kere ışık ve gökyüzü yok. Dış dünya bilgisine sahip olan bir tek sizsiniz filmde.
Ben bir eski nesil diye tanımlanan yaşlı nesli oynuyorum. Yaşlı nesil olarak dış dünya bilgisine sahip olan ve o duyguyu bilen benim. Dolayısıyla ben diğerleri gibi mekanik ve kontrol içerisindeki kimlik değilim. Ben öyle yetişmemişim. Benim hayata karşı tepkilerim daha farklı.
Film konusu, çekim tekniği ve tür olarak da zamanla daha iyi anlaşılacak bir film.
Yönetmenimiz Serpil’e de söyledim “Sen şu anda sıcağı sıcağına farkında değilsin. Ama sen bu gece burada bir tarih yazdın. Bu tarih önümüzdeki yıllarda daha da güçlenecek.
Eski nesil ile yeni nesil arasında geçen dünyayı algılama var ve bir çatışma söz konusu. Genel olarak içinde bulunduğumuz dünyayı sorgulayan, göndermeleri olan bir film. Eski nesil insanları daha mı iyiydi?
Şimdi eski nesli tabii ki özlüyorsun. Eski nesilin sahip çıktığı değerleri özlüyorsun. O değerler başka değerlerdi. Ama gelen yeni nesillere dönüp baktığımda onlar daha farklı. Geleceğe ve geleceğin dünyasına yönelik başka değerleri kuşanarak hareket halindeler. Ve olması gereken de bu zaten. Eğer hep aynı değerlere sahip çıkarak durursak buradan buraya bir adım yol alamazsın. Yeniler de ona göre farklı değerleri kuşanacaklar. Önemli olan iki kuşak arasının fazla açılmamasını sağlamak. Bu her iki tarafın da üzerine düşen sorumluluk. Yani hem eski nesiller yeni ile teması kurmada gayretli olacaklar. Yeniler de eskiye dönüp elini uzatmada gayretli olacak. İki taraf da birbirini görmezden gelirse o zaman toplum derin yarılmalara uğrar ki bu da iyi bir şey değildir.
Peki eski nesil olarak yeni nesli ne kadar anlayabiliyorsunuz? Yeni nesil sizi ne kadar anlayabiliyor?
Üniversitede gençlerle temasta olmak bana çok yardımcı oluyor. Ders verirken evet onlar benden pek çok şey öğreniyor. Şüphesiz bütün birikimimi elimden geldiği yoğunlukta; ne varsa sende öğrencinle paylaşmaya çalışıyorsun. Ama benim onlardan öğrendiklerim hiç hafife alınacak değil! Yani o kadar çok şey öğreniyorum ki onlardan.
Film nesillerin sorgulamasıyla birlikte kadın erkek arasındaki zaafları, hataları da gözler önüne seriyor. Ve temel olarak da insanın sistem içindeki duruşu ortaya çıkıyor. Sanki insanoğlu birbirini yemek üzerine yani yok etmek üzerine kurulu bir sistemin içinde yaşayabiliyor.
Sadece kendini yok etmekle kalmıyor dünyayı yok etmiş ve yeraltına sığınmış. Şu anda da yok etmiyor muyuz? Yani her an doğaya, dünyaya, yerküreye verdiğimiz zararın haddi ve hesabı yok. Bizim gibi ülkelerde zarar iyice büyüyor. Yani ağır zarar veriyoruz yaşama. Ama bizden kendini daha uygar sayan ülkelere baktığımızda onların da günahları daha hafif değil ki?
Ama en azından onlar yaşam alanlarını korumaya devam ediyorlar.
Evet oraları koruyorlar bizim alanlarımızı perişan ediyorlar. E bizde yeterince akıllı olalım ve izin vermeyelim.
Filmin çok derdi ve meselesi var. Bir motto cümle kurmanızı istesem.
Filmde kadının kurduğu bir cümle her şeyi anlatıyor aslında: “Bu düzeni biz kurduk ama bir gün gelip de bu düzenin bizi yok edeceğini düşünemedik.” Attığın her adıma dikkat et çünkü o adım ileride bir gün dönüp seni yok edebilir. Her şeye karşı çok özenli olmamız gerekiyor.
Dikkat edeceksin. Özellikle yaşamda, negatif baktığın her şeye dikkat et. Onu sen yok etmeye çalışırken yarın bir gün aynı alanın içinde biri seni yok etmeye çalışır.
Yaşamın bir sanat olduğunu ama bu sanatı da insanın yarattığı ve bunu ancak direnişle yapabileceğini de görüyoruz. Elbette yaşam zor ama içinde biz yaşıyoruz.
Kimse hayatın bize kolay olduğunu söylemedi. O zaman yaşamdan devamlı mızmızlanarak bir şeyler talep etme hakkına sahip değiliz. Yaşamak zor bir sanat. Öyle kolay değil. Sadece sen o sanatın içerisinde nasıl olgunlaşacaksın? Kararlarını alacaksın, kendini ona göre var edeceksin. Donanımını ona göre aktaracaksın.
Yaşamındaki yolculuğunu sen belirliyorsun ve yolların da ona göre şekillenecek aslında.
Evet bu bir yol, kat edeceğiz ve bitecek. Önemli olan senin o yolu nasıl geçtiğin? Nasıl geçmeyi seçiyorsun? O senin seçimin çünkü ve o nedenle güzel bir yol seç. Elbette her türlü zorlukla karşılaşacaksın. Karşılaştığın her engelde o engeli nasıl aşacağın sana kalmıştır. Ağlayarak önünde yıllarca takılabilirsin ya da üzerinden hızlı aşabilirsin. Sağından ya da solundan geçebilirsin. Kendine yeni bir yol açabilirsin. Takıldığın her engelin önünde ağlanmaz. Yeni bir yol aç. Senden önceki yolu takip etmek zorunda değilsin.
Değiliz ama ortak alanlarımıza da dokunmamamız gerekiyor. Ben o yolu çiçeklendirdiysem sen gelip de benim çiçeklerimin üzerine basıyorsan olmaz.
Basmayacaksın, sen de kenardan kendine başka bir yol aç. Yaşam bir ağaç gibidir. Sen kökten başlıyorsun, gövde boyunca yol alıyorsun. Sonra bir takım dallara geliyor. O dal işte ikiye ayrılıyor diye devam eden hikaye hayatı çok güzel anlatıyor.
Siz istediğiniz gibi bir hayat yaşayabiliyor musunuz, pişman olduğunuz şeyler var mı?
Galiba istediğin hayatı yaşaman söz konusu değil, yaklaşabilmen söz konusu. Evet yaklaşabiliyorum. Ama idealize etmeye başladığım zaman kendi adıma, kendim için kurduğum düşlerin sonu yok. Anlatabiliyor muyum? Orada da kendine insan ‘bir dakika’ diyebilmeli. Kazanımlarına gülümseyerek bakabilmeli. Yaşamda pişmanlık duymamaya çalışacaksın elinden geldiğince. Benim pişman olduğum şeyler yok mu, var. Ama dönüp dönüp onları düşünmemeyi öğrendim.
Geçmişe dönmüyorsunuz o zaman?
Yok dönmem. Değiştiremeyeceğim bir şey için çıldırmanın âlemi yok. Orada bitti tamam. Devamlı geriye dönüp bakarsan ilerleyemezsin, takılıp düşersin.
O zaman yenilenemezsin de… Geçmişe takılıp kalırsan çok eski ve köhne kalıyorsun.
Artı bir de kendine en büyük haksızlığı yaparsın. Kendine izin vermiyorsun. Var olmaya izin vermiyorsun. Bazen insanlar kendilerini en güzel kendileri sabote eder. Başka düşmana ihtiyacı yoktur. En büyük düşmanı kendisidir. İnsan kendine düşman olmamayı seçmeli. Kendini sev.
O zaman filmde geçen ve sürekli hatırlatılan cümleyi söylemek istiyorum: “Mutlu hayatlar…”
Mutlu hayatlar. Sahip olunamadığını, olunamayan şeyi sana ısrarla mutlu hayatlar diyerek hatırlatıyor sistem.
Hatırlatıyor. Sistemin sana dikte etmesi işte.
Hayatın mutlu ona göre! Aksini düşünme fena yaparım. Herkes birbirine mutlu hayatlar diyor.
Sahte bir şekilde.
Tabii canım, sosyal sırıtma ile. Çok sevimsiz.
Siz de eski nesil olarak filmde mutlu hayat değil ben yaşamak istiyorum özgürce diyorsunuz.
İnsan 24 saat her gün 365 gün mutlu olursa ona alık denir zaten. Mutlu olmak bir gösterge değil. Ara ara mutlu olursun. Önemli olan yaşamda yol alabilmek. Hedefin sadece mutluluk olamaz. Başkalarına yardım edeceksin, kendi yolunun kapanmaması için insan olarak senin yapman gereken neyse onu yapacaksın. Birileri ile birlikte, doğa ile birlikte yol almayı bileceksin. Kolay bir şey değil bunlar.
Çok zor. Bir de sistemin içindeyken çok zor.
Evet, ne oluyor o zaman? İnsanlar sistemden kopup, ayrılıp bir köye yerleşiyor. Küçücük bir dünya kuruyor. Bu dünyaya kapandım ben diyerek yalnızlığı seçiyor.
Gideyim bir dağ köyünde ya da bir sahil kenarında oturayım gibi öyle hayalleriniz yok mu?
Yok bende öyle hayaller. Benim hayallerim sıkıldığım zaman dünyanın dilini bile bilmediğim yerlerine kaçmak ve oralarda gezmek. Mutlaka her sene alıp başımı bir yere gidiyorum. Çünkü yeryüzünde göreceğin, anlamaya çalışacağın yerlerin ve insanların ve durumların sonu yok. Hepsini öğrenemeden, bilemeden bitti diyecekler.
Yaşam enerjiniz hep var ve hani yaşsız derler ya bazıları için sizi de öyle tanımlıyorum. Yani yedi yaşındaki çocuk da sizi tanıyıp seviyor, yetmiş yaşındaki adam da. Bir insanın bence hayattaki en büyük ödülü bu diye düşünüyorum.
Kesinlikle. Galiba hayatta tek başarabildiğim şey diyebilirim. En büyük başarım sadece kendim olmayı seçmek. Bir başkasına öykünmek, kendini başka türlü takdim etmeye çabalamamak. Ben bunları yapmıyor olmaktan dolayı, enerjimi buralarda harcamıyor olmaktan dolayı mutluyum. Evet tek başarım bu.
Dün gece filmdeki kadın bambaşkaydı, dizide izlediğim bambaşka, tiyatroda izlediğim başkaydı bu anlamda da çok şanlısınız herhalde.
Çoooookk o kadar mutluyum ki! O yüzden de her genç insan için bir tek dileğim var. Mutlu olacakları işi yapsınlar. Benim için mutluluk bu işte. Ama bir başkası için mutluluk bambaşka bir iştir. Ne onu mutlu edecekse onu yaşasın. Onu yapsın. Çünkü iş dediğin şey öyle hafife alınacak bir şey değil. Ömrünün en büyük kısmını orada geçiriyorsun. Aman Allah’ım yani mutsuz olduğunu düşünsene.
“Geriye kalan çocuk ve fikirler” cümlesi geçiyor filmde geriye kalanlar bu mudur hayatta?
Doğurmak zorunda değil hiç kimse buradaki çocuk ‘gelecek’ aslında. Kadın doğuran ve yaratandır vurgusunda geleceği kurandır. Ve elbette insanlar fikirleriyle yaşarlar ve geleceğe taşınan fikirlerdir, ölüp gidince kalan da fikirlerdir.
Serpil Altın/ senarist-yönetmen
Filmin hikayesi ne zaman ve nasıl ortaya çıktı, çıkış noktan ne oldu?
Pandemi döneminde oluştu. Korhan Uğur’un ‘Nal ile Mıh’ uzun metraj projesinin yapımcısı olarak çalışırken kuşakları çalışmaya başladık. Çünkü bir Z kuşağının hikayesi var orada. Farklı kuşakları okumaya başladım. Dünya gitgide kalabalıklaşıyor. Ve sebebi yeni doğumların olması değil; ölüm yaş seviyesinin yükselmesi, bir nebze yaşlı nüfusunun artması. Pandemi döneminde de kapanıyoruz doğa kendine geliyor, sular temiz akmaya başlıyor vesaire. Zaten, suyun yetersiz olduğu ve iklim krizi ile ilgili haberler her gün hayatımızda. Bunların hepsini bir anda düşündüğüm zaman bir kere şunu sordum: Gerçekten yüz yıl sonra ne yaşayacağız biz? İlk soru, çıkış noktası bu aslında. Yüz yıl sonra bu dünyada başımıza neler gelecek? Yeni bir hayat dünyaya gelse, kısıtlı bir imkan olsa ve yaşlı insanların işe yaramaz olduğu düşünülse yani yaş ayrımcılığı da… Bu fikir de beraberinde gelince aslında gelecekte böyle bir dünya olsa ve yeni bir hayat dünyaya geldiğinde yaşlı hayatın sonlandırılması durumu olsa nasıl olur? Ve bir kadın böyle bir karar verme noktasında neyi seçer? diyerek aslında fikir ortaya çıktı. Akabinde öykünün çatısını oluşturduktan sonra eş yazarım ve yapımcım Korhan Uğur ile oturup senaryonun dinamiğini çıkardık.
Filmde sürekli ‘mutlu hayatlar’ cümlesi geçiyor. Bir de “İnsanın hayatta geriye bırakabildiği iki şey var biri fikirler diğeri çocuk” cümlesini de çok sevdim.
Hepimizin aslında yaşam sürecindeki ortak felsefesi mutlu olabilmek. Bu kimisi için parayla gerçekleşebilir, kimisi için başarı ile gerçekleşebilir, kimisi kurduğu aile düzeninde duyduğu duygularla… Mutlu hayatı sorguladığımız bir felsefemiz var aslında. Ve farkında olan insanlar var, olmayan insanlar var. Ama mutluluk hepimizin hayatında bir ifadesi olan bir sözcük. Ve felsefik olarak, perspektif olarak da hayata bakışını etkileyen bir sözcük. Eee kim kötü bir hayat ister? Hiç kimse. Çıkış noktası da buydu aslında. O yüzden ''mutlu hayatlar''ın bu kadar kullanılması filmin içinde; mottosu, sloganı da mutlu hayatlar olması tabii. Sistemi de çok sorgulayan net bir şey. Yani mutlu hayat var mı gerçekten? Filmde üzerinde baya düşündüğümüz üç cümle var; yaş ayrımcılığı ve bunların hepsi bizim suçumuz hikayesi, gerçekten insanın hayatta geriye bırakabildiği iki şey var biri fikirleri, biri çocuk. Ve üçüncüsü de biz bir şeyleri başarmak istiyorsak içimizde arayıp buluruz bunu. Ve umut. Hayat satranç taşları gibi. Ve o satranç taşlarının temsili şeyi aslında bu umut, şah değil. Şah yerine koyduğumuz şey, şah mat dediğimiz şeydeki şahın yerine koyduğumuz umut. Bunu kaybetmememiz gerekiyor.