Mutlu Hesapçı
“Kadın emeğini görünür kılması festivale devam etme gücü verdi”
26. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali 31 Mayıs’ta başlıyor. 7 Haziran’da sona erecek 26. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nde gösterimler Ankara Büyülü Fener Kızılay Sineması’nda gerçekleşecek. Festivali, direktörü Nil Kural ile konuştuk.
Türkiye’nin ilk kadın filmleri festivali olma özelliğinin altını çizmek istiyorum. Bu festival neden önemli?
Festival 26 yıldır kadın sinemacıların görünürlüğünü artırmak için düzenleniyor. Önemli olmasının nedeni kadın sinemacıların filmlerini izleyiciyle buluşturmak için bir platform olması. İzleyiciye de o yılın ortak temaları ve kadın sinemacıların yaratımını takip etme fırsatı veriyor.
Kadına değerin gittikçe azaldığı bir dönemde bu festival 26 yıldır devam ediyor, devrimci olma ve sisteme başkaldırma özelliğini sürdürüyor. Başarısını neye bağlıyorsunuz ve kadına bakış açısını değiştirmede festival nasıl bir misyona sahip?
Bir tema festivali olması ve kadın emeğini görünür kılması festivale devam etme gücü verdi.
“TÜM YILI KADIN SİNEMACILARIN FİLMLERİ İLHAM VERİCİ”
Böyle bir festivalin direktörü olmak size neler hissettiriyor?
Kadın sinemacılar fırsat eşitsizliğini yenip film çektiğinde erkek meslektaşlarından daha yaratıcı, daha az işlenmiş konulara eğiliyor. Tüm yılı kadın sinemacıların filmleri arasında geçirmek keşiflerle dolu ve ilham verici.
FESTİVAL PROGRAMINDA NELER VAR?
26. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali 31 Mayıs-7 Haziran 2023 tarihleri arasında Ankara’da sinemaseverlerle buluşacak. Festival programını nasıl oluşturdunuz, içerikten ve programın detaylarından bahseder misiniz?
- Dünyadaki önemli festivallerde dikkat çeken filmlerle, keşif sıfatı da taşıyan filmleri bir araya dokuz bölümde getirdik. Ayrıca Türkiye’de çekilen filmlere de yakından bakarak festival seçkisini oluşturduk.
- Bu yıl Uçan Süpürge’de kadın yönetmenlerin imzasını taşıyan 64 film gösterilecek. Farklı bölümlerde bu filmleri bir araya getirdik.
- Her Biri Ayrı Renk, festivalin ödülü FIPRESCI’ye aday filmlerden oluşuyor.
- Pembesiz Mavisiz bölümünde ise LGBTİ+ odaklı filmler var.
- Bask yönetmen Estibaliz Urresola Solaguren’in 2023 Berlin Film Festivali’nden ödülle dönen filmi 20.000 Arı Türü de bu bölümde gösterilecek.
- Olay Yeri: Aile bölümünde aile kavramına dair filmler var. Günümüzün en önemli sinemacıları arasında yer alan Joanna Hogg’un Tilda Swinton’ın performansıyla da övgüler alan Sonsuz Sır’ı, bu bölümdeki filmlerden biri…
- Türkiye’den Kadın Filmleri bölümü, son bir yıl içerisinde kadın yönetmenlerin imzasını taşıyan filmlerden oluşuyor.
- Sanat dünyasında ilham veren kadın kadınların öznesi olduğu Ayak Basılmamış Yollar ile kalıpları yıkan filmlerden oluşan Oyunbozanlar bölümü de festivalin kaçırılmaması gereken yapımlarını bir araya getiren bölümlerden.
- Dünyanın farklı ülkelerinden, ilham ve güç veren, bizi anlatılmamış güçlü hikâyelerle buluşturan filmlerden oluşan bir programımız var.
BU YILKİ TEMA; “DAHA FAZLASI, DAHA AZI DEĞİL”
Bu yıl; “Daha Fazlası, Daha Azı Değil” temasında anlatmak istediğiniz nedir? Daha azına razı gelmeyen kadınlar kurtaracak dünyayı diye düşünüyorum.
Hak mücadelesinin zorlu olduğu bu dönemde hem kültür sanat alanındaki kadınların başarılarını kutlamak hem de bunun artarak süreğine inancımız nedeniyle bu temayı seçtik. Temanın hem kültür sanat alanı için hem de kadın hakları mücadelesinde geçerli bir slogan olduğunu düşündük.
Sinema sektöründe kadınların geldiği durum nedir ve kadın sinemacıların varlığı sinemaya neler katıyor?
Kadın sinemacıların dünya genelinde görünürlüğü artıyor ve fırsat eşitliği uçurumu yavaş da olsa iyiye gidiyor. Bunu festivallerde öne çıkan ve ödüllere uzanan filmleri takip ederek de görebiliyoruz. Kadın sinemacılar sinemaya ihmal edilen konularda hikâyeler ve yaratıcılık katıyor.
“KADINLARIN ÇOK GERÇEK HİKÂYELERİNİ VE MÜCADELELERİNİ İZLEYECEKSİNİZ”
Sinemada kadın hikâyelerinde bir değişim söz konusu mu ve kadın üzerine kurulan hikâyeler biz kadınları ne kadar yansıtıyor?
Festival programındaki filmlere baktığımızda aslında farklı coğrafyalardan da olsa aynı sorunlar ve sorular üzerinden benzer mücadeleler içerisinde olan kadınların çok gerçek hikâyelerini ve mücadelelerini izleyeceksiniz. Bu da bizi yansıtan filmlerin olduğunu doğruluyor. Kadın sinemacıların önemli bir üretimi söz konusu ve çok güçlü hikâyeler anlatılıyor. Aslında bu filmleri görünür kılabilmek, insanlarla buluşturabilmek çok önemli. Uçan Süpürge’nin de en büyük amacı bu zaten.
26. UÇAN SÜPÜRGE ULUSLARARASI KADIN FİLMLERİ FESTİVALİ ÖDÜLLER
26. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nde Onur Ödülü oyuncu Tilbe Saran’a, Bilge Olgaç Başarı Ödülleri oyuncu Asiye Dinçsoy’a, yönetmen-senarist Belmin Söylemez ve kurgucu Selda Taşkın’a, Genç Cadı Ödülü ise oyuncu Öyküsu Özyürek’e veriliyor. İsimleri nasıl belirlediniz ve bu isimleri birer cümle ile anlatmanızı istesem neler söylersiniz?
Bu yıl ödül vereceğimiz ve 26 yıldır ödül verilen tüm isimler çok kıymetli. Birer cümleyle anlatmak zor o nedenle. Uçan Süpürge’nin ödül vermekteki amacı; her yıl sinemadaki kadın emeğinin altını çizmek ve yeni kuşak kadın sinemacıları cesaretlendirmek. O yüzden tüm isimlere emekleri için teşekkür etmek, kariyerleri boyunca sergiledikleri duruşlarının ilham vericiliğini gözler önüne sermek istiyoruz. Kariyerinin başındaki sinemacılara verilen Genç Cadı Ödülü ile de bu zorlu yolun başında yalnız olmadıklarının altını çizmek aslında niyetimiz.
“İRANLI KADINLAR KONUŞUYOR”
“İranlı Kadınlar Konuşuyor: Tarih, Sanat, Direniş” festivalde çok özel ve anlamlı bir bölüm. İranlı kadınların verdiği özgürlük mücadelesi aslında bize çok da uzak bir mesele değil. Hatta İranlı bir kadın arkadaşım “Biz Türkiye’deki kadınlar gibi olmaya çalışırken, sizlerse İran’a dönüşmenin eşiğindesiniz” demişti. Siz bu yoruma dair neler söylersiniz? Ayrıca bu bölümde yer alan seçkide neler var, içeriğinden bahseder misiniz?
Sinematek / Sinema Evi ile ortaklaşa oluşturduğumuz İranlı Kadınlar Konuşuyor seçkisi, İran’da kadınların mücadelesini tarihsel bir düzleme oturtan filmlerden oluşuyor. Seçkinin İran toplumundaki çatlak yerlerine isabetle işaret ettiği fikrindeyim. Seçkide Bani Khoshnoudi’nin Sessiz Çoğunluk Konuşuyor’undaki sessizliğe ve unutmaya karşı kayıt altına almanın önemine dair vurgu tüm seçkide hâkim. Mania Akbari Ne Cüretle Bunu İstersin? filminin gösterimi için Ankara’da olacak. İzleyiciyle bir araya gelecek ve Bedenin Ötesinde başlıklı bir konuşma yapacak. İranlı belgeselci Firouzeh Khosrovani’nin, 2020’de birçok festivalde gösterilen ve Amsterdam Uluslararası Belgesel Film Festivali’nde (IDFA) ödül kazanan otobiyografik filmi Bir Ailenin Röntgeni, Mina Keshavarz’ın İranlı kadınları kendi büyükannesinin trajik hikâyesi ile iç içe aktardığı filmi Tehlike Altında Yaşama Sanatı ve İran’dan kısalar başlığında kuşaklararası etkileşimden yola çıkan, kadınların yıllardır süren mücadelesine dikkat çeken kısa filmler izleyiciyle buluşacak. Bu filmlerle hem bir tarihe, hem de feminist direnişin gücüne şahit olacağız bir kez daha.
Kadınlar zaten hayatın başrolünde… Artık bunu kabul edin bir zahmet!
Kadın olmanın bedelini hep ödedi bu ülkedeki kadınlar ve eril sistem sürekli istediği rolleri biçti kadınlara. Bazen anne olduk, bazen iş kadını, bazen sürtük… Sürekli kadınlar üzerinden oynanan oyunlarla her şeyin içinde kaldık. Çünkü biz kadınlar çok güçlüyüz ve bu güç herkesi korkuttu. Bu öyle bir güç ki insanı doğuran ve hayata getiren kadın zaten “yoksa nesil devam etmiyor öyle düşünün! Ve o yüzden hep başrolde biz kadınlar varız ve mücadeleci ruhumuzla hayatı güzelleştirmeye de devam ediyoruz. Anlatacak çok hikâyemiz ve yaşanacak günlerimiz var. Sinema sektöründeki kadınların ayak sesleri o yüzden güçlü ve sağlam. Kadının yaratımı hep başka oluyor çünkü. Uçan süpürgelerimizle biz uçmaya devam ediyoruz, edeceğiz de… Ve kadınları anlatan festival tam 26 yıldır devam ediyor. Ödüllendirilen kadınlar bu güzel festivalde bir kez daha buluşuyor. Bu yıl 26. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nde Onur Ödülü oyuncu Tilbe Saran’a, Bilge Olgaç Başarı Ödülleri oyuncu Asiye Dinçsoy’a, yönetmen-senarist Belmin Söylemez ve kurgucu Selda Taşkın’a, Genç Cadı Ödülü ise oyuncu Öyküsu Özyürek’e veriliyor. Bir kadın olarak kendim almış kadar bu ödülleri sonsuz alkışlıyorum ve ödül alan birbirinden değerli kadınları kucaklıyorum. Ödül alan özel kadınlara ödülün anlamını, sektörde ve hikâyelerde kadın olma meselesini sordum.
Oyuncu Tilbe Saran
Kadın olmanın bedelini hep ödedi bu ülkedeki kadınlar ve eril sistem sürekli istediği rolleri biçti kadınlara.
Bazen anne olduk, bazen iş kadını, bazen sürtük…
Sürekli kadınlar üzerinden oynanan oyunlarla her şeyin içinde kaldık. Çünkü biz kadınlar çok güçlüyüz ve bu güç herkesi korkuttu. Bu öyle bir güç ki insanı doğuran ve hayata getiren kadın zaten “yok”sa nesil devam etmiyor öyle düşünün! Ve o yüzden hep başrolde biz kadınlar varız ve mücadeleci ruhumuzla hayatı güzelleştirmeye de devam ediyoruz.
Anlatacak çok hikâyemiz ve yaşanacak günlerimiz var.
Sinema sektöründeki kadınların ayak sesleri o yüzden güçlü ve sağlam. Kadının yaratımı hep başka oluyor çünkü. Uçan süpürgelerimizle biz uçmaya devam ediyoruz, edeceğiz de…
Ve kadınları anlatan festival tam 26 yıldır devam ediyor.
Ödüllendirilen kadınlar bu güzel festivalde bir kez daha buluşuyor. Bu yıl 26. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nde Onur Ödülü oyuncu Tilbe Saran’a, Bilge Olgaç Başarı Ödülleri oyuncu Asiye Dinçsoy’a, yönetmen-senarist Belmin Söylemez ve kurgucu Selda Taşkın’a, Genç Cadı Ödülü ise oyuncu Öyküsu Özyürek’e veriliyor.
Bir kadın olarak kendim almış kadar bu ödülleri sonsuz alkışlıyorum ve ödül alan birbirinden değerli kadınları kucaklıyorum. Ödül alan özel kadınlara ödülün anlamını, sektörde ve hikâyelerde kadın olma meselesini sordum.
Bizlerin yolunu açmış tüm kadınlara selam olsun!
Ben kadınların ağırlıklı olduğu bir ortamda büyüdüm. Anneannem ve üç kız kardeşi, annem...
Hatta bir akşam sofra başında gençlik hikâyeleri anlatılırken, herkes hikâyesine “ben kızken…” diye başladığı için babam da lâfa “ben kızken…” diye girince gülmekten muhabbet kesilmişti.
Şimdi geriye bakıp düşünüyorum da hani ben kızken (ki artık pek sevmiyoruz bu ayrımcı sözcüğü) o kuşak ailemdeki kadınlar Cumhuriyet’in kazanımlarını sonuna kadar keyifle, sindire sindire yaşamış, geleceğe umutla bakan kanaatkâr, çalışkan, vefalı insanlardı.
Şanslıydım yani. Şehirde doğmuştum, eğitimli bir aileden geliyordum ve o sıradaki en önemli meziyet çok para kazanmak değil çok okumaktı. İşte o aydınlık kadınlar ve erkeklerin var ettiği dünyada, Borges’in “Aslında gerçekten var mıyım emin değilim. Çünkü ben okuduğum tüm yazarlar, rastlaştığım tüm insanlar, sevdiğim tüm kadınlar, erkekler, gezdiğim tüm kentlerim” dediği gibi; ben de Boğaz’ın masmavi serin serin aktığı yeşili bol, insanı saygılı, İstanbul’uyum.
“Ben kızken…” doğal olan neredeyse her şey için şimdi mücadele etmek zorunda olunmadığı bir rüya ülkesindenim. Yani “ben kızken”, “emanet” değildik biz!
Hayatlarımız, haklarımız ve hayallerimiz,
Şiddetsiz hayat hakkımız, seçme seçilme hakkımız,
Medeni kanunla korunan miras, nafaka, boşanma hakkımız,
Kadın-erkek eşitliği,
Çocuk istismarları, tacizler, çocuk gelinler için sokağa dökülmüyorduk!
Oysa şimdilerde “cadı” olmak gerekiyor tüm bu “insan hakları” için.
İşte tam da bu yüzden çok önemli benim için “Uçan Süpürge”. Bu hakları her daim gözetmeye yeminli oldukları için.
Gelmiş geçmiş üzerimde hakkı olan tüm cadıların, sevdiğim yazarlar, sinemacılar, ressamlar, müzisyenler, akademisyenler, direnme güçlerini hiç kaybetmemiş, Anadolu’nun o güzelim kilimlerini dokumuş, oyalarını işlemiş, tarhanalarını kurmuş, biberlerini kurutmuş cânım kadınlarının bir gölgesiyim.
Ve onur ödülü bizlerin yolunu açmış tüm kadınlara bir selam aslında…
Yani varsa ortada bir ödül o Cumartesi Annelerinin, Konca Kuriş’lerin, her onur yürüyüşüne, gece yürüyüşlerine katılan, defalarca gaz yiyen, cop yiyen ama yine de yılmayan kadınların, lgbti+ bireylerin, Kadın Cinayetleri Durduracağız Platformu’nun, Mor Çatı’yı yıllardır omuzlarında taşıyanların, kadın hakları konusunda çalışan tüm hukukçuların, Canan Arın’ın, Şirin Tekeli’nin, Filiz Kerestecioğlu’nun, Sera Kadıgil’in, Çiğdem Mater’in, Mine Özerden’in, Afife Jale’nin, Halide Edip’in, Nezihe Muhiddin’lerindir.
Ben olsa olsa emanet olarak alabildiğim için onur duyabilirim sadece.
* * *
Oyuncu Asiye Dinçsoy
“Eril sistem her hikâyemizin içinde var”
Bu festivalden ödül almak size neler hissettiriyor ve sizin için bu festivalin önemi nedir?
Türkiye’de sinema alanında kadın filmleri festivali olarak bilinen ilk ve bundan dolayı da en köklü festival olarak Uçan Süpürge Film Festivali, sadece Türkiyeli kadın sinemacılar ile değil dünya seçkileriyle de adından epeyce söz ettiren bir festival. Vizyonu, kadınların güçlendiği ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlandığı herkes için adil bir dünyaya kavuşmak için değişim yaratmak olan, bunun için görünürlük yaratmayı hedeflemiş bir festival. Bu anlamda bu festivalden Bilge Olgaç adına verilen başarı ödülünü almak benim için çok anlamlı ve çok önemli. Filmlerimle yıllardır katıldığım festivallerde hep ana yarışma kategorisinde yarıştım. Bu ise şimdiye kadar olan tüm filmlerim için verilen bir ödül, onun için iki kat daha anlamlı benim için. Kadın emeğini görünür kılmayı amaçlayan ve toplumsal farkındalığı sanatın tüm olanaklarını kullanan sinema sanatı ile artırmaya çalışan böyle bir festivalden başarı ödülü almak çok çok önemli benim için ve bir kez daha teşekkür etmek isterim. Ne kadar şanslı olduğumu bir kez daha hatırlattınız. Ve bir kez daha devam etme enerjisi verdiniz.
Sektörde bir kadın olarak var olmak için verdiğiniz savaşta yaşadığınız zorluklar ve kadın olarak güçlü olmanın size getirdiği ödüller neler?
Sektör çok zor ve kadın olarak adım atmak bir kat daha zorlaştırıyor. İnanın o kadar görünmez hale gelmiş ki… Sektör içinde cinsiyet ayrımcılıklarını- eğer bu işe kafa yormamışsanız- es geçebiliyorsunuz. Sanatsal kısmındaki geri tutulmalar bir yana teknik olarak da birçok eşitsizliğe maruz kalıyorsunuz. Zaten müthiş adaletsiz bir sistemin içerisindeki kodlarla boğuşurken, setlerdeki erkek hâkimiyeti kendini her alanda hissettiriyor. Erkekler kadar görünmediğimiz için kadın emeğinin sektörde görünür kılınmaya çalışılmasının kendisi trajik değil mi zaten? “Neden ben görünür kılınıyorum, neden ben de buradayım” demek zorundayım, bu bana çok aşağılayıcı, çok ayrımcı, çok ağır geliyor. Ve bunun için hep kadınlar mücadele etmek zorunda. Oysa bu bir insan hakları mücadelesi. Birçok festivalde ödüller bölüştürülüyor ve bu bizleri görünür yapmak için yapılıyor oysa erkekler, en iyi oyuncu ödülünü tek başlarına hak ediveriyorlar. Bu bana çok trajik geliyor ve her şeye yabancılaşıyorum. Ne kadar eşit ağırlıkta bir rol oynasan da erkek oyuncunun adı jenerikte önce yazılıyor, mesela bu bağımsız dediğimiz sinema filmlerinde bile böyle. Sürekli güzel ve bakımlı olmak zorunda olan, kadın oyuncular oluyor. Ama erkekler her halleriyle kabul görüyor. Erkek bakış açısının hizmetinde her şey. Kadın, “bakılan” olarak haz nesnesi haline getiriliyor. Yanlışlar üzerine düşünülmüyor ya da yanlışlara bulunan çözümler tek, biricikmiş ve başka çözüm yokmuş gibi davranılıyor. Kadın olarak güçlü olmak, dediniz işte tüm bunları görebilmeyi beraberinde getirdi. Güçlüysem de bunları görebildiğim için de güçlenmiş olabilirim. Kadın olarak güçlü olmak çok önemli bu sektörde ve tüm kadın meslektaşlarıma şunu tavsiye ederim Virginia’nın dediği gibi “Erkekler ne düşünür diye düşünmeden üretin.” O “erk” hep tepemizde olacak. Ve onu görmezden gelince kendimizi görünür kılabiliyoruz ancak.
Kadın hikâyelerini anlatmada geldiğimiz durum ne kadar gerçekçi ve yeterli mi?
2000’li yıllardaki kadın mücadelesi ve feminist yükselişten sinema da nasibini aldı. Yönünü kadın hikâyelerine çevirmeye, güçlü kadın karakterler yaratmaya ve bunu kadın yönetmenlerle, kamera arkası kadın ekiplerle yapmaya başladı. Bu çok sevindirici bir durum. Festivallerin bu tür filmleri ödüllendirmeleri de bunun önünü açtı diyebiliriz ki; feminist mücadelenin yükselişiydi festivalleri de bu noktaya getiren. Bu da çok sevindirici elbette ama hâlâ yeterli bulmuyorum. Kadın filmleri diye bir kategori oluşmaya başladı bu çok güzel tabii ki. Peki diğer filmler ne olacak? Her hikâyenin içinde, hikâye kurulurken tüm bu meselelere ne kadar özen gösterilmiş bakmak gerek diye düşünüyorum. Bir filmin kadına bakışının doğru kurulması için içinden güçlü kadın karakterlerin geçmesi, kadın karakterlerin ana aksı oluşturması, hikâyelerinin direkt olarak kadın meselesi üzerine olması gerekmiyor. Hikâye kurarken kadın meselesi üzerinde düşünülmüş ve perspektifinin o yönde olması, farkındalıklarla yapılması önemli bir kıstas olmalı! Bilirsiniz kadınların genel olarak film ve diğer kurgu alanındaki aktif varlığının bir göstergesi olarak ve kurgudaki cinsiyet eşitsizliğine dikkat çekmek için kullanılan Hollywood’daki filmlerin de tabi tutulduğu Bechdel test var. Test eserde erkekler dışında herhangi bir şey hakkında birbiriyle konuşan en az iki kadın olup olmadığına bakıyor. Bazen bununla birlikte bu iki kadının eserde isimlendirilmiş olması gerekliliği ekleniyor. Bu test bile ne kadar az şey istiyor aslında. Eril sistem her hikâyemizin içinde var. Salt kadın filmleri oluştururken bu ipin ucunu tutmak yerine tüm hikâyelerde kaçırılmaması önemli. Siz filminizde aşkı, ekonomik krizi, anne-kız, baba-kız çatışmasını, varoluşsal sıkıntılarınızı anlatmaya çalışabilirsiniz önemli olan hikâyeyi kurarken bu cinsiyet eşitsizliği farkındalığını bir yerde tutmanız, bırakmamanız ve cinsiyet eşitsizliğini yeniden yeniden üretmemeye özen göstermeniz gerekir. Eril sistemi kurcalamak, yansımalarını görmek yaptığımız her işte belirgin farkla kendini gösteriyor ve hikâyeleri katmanlandırıyor. Oyunculuğunuzu da… Hiçbir şey birbirinden azade değil.
* * *
Yönetmen-senarist Belmin Söylemez
“Sinemaya Bilge Olgaç’ın asistanı olarak başladım”
Bu festivalden ödül almak size neler hissettiriyor ve sizin için bu festivalin önemi nedir?
Bilge Olgaç Ödülü benim için çok büyük anlam ve değer taşıyor; çünkü sinemaya ona asistanlık yaparak başladım. Onunla çalışmak bir okul gibiydi, bana çok şey öğretti. Hep örnek aldığım, takdir ettiğim ve çok şey öğrendiğim Bilge Olgaç adına verilen bu ödülü almak büyük bir onur. Uçan Süpürge Festivali uzun yıllardır kadın sinemacıların filmlerine yer açtığı, kadın hikâyelerini seyirciyle buluşturduğu için çok kıymetli. Ayrıca farklı türlerde üreten (kurmaca, belgesel, kısa film) kadın sinemacıları bir araya getirerek bir sinerji yaratıyor. Festival verdiği ödüllerle Bilge Olgaç’ın adını yaşattığı ve sektördeki kadın emeğini görünür kıldığı için de çok önemli.
Sektörde bir kadın olarak var olmak için verdiğiniz savaşta yaşadığınız zorluklar ve kadın olarak güçlü olmanın size getirdiği ödüller neler?
Sinemaya Bilge Olgaç ile başladığımda kamera arkası ekipte kadın olarak sadece ikimiz vardık. Ancak Bilge Olgaç kendini erkek egemen sektörde çoktan kabul ettirmişti ve herkes saygı duyuyordu. Yani başlangıçta şanslıydım. Ancak ilerleyen yıllarda sektördeki cinsiyetçi yaklaşım beni zorladı. Cinsiyetçi, eril bakış açısına sahip yönetmenler sebebiyle çalışmaktan vazgeçtiğim işler, dolayısıyla iş kaybettiğim zamanlar oldu. Yıllar içinde sinemada çalışan kadınların sayısı arttı ve pozitif ayrımcılık konusunda çok yol kat edildi. Bugün o günlere kıyasla daha iyi bir konumdayız kuşkusuz. Yine de önümüzde uzun bir yol var.
Kadın hikâyelerini anlatmada geldiğimiz durum ne kadar gerçekçi ve yeterli mi?
Gelinen noktayı sevindirici buluyorum ancak şehirde olsun, taşrada olsun daha anlatılacak çok hikâye var. Günümüzde kadına karşı şiddet ve adaletsizlik bu kadar artmışken bunları dile getiren, sistemi ve toplumu sorgulayan hikâyelerin çoğalması gerekir. Öte yandan geçmişten kadın hikâyeleri işlenmeli, edebiyat uyarlamaları ve biyografiler de yapılmalı. Yine de çeşitlilik konusunda eskisine göre daha iyi durumdayız, gerek kurmaca gerekse belgesel alanında. Kadın sinemacılar üretim koşullarındaki tüm zorluklara rağmen özgün hikâyeler üretiyor.
* * *
Kurgucu Selda Taşkın
“Kadın olarak güçlü olmaktan çok mücadeleci olduğum söylenebilir”
Bu festivalden ödül almak size neler hissettiriyor ve sizin için bu festivalin önemi nedir?
Bilge Olgaç adına ödül verildiği için tabi ki çok mutluyum ve diğer ödül alan sinemacı arkadaşlarımla aynı yerde olmak da çok güzel. Uçan Süpürge’nin kadın sinemacıların emeğinin görünür olması açısından çok değerli olduğunu düşünüyorum.
Sektörde bir kadın olarak var olmak için verdiğiniz savaşta yaşadığınız zorluklar ve kadın olarak güçlü olmanın size getirdiği ödüller neler?
Kadın olduğum için sektörde bir takım zorluklar yaşadım tabii ki ama bir savaştan çok bunu bir mücadele olarak görmeyi ve bu şekilde dillendirmeyi tercih ederim. Kadın olarak güçlü olmaktan çok mücadeleci olduğum söylenebilir. Kadın olarak güçlü olmak biraz garip geldi bana. Sektörde genel olarak zaten son derece eril bir sistem var ve bunun birçok zorluğu var. Ben bu zorluklarla bu eril diye nitelendirebileceğimiz sinema sektörüne, etik, ekonomik ve politik dayatmalarıyla mücadele etmeye elimden geldiğince çaba sarf ettim ve ediyorum. Getirdiği en güzel ödül bu çabayı artık dayanışma için de birçok kişinin de göstermesi/gösterebilmesi oldu diyebilirim.
* * *
Oyuncu Öyküsu Özyürek
“Sektörde bir kadın olarak bedenini, zihnini ve kimliğini korumak belki de en büyük savaş”
Bu festivalden ödül almak size neler hissettiriyor ve sizin için bu festivalin önemi nedir?
Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nden ödül almak benim için çok değerli. Yaptıkları toplumsal çalışmaların ve festivalin takipçisi biri olarak bu vakıftan bir takdir görmek benim yaşımdaki bir oyuncu için çok gururlandırıcı. Tabii ki yaptığın işlerin görülmesi ve kadınlar tarafından ödüllendirilmesi bambaşka bir tat.
Sektörde bir kadın olarak var olmak için verdiğiniz savaşta yaşadığınız zorluklar ve kadın olarak güçlü olmanın size getirdiği ödüller neler?
İçinde bulunduğumuz sektör maalesef her sektör gibi erkek hegemonyası ve “male gaze” dediğimiz erkeğin bakış açısına hizmet eden bir sektör. Sektörde bir kadın olarak bedenini, zihnini ve kimliğini korumak belki de en büyük savaş. Yaşanılan sözlü, fiziksel taciz, kurulan inanılmaz güzellik standartları, kadınlığının bazı “yüksek kişiler” tarafından sorgulanması, yazılan içi boş kadın karakterler ve oyuncu olarak senden beklenenler de bu savaşa dahil elbette. Üretmek, var etmek, iyileştirmek benim için çok dişil terimler. Tabii ki kadın olarak bu özellikleri hep içinde taşıyorsun ve bu özellikler sana bu zorlu yolda çok güç veriyor.
Kadın hikâyelerini anlatmada geldiğimiz durum ne kadar gerçekçi ve yeterli mi?
Kadın hikâyeleri son yıllarda dünyada ve ülkemizde sayıları artsa da yapılan diğer işlere göre maalesef yetersiz kalıyor. Ülkemizden çıkan başarılı kadın hikâyelerini ve bu hikâyelerin mercek altına aldığı sorunları görmezden gelmek haksızlık olur ancak gerçekçilik bakımından hâlâ meselenin özüne ulaşabildiğimizi düşünmüyorum. Hem tiyatroda hem de sinemada çizilen çoğu kadın portresi bir erkeğin bakış açısına göre şekil alıyor ne yazık ki. Dizilerdeki kadın karakterlere değinmek bile istemiyorum, önümüzdeki dönemlerde kadına karşı yapılan fiziksel ve psikolojik şiddetin resmedildiği senaryolar yerine bunların karşısında duran, kendi amacı ve gücü olan kadın karakterler görmek dileğiyle…