İsmet Gümüşdere: Onun objektifi hiç yalan söylemedi
İsmet Gümüşdere’nin futbol fotoğraflarına dikkatle bakın. Onlarda gazeteye gönderilmek üzere acele ve biraz da bıkkınlıkla çekilmiş yan yana duran futbolcu fotoğraflarını pek göremezsiniz. Onun keskin, meraklı ve esprili gözü tribünlerde, izdihamlarda, soyunma odalarında, stat önlerindeki işporta tezgahlarında, sakatlanma anlarında, jübile hüzünlerinde dolaşır. Saha içi fotoğraflarıysa bir futbol maçı görüntülerinin çok ötesindedir; görsel sanatların görkemli sahnelerinin insana ait coşku, zafer, hayal kırıklığı ve bir olma, tek yürek olma halini gösterir. Onun fotoğrafları insana dairdir, öyküsü insanın öyküsüdür. Futbol ise bu dünyayı anlatabilmenin aracıdır sadece.
Tuhaf bir huyum var.
Toplu taşıma seyahatlerimde kitap okuyan birini görürsem ne okuduğunu mutlaka öğrenmem gerekiyor. Aksi halde bedenimi ve ruhumu bir huzursuzluk sarıyor.
Bu uğurda çok durak kaçırmışlığım, gözümü okuyanın elindeki kitabın kapağından ne yazdığını öğrenene kadar bir saniye bile ayırmadığımdan olsa gerek bir tacizci sanılmışlığım, kitabın sahibiyle birlikte uzun okumalar yapmışlığım, “Siz buyurun hanımefendi” denilerek kitabın bana adeta ikram edilmişliği ya da hiçbir çözüm bulamazsam bir miktar anormal algılanma riskini de göze alarak “Çok affedersiniz, ne okuyorsunuz acaba?” diye sormuşluğum çoktur.
Tam da burada yeri gelmişken, parasız öğrenciliğin bende bıraktığı bir diğer tuhaf alışkanlığımı da ifşa edebilecek yaşa geldiğimi düşünüyorum. Evet, ben kitapçılarda da kitap okuyorum. Kaçıncı sayfada kaldığımı zihnime yazıyorum, bazen aynı kitapçıda bazen bir başkasında kaldığım yerden devam ediyorum.
Neyse, biz tekrar dönelim 1996 yaz sonunda bir sabah 97T numaralı Basın Sitesi - Taksim otobüsünde yaptığım yolculuğa.
O sabah oturacak boş bir yer bulma sevincinin yarattığı baş dönmesiyle kendimi koltuğa atmış ve sağıma soluma bakmadan çantamdan kitabımı çıkararak sayfalara hızla gömülmüştüm. Dün gibi hatırlıyorum Çehov’un “Seçme Öyküler”ini okuyordum. Birkaç durak yol almıştık ki, yanımdan gelen sesle kafamı kitabımdan kaldırdım.
“Küçük hanım farkında mısınız? Koca otobüste sadece ikimiz kitap okuyoruz”
Ona ve elindeki kitaba baktım, o da benim elimdeki kitaba bakıyordu. Gülümseyerek kitabımın kapağını gösterdim ona, Çehov’u görünce yüzü aydınlandı. Onun elindeyse Voltaire’in “Zadig ve Başka Hikayeleri vardı. Taksim’e vardığımızda kitaplarımızı değiştik.
Böylece İsmet Gümüşdere yaşamıma girmiş oldu.
Fotoğraf da Dostluklar Gibi Tesadüfleri Sever
İsmet Gümüşdere bir spor foto muhabiriydi. Futbol sahalarında, ağların arkasında tam 45 yıl geçirmişti. Bense yirmili yaşlarının ortasında bir üniversite öğrencisiydim. Hayatımda neredeyse hiç fotoğraf çekmemiştim. Futbolla ilişkimse çoğu kadının ortak kaderini paylaşıyordu, -ofsaytın ne olduğunu teoride anladığımı sanıyor, ancak oyun sırasında asla ayırt edemiyordum- Hepsinden öte futbolun gürültülü yapısı ve bana göre biraz da abartılmış anlamı ruhuma yakın gelmiyordu. O halde ne konuşabilirdik?
İsmet Bey’le sıkça buluşup kitaplardan konuşurduk. Zaten onunla buluşmak çok zor değildi. Çok yürür, omzundan makinesini eksik etmez, her yerde okurdu. Sohbetlerimizin içinde her zaman fotoğraf da olurdu. Ona göre fotoğraf çekme dürtüsü asla iyileşmeyecek bir hastalıktı. Onun içinde gerçek bir tarihin, inatçı bir arşivcinin, aşkla yapılan işin izlerini hissederdim. Gençliğin şuursuz, bir miktar aymaz, bir miktar kibirli yanı izlerini hissettiğim ruhu anlamlandırmakta zorlanırdı. Bugün orta yaşın tam ortasındaki halim onun hayatla ilişkisini daha iyi anlıyor.
İlk anı, ilk makine
İsmet Gümüşdere henüz daha ortaokuldayken hastalanır. Bu zorlu dönem iki yıl sürer ve eğitim hayatı bu “olağanüstü hal” nedeniyle noktalanır. Fotoğrafla ilk kez bir tesadüfün sonucu olarak komşusunun, fotoğraf dükkanında ondan ıslak bir fotoğrafı mangalın üzerinde kurutmasını istemesiyle tanışır.
Foto muhabiri olarak çalıştığı ilk gazete “Son Telgraf” onu bir muhabirle birlikte adliyeye gönderir. Muhabir kendisinden o sırada duruşmaya getirilen elleri kelepçeli bir adamın fotoğrafını çekmesini ister. Şüpheli İsmet Gümüşdere’ye “Benim fotoğrafımı çekmeyin, çünkü ben masumum” der ama fotoğraf muhabirin zorlamasıyla çekilir, ertesi gün de gazetede yayınlanır. Bir ay sonra fotoğrafın sahibi gazeteye gelir, İsmet Gümüşdere’yi bulur, aklandığını, fotoğrafının tekrar çekilmesini ve suçsuz olduğu bilgisiyle birlikte gazetede yayınlanmasını ister. İsmet Gümüşdere bu isteği yerine getirir ancak yazı işleri haberi ve fotoğrafı kullanmaz. Bu olay ona çok dokunur, “Bir daha adliyeye gitmek istemiyorum” diyerek kendi tabiriyle gazete yönetimiyle restleşir. Ertesi gün kendini futbol maçında bulur.
İlk fotoğraf makinesi Zeiss Ikon 6x9 cm. bir orta formattır.
Futbol sahalarındaki serüveniyse tam 45 yıl sürecektir.
Meğerse futbol görsel bir şölenmiş!
İsmet Gümüşdere’nin futbol fotoğraflarına dikkatle bakın.
Onlarda gazeteye gönderilmek üzere acele ve biraz da bıkkınlıkla çekilmiş yan yana duran futbolcu fotoğraflarını pek göremezsiniz.
Onun keskin, meraklı ve esprili gözü tribünlerde, izdihamlarda, soyunma odalarında, stat önlerindeki işporta tezgahlarında, sakatlanma anlarında, jübile hüzünlerinde dolaşır.
Saha içi fotoğraflarıysa bir futbol maçı görüntülerinin çok ötesindedir, görsel sanatların görkemli sahnelerinin insana ait coşku, zafer, hayal kırıklığı ve bir olma, tek yürek olma halini gösterir. Onun fotoğrafları insana dairdir, öyküsü insanın öyküsüdür. Futbol bu dünyayı anlatabilmenin aracıdır sadece.
Topun ağlara takıldığı an değil, o anda yedek kulübesinde olanlardır onun ilgisini çeken.. Kaçan gollerin kendini çamura bırakmış, çimleri yolan pişman bedenleridir, kafa topuna çıkan dört futbolcu artık futbolcu değil, zorlu bir bale gösterisindeki üç balettir. Kupa sevinciyle omuzlara alınmış bir kaleci (Toni Schumacher) Yunan mitolojisinin Zafer Tanrıçası Nike’yi taşır içinde.
O yüksek enstantanenin büyücüsü olmanın ötesinde bir fotoğrafçıdır.
İsmet Gümüşdere’nin gözleri hep gerçek dünyayı arar çünkü, o insanı bilir, anlar, ta içinde hisseder. Bu duyarlılkla müdahale etmiştir görsel tarihe, zarafetini hep yansıtarak, çektiğine hep sevgi, merak ve heyecanla bakarak.
Arkadaşlar birbirinin hafızasıdır!
İsmet Gümüşdere bu dünyadan ayrılalı 17 yıl oluyor. Bana futbolla ilgili bir anlam bıraktı kısa arkadaşlığımızda. Artık ne zaman bir futbol maçı görsem gözüm foto muhabirlerinin ellerinde tele objektifleriyle sıralandığı bölüme kayıyor. Ve İsmet Gümüşdere’nin çoğu kez 50 mm. objektifle çektiği, o konusunun hemen yanında duran gözünden kadraja yansıyanlar.
Onun vefatından bir yıl sonra ben de onun tabiriyle “fotoğraf”a yakalandım. Bu yakalanışta onun sessiz ve zarif etkisinin izleri olduğunu biliyorum.
Ondan bu dünyaya koca bir futbol tarihinin canlı öyküsü kaldı. Banaysa son görüşmemizde “Seçme Öyküler” okuma, “Tüm Öyküler” oku!” tavsiyesiyle hediye ettiği “Çehov’un Tüm Öyküleri kitabı, bir de spor foto muhabirliğinin verdiği hızla yüzümde benim bile pek tanımadığım bir gülüşü yakaladığı bir portrem.
Sizi sevgiyle ve teşekkürle anıyorum İsmet Gümüşdere.