Mutlu Hesapçı
Geçmişinden bağımsız bir gelecekte hayat kuramazsın!
‘Zeytin Ağacı’ dizisini izlediğim zaman kişisel geçmişime bir yolculuk yaptım. Geçmişten kendimi bugüne ne kadar taşıyabildiğimi ve geleceği kurmakta o kişinin ne kadar ben olduğunu sorguladım. Geçmişle bağlarımızı ne kadar çözebilirsek o kadar kendimiz olabilmeyi başardığımızı ve gelecekte sağlıklı bir hayat kuracağımızı biliyorum. Kuşaklar öncesi, bugünkü bizi etkiliyor. İşte bu noktada insanın kendisiyle olan hikayesi başlıyor zaten. ‘Zeytin Ağacı’ dizisi Netflix’te gösterimde, izlemenizi tavsiye ediyorum. İçinde insana dair bütün duyguları size yaşatıyor hikaye ve bu yolculuğun sonunda ailenizle, çevrenizle en önemlisi de kendinizle barışıyorsunuz. Herkese ve eğer mümkünse bir zeytin ağacının altında uzun bir aile masasında güzel sohbetler geçirecekleri zamanlar dileriz.
“Bizi dünyaya getiren insanlarla hiçbir zaman bitmeyecek bir bağımız var hem genetik hem de ruhsal”
Nuran Evren Şit ‘Zeytin Ağacı’ projesinin senaristi. Başarılı senarist öyle bir dünya kurmuş ki çok beğendim ve hemen o dünyanın içine girdim. Kendisiyle uzun bir röportaj gerçekleştirdim. Maalesef sayfamız yetmediği için bazı soruları çıkarmak zorunda kaldım. Kendisiyle hiç tanışmadım ama enerjisi, verdiği cevaplarla bana geçti ve sanki tanışıyoruz gibi hissettim. Kaleminize sağlık ve röportaj için çok teşekkür ederim.
‘Zeytin Ağacı’nın fikri sizde nasıl oluştu, nereden, hangi olaydan veya kişiden yola çıkarak hikâyeyi oluşturdunuz ve bu hikâye diziye dönüştü?
Yaklaşık 5 yıl önce ilk kez Aile Dizimi’ne katıldığımda, orada yaşadıklarım ve sonrasında hayatımda yarattığı dönüşüm beni çok etkiledi. 5 yıl boyunca da aralıklarla bu çalışmalara katılmaya devam ettim. Bir gün, bir hikâyenin içinde orda hissettiklerimi ve algıladıklarımı anlatma niyetim hep vardı. Çalışmaları yöneten Sabri Salış ve eşi Gülçin Önel bir gün bu konu hakkında bir film ya da dizi yazmak istersem beni destekleyeceklerini söylediler. Aslında projenin ilk tohumu o gün atıldı, yani 4 yıl önce. Bir yandan da kadın karakterler arasında geçen ve dostluğun ön planda olduğu, iç açan, umut veren bir proje yapmak istiyordum. 2019’da babamı ani bir şekilde kanserden kaybetmemin ardından, yaşadığımız sürecin etkisiyle, bu iki fikri bir projede buluşturmaya karar verdim. Çünkü gerçekten anlamlı ve insanlara dokunacak bir proje yapmaya, umut veren bir hedefe benim ihtiyacım vardı. Pandemi yeni başlamıştı, evlere kapanmış ve korku içindeydik, herkes ailesinde etrafında kayıplar vermeye başladı. Ben uçuşlar iptal edildiği için o dönem Hollanda’da 4 ay mahsur kaldım. Ve o sırada “Anotherself” adıyla bu diziyi oluşturmaya başladım. Önce yakın arkadaşlarım olan, Nergis, Ayşenur ve Başak’la fikirlerimi paylaştım, kendi aramızda bir Yazı Odası oluşturduk. Sevgi’nin süreci için de menajerim ve yakın dostum Rezzan’la çok konuştuk. Bu hastalığı yaşamış ve iyileşmiş biri olarak Rezzan da bana çok ilham verdi. Projeyi sunma aşamasına geldiğime inandığımda, Onur Güvenatam’la paylaştım. Onur Bey benden ilk bölüm senaryosunu hemen yazmamı istedi ve senaryoyu Tuba Büyüküstün’e yollamak istediğini söyledi. İlk bölümü bu heyecanla yazdım. Tuba’nın beğenmesi ve “Ben varım” demesi çok büyük bir motivasyonla işleri hızlandırdı ve ondan sonra da Netflix’e bir sunum yaptık.
“Kurduğum karakterlere ve hikâyelere o kadar inandım ki, çoğu zaman gözyaşlarıma hâkim olamadım yazarken”
“Köken Aile Açılımı” benim de çok uzun süredir üzerinde kafa yorduğum bir konu. Bir psikolog ya da psikiyatriste de gittiğiniz zaman çok eski geçmişten başlıyor bilinci temizleme hikâyesi. Ama bu geçmiş çok eskilere dayanabiliyor ve işin içinden çıkamıyorsunuz. Siz hikâyeyi oluştururken ne kadar içinde kayboldunuz ve bu geçmiş, aile bağları hikâyesi üzerine ne kadar kafa yordunuz?
Hikâyeyi oluştururken hep şu niyetim vardı; öyle hikâyelere ve karakterlere temas edelim ki, insanlar kendinden parçalar bulsun, ilham alsın. Bu niyetle bilgisayarın başına her oturduğumda, hikâyeler akmaya başladı. Hiç zorlanmadım diyebilirim. Bütün karakterlerin soy ağaçlarını çıkarıp, kim nerden gelmiş, ne yaşamış üzerine detaylı bir çalışma oluşturduk. Bütün süreçte Sabri Bey ve Gülçin, hikâyelerin Köken Aile Açılımı açısından değerlendirmesini yaptılar, sebep ve sonuç ilişkilerini kurarken bu izleği takip ettim. Senaryo doktoru olarak Senem Tüzen’den destek aldım. Yazım süreci boyunca da kuşaklar önce ya da kendi hatırlamadığımız geçmişimizde olmuş olayların, bizleri nasıl etkilediğine dair çok şey fark ettim. Konuya dair kitaplar okuduk, vakaları inceledik ancak kendi özgün karakterlerimizi ve olaylarımızı oluşturduk. Kendi kurduğum karakterlere ve hikâyelere o kadar inandım ki, çoğu zaman gözyaşlarıma hâkim olamadım yazarken. Hem şükran hem de hayretle o karakterlerin ete kemiğe büründüğüne ve adeta gerçekten yaşamış olduklarına ikna olarak yazdım. Aslında bir nevi kanallık yaptığımızı ve dile gelmesi gereken olaylara aracılık ettiğimizi düşünüyorum.
“Ailelerimizin atalarımızın genlerini taşıyor ve aktarıyoruz”
Ben diziyi çok beğendim, kaleminize sağlık. Geçmişte çok kaybolmadan ama geçmişin ışığında güzel bir gelecek kurulabileceği umudunu da yakaladım. Geçmiş bizi ne kadar etkiler ve gelecek bununla birlikte mi şekillenir?
Çok teşekkür ederim, ne güzel bunu duymak. Bu sorunun herkese göre farklı bir cevabı olabilir. Dizide zaten bu soruyu sorarak cevaplar arıyoruz. İzleyen herkes de kendi cevaplarını bulacak ve kendi sorularını soracaktır diye umuyorum. Benim cevabım; geçmişin izlerini taşıyoruz, geçmiş dediğimiz şey, kuşaklar öncesine kadar devam ediyor ve artık bilimsel olarak da kanıtlandığı üzere, ailelerimizin, atalarımızın genlerini taşıyor ve aktarıyoruz. Bu genler bilgi yüklü, deneyim yüklü, duygu yüklü. Bunu kabul etmeye başladığımızda, günümüzde yaşadığımız şeyler daha bir anlam kazanıyor ve geleceğe dair de bugün attığımız adımların, aldığımız kararların ya da verdiğimiz tepkilerin ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz. Biz de bizden sonrakilerin geçmişiyiz. Bunu fark etmek bile çok şeyi değiştirebilir.
“Zeytin ağacı bir metafor”
‘Zeytin Ağacı’ dizisinde tam olarak anlatmak istediğiniz mesele nedir?
‘Zeytin Ağacı’ bir metafor. Dizide anlatıldığı gibi, kendimizi bir Zeytin Ağacı’ndaki bir zeytin gibi düşünürsek, o ağaç da bizim Köken Ailemizi temsil ediyorsa, o ağacın köklerinden dallarına, yapraklarından, meyvelerine bir bütün olarak bakabiliriz. Köklerden biri kuruduğunda, o meyvenin etkilenme ihtimali ne kadarsa, bizim için de öyle. Ama bu başımıza gelen her talihsizliğin yükünü geçmişe atmak demek değil. Geçmişte her ne yaşanmış olursa olsun, onu kabul etmek ve o durumla savaşmak yerine, o savaşı bitirmek mümkün mü? Bunu yapmak hayatımızda bir şeyleri dönüştürebilir mi? Bu soruyu ortaya bırakıp cevapların da herkes için özgün olacağını bilerek bu hikâyeyi anlatmaya gayret ettim.
“Ne kadar farklı olursak olalım, kadın olmanın getirdiği pek çok ortak derdi paylaşıyoruz”
Dizinin anlattığı en önemli meselelerden biri de arkadaşlık ve dostluk kavramı çerçevesinde kadın dayanışması. Bir kadın senarist olarak sizce kadınlar dayanışmaya devam ediyor mu, arkadaşlıklar sürüyor mu yoksa özlediğimiz bir duygu olarak mı kaldı? Hani Sezen Aksu’nun şarkısı vardır ya “Eskidendi, çok eskiden” durumunu mu yaşıyoruz?
Ben çok şanslı bir kadınım, çünkü çok güzel kadın dostlarım var. Birbirimizle gerçekten dayanışma içinde olduğumuz, koşulsuz ve yargısız iyi ve kötü anlarımızı paylaştığımız ve hayatı paylaşmaktan çok keyif aldığımız dostlarım. Bu dostluklardan ilham alarak bu üç arkadaşı yazdım. Ne kadar farklı olursak olalım, kadın olmanın getirdiği pek çok ortak derdi paylaşıyoruz bir kere. Bazen en kötü anımızda birinin söylediği bir cümle, yaptığı bir şaka ya da kalkıp pijamalarla bir kahve içmeye gelmesi, yalnız olmadığımızı bilmek, hissetmek, arkadaşlığın özü değil mi zaten. Artık yurt dışında yaşadığım için çok daha az görüşebiliyoruz ama bu dostlarımdan biri dizimizin yönetmeni Burcu Alptekin ve onun da bu diziye kattıkları, birbirimizi bu kadar iyi anlamamız, tamamlamamız, desteklememiz; Zeytin Ağacı’na dahil olan bütün ekibin de bir dostluk arkadaşlık bağı kurmuş olması, tam bir takım olması, bu dizinin bana hissettirdiği mucizelerden biri…
“Kadınlar daha özgür mü, bilemiyorum, bunu bu şekilde ifade etmek bile üzücü”
Hikâyenizde kadın-erkek ilişkileri de masaya eğlenceli bir şekilde yatırılıyor. Kadınlar değişen ilişkilerin neresinde duruyor? Artık daha özgür ve ne istediğini bilen kadınlar var diyebilir miyiz?
Kadın erkek ilişkilerini güncel bir yerden ele almak istedim, zaten Ada, Sevgi ve Leyla bir yerden sonra kendileri konuşmaya başladılar senaryoyu yazarken. Kariyer ve evlilik arasında bocalamak, kariyer yapmış olup aşkı bulamamak ya da aşk için kariyerden vazgeçmek temaları üç karakter üzerinden kendiliğinden gelişti. Kadınlar daha özgür mü, bilemiyorum, bunu bu şekilde ifade etmek bile üzücü, neden kadınlar özgür olmasın, neden ne istediklerini ifade etmesin ya da neden bunu yapabilmek bir başarı, bir lütuf olsun ki… Kadınlar üzerinde oluşturulan baskılar yüz yıllardır var, bu baskılara rağmen; var oluşuyla uyumlu, üretken, sevgiyi ve şefkati, dişiliğini özgürce yaşayan, ifade eden ve hayatına entegre edebilen kadınlara ihtiyacı var dünyanın. Geldiğimiz noktaya baktığımızda, bütün bu savaşların, kaba kuvvetin, ayrıştırmanın tetiğini çekenler erkekler… Şiddetin meşrulaştırıldığı, sözlü ya da fiziksel şiddete her gün maruz kalan kadınların sesini artık çok daha fazla duyduğumuz bir dönemdeyiz. “Kadınlar artık daha özgür” demek yerine şunu desek: “Kadınlar özgürdür”. Kadın veya erkek; herkesin, her zaman, her daim, her koşulda, kendileri olmaya, seçimler yapmaya ve yaptıkları seçimleri yaşamaya hakkı var.
“Dünyaya gelmek bir seçim mi?”
En güçlü bağlar aslında doğmamızı sağlayan bağlar ve bu noktada bizi dünyaya getirenler çok önemli. Çocuk yapma kararı ve o çocuğun kimden olduğu durumu geleceği de şekillendiriyor. Sizin hikâyeniz bu anlamda önem arz ediyor. Geçmişi kendimiz yazmak için geleceği bu düşüncelerle kurabilir miyiz, ne dersiniz?
Dünyaya gelmek bir seçim mi? Bu da dizide sorduğumuz sorulardan biri. Ailemizi seçemediğimizi düşünüyoruz. Acaba gerçekten öyle mi? Sadece akıl yürüterek, mantığımızla cevap bulamadığımız sorular bunlar. Ben evrende her şeyin bir sebebi ve sonucu olduğuna yürekten inanıyorum. Her şeyi anlamamız mümkün değil, büyük resmi görmek, sadece kendi perspektifimizden dünyayı anlamak, olup biteni yargılamak mümkün gelmiyor bana. Elimizden gelenin en iyisini yapmak, kararlarımızı sadece kendimiz için değil, başkalarını nasıl etkileyeceğini de düşünerek almak ve bütünün bir parçası olduğumuzu sık sık hatırlamak gerekiyor. Dünyaya bir çocuk getirmek bir karar gibi durabilir ama hiç karar vermediğiniz halde de dünyaya gelecek bir ruha aracılık edebilirsiniz. Bizi dünyaya getiren insanlarla hiçbir zaman bitmeyecek bir bağımız var hem genetik hem de ruhsal. Bizden sonraki kuşaklara da aktaracağımız bir bağ. Bu çok müthiş bir duygu, bir zenginlik. O yüzden hayattayken ailelerimizi anlamak, dinlemek, daha yakından tanımak lazım diye düşünüyorum.
“Ada karakterini Tuba Büyüküstün’ü hayal ederek yazdım”
‘Zeytin Ağacı’nın senaryosunu yazarken ve karakterler şekillenirken aklınızda oluşturduğunuz bir cast var mıydı? Senarist olarak oyuncu kadrosuna ne kadar müdahale edebiliyorsunuz ve bu dizide özellikle bu oyuncu oynasın dediğiniz biri oldu mu?
İlk bölüm senaryosunu yazarken Tuba’nın okuyacağını biliyordum ve Ada karakterini onu hayal ederek yazdım. Diğer oyuncular için bölümler çıktıktan sonra fikirler oluşmaya başladı. Yapımcımız Pelin Ekinci Kaya ve yönetmenimiz Burcu ile önce rollere uygun olduğunu düşündüğümüz isimlerden bir short list oluşturduk, sonra da oyuncularla görüşmeler ve deneme çekimleri başladı. Benim için önemli olan role uygun olmaları kadar, projeyi sevmeleri ve heyecanlanmalarıydı. Çok detaylı bir cast çalışması yapıldı. Son 4 karar aşamasında da Netflix Türkiye, yapımcımız Onur Güvenatam, Pelin, Burcu, ben hepimiz mutabık ve mutluyduk. Hepimiz karakteri en çok parlatacak ve kendinden bir şeyler katacak oyuncular olsun niyetini koruduk ve en hayırlısı olsun temennimiz gerçek oldu, hakikaten bütün roller için inanılmaz güzel bir cast oluştu. Tuba, Boncuk ve Seda arasındaki uyum ve sıcaklık hayal ettiğimin bile ötesinde oldu. Fırat Tanış öyle bir Zaman çıkardı ki, onu daha fazla yazmamış olduğuma hayıflandım. Keza Serkan da öyle. Füsun Abla, müthiş bir Muko oldu. Cast yapılırken önceliğimiz, onların birbirleriyle uyumu idi ve bunu yakaladığımız için çok mutluyum.
“Murat Boz kattıklarıyla projeyi çok güzel bir yere taşıdı”
Murat Boz müzisyen kimliğiyle örtüştüğü için mi oynadığı role uygun görüldü?
Tabi ki Toprak’ın müzisyen olması, sahne performansını görecek olmamız hem müzisyen hem de oyuncu olan Murat Boz’un bu rolü oynaması fikriyle örtüştü. Murat, enerjisi, çalışkanlığı, mütevazılığı ve disiplini ile işi hemen sahiplendi ve bence muhteşem bir performans çıkarttı. Hem oyunculuğu hem de müzikal açıdan kattıklarıyla projeyi çok güzel bir yere taşıdı.
“Arkadaş olmak isterdim” diyeceğim üç kadını yazdım
Kadın karakterlerden size en yakın kişi hangisi, “kendimden yola çıkarak yazdım” dediğiniz bir karakter var mı, yoksa tamamen kurmaca ve sizden uzak mı?
Üçü de bana çok yakın, üçünde de kendimden yola çıktığım şeyler var, üçünü de çok seviyorum. Yani “bu kadınlarla arkadaş olmak isterdim” diyeceğim üç kadını yazdım aslında. Kendimden ve yakın arkadaşlarımdan beslenen özellikleri var diyebilirim. Zaten Tuba, Seda ve Boncuk’la tanışıp birlikte vakit geçirmeye başlayınca onlarda da yazılan karakterlerden çok izler gördüm. “Ya bu sanki benim, beni yazmışsın, ne acayip…” lafları havada uçuştu sette. Tuhaf tesadüfler yaşadık. Seda ile ilk tanıştığımda kolunda Leyla yazan bir bileklik vardı, kızının adıymış Leyla, hiç bilmiyordum. Ya da Tuba, senaryoda Giritli bir kadının hikâyesini yaşarken, kendi ailesinin Girit’ten geldiğini söylediğinde şoke oldum. Demek ki, tanışmazken, tanışıyormuşuz bir yerlerden.
“Erkek karakterleri de anlamamıza ve derinleşmemize müsait bir alan var dizide”
Dizide erkek karakterlere yüklediğiniz anlam ne? Kadınlar bence başrolde, erkekler de yan rol olarak onları tamamladı diyebilir miyiz?
Bu; üç kadını odağına alan bir projeydi, yola öyle çıktık. Sonra onların etkileşimde olduğu erkekleri düşünürken, onları tamamlayan, onlarda yaralar açan, farkında olarak ya da olmayarak onların hayatındaki sorunların parçası olan erkek karakterler de etkili bir şekilde hikâyede kendilerine yer açmaya başladılar. Zaten karakterler yaptıkları tercihlerle var oluyorlar hikâyelerde. Bu kadınların da hayatlarındaki erkekler; - yani bir manada yaptıkları tercihler de onların kim olduğuna dair çok şey anlatıyor. Erkek karakterleri de anlamamıza ve derinleşmemize müsait bir alan var dizide. Herkesin ve her şeyin birbirini etkilediği ve birbirlerindeki bir noksanlığa temas ettiği, organik bir yapı oluştu diyebilirim.
“Güzel bir yolculuğa çıkar gibi hissetmek için diziyi izleyebilirler”
Okuyucularımız sizce bu diziyi neden izlemeli ve onları nasıl bir yolculuk bekliyor?
Bu diziyi öncelikle güzel bir yolculuğa çıkar gibi hissetmek için izleyebilirler. Günlük hayatın stresi ve yorgunluğundan onları alıp başka bir diyara götürecek ve izlemeyi bitirdikten sonra, aileleriyle arkadaşlarıyla üzerine sohbet edebilecekleri; arkadaşlık, aile, aşk, ilişkiler üzerine; mavi, yeşil, sıcak bir yolculuk…
//////////////////////////////////////////////////////////
‘Zeytin Ağacı’ başından sonuna kadar dünyasını kurduğum ilk proje
Bir kadın yönetmenin gözünden, kadınların hikâyelerinden yola çıkarak hayatı anlatan projenin yönetmeni Burcu Alptekin. Kurduğu dünya içimi açtı ve içimde bir yolculuğa beni çıkarttı. Burcu Alptekin ile ‘Zeytin Ağacı’ projesini konuştuk. Onun da enerjisi, cevaplarıyla bana geçti ve röportajı çok sevdim. Kendisine teşekkürlerimi sunarak yaşasın kadınların gücü diyorum.
‘Zeytin Ağacı’ dizisinin hikâyesini ilk okuduğunuzda neler hissettiniz, özellikle bir kadın yönetmen olarak kadınların hikâyesini siz nasıl tamamladınız ve bir parçası oldunuz?
Bir hikâyeyi okurken gözümde canlanmasını beklerim. İlk cümle bittiğinde görseli gelmemişse devam etmek benim için çok zordur. Ada, Leyla ve Sevgi. Sanırım hepsi biraz ben. Hepsiyle tek tek tanıştım onlara dokundum, dinledim, anlamaya çalıştım. Kendimden çok şey buldum ve sayelerinde sınırlarımı genişlettim. Ve ilk cümle itibariyle hikâyeyi okurken hayata geçirdim. Dizideki dördüncü kadın karakter oldum onlarla güldüm, ağladım, kulaklarına fısıldadım… Seyirciyi de kendimle beraber dâhil etmeye çalıştım.
“Bana inanmış olacaklar ki proje bana geldi”
Proje size nasıl geldi ve yönetmeni oldunuz?
Evren’le beraber “Köken Aile Açılımı” deneyimledik birkaç kere. Yakın arkadaşız. Dolayısıyla onun böyle bir hikâye yazacağını biliyordum. Kadın hikâyesi, kadınların dostluğu üzerine bir hikâye yazma fikri de zaten vardı ve üstüne “Köken Aile Açılımı”nı da ekleyince, bal kaymak… Evren yazdı, Onur Güvenatam’a ulaştırdı, Evren ve Onur Netflix’e bu işi Burcu çekmeli dediler. Netflix’le Hakan Muhafız ve Atiye’den sonra bu 3. işimiz, bana inanmış olacaklar ki proje bana geldi.
“Kariyerimde ilk defa sette kendimi akışa bıraktım ve su yolunu buldu”
‘Zeytin Ağacı’nın kariyeriniz açısından yeri ve önemi nedir?
Başından sonuna kadar dünyasını kurduğum ilk proje. İlk defa Evren’le el ele bir işe giriştik. İnsanın dostuyla çalışması zordur derler ama bu bizim için avantaj oldu sanırım. Yapımcım beni o kadar özgür bıraktı ki gerçeklikten kopmamak adına istediğim tüm çalışmaları hayata geçirdiler. Direttiğim bazı imkânsız görünen mekânları imkânlı kıldılar. Çalıştığım ekip şefleri ve dizide rol almayı kabul eden oyuncularla “Köken Aile Açılımı”nı deneyimledik, bu da inanılmaz bir ilkti. ‘Zeytin Ağacı’ artık benim için herhangi bir işten ziyade kişisel gelişimimi tamamlama adına adım attığım, yönetmen kimliğimdeki sınırları keşfettiğim, bambaşka bir benle tanıştığım bir proje oldu. Ön hazırlık süreci rollercoaster’da olmak gibi stresliydi, sancılıydı. Fakat sette yaşadığım şey tam bir hafiflik duygusuydu. Sanki her şey tam da olması gerektiği gibi olmuştu. Kariyerimde ilk defa sette kendimi akışa bıraktım ve su yolunu buldu. Bir hikâyeyi başından sonuna kadar sırtlanmak… Müthiş bir duygu. Kalbimde yeri hep ayrı olacak.
“İçime sinmeyen tek bir oyuncuyla çalışmam, çalışmadım”
Oyuncu kadrosunu nasıl belirlediniz, karakterlere göre oyuncular daha önceden belli miydi, özellikle sizin istediğiniz oyuncular var mıydı?
Proje bana ilk geldiğinde Tuba Büyüküstün vardı sadece. Hikâyeyi okuduğumda Ada için biçilmiş kaftandı Tuba. Duruşu, sakinliği, gülümsemesi, sertliği… Tıpkı Ada. Ada gibi duvarları var, duvarın ardına geçmem gerek diye düşündüm ve öncelikli hedefim Tuba’yı tanımak oldu. Pandemi sürecindeydik ve yüz yüze pek gelemedik. Online sohbetlerimizin tadından yenmez. Tüm karakterler kafamda hazırdı sadece bulmam gerekiyordu. Uzun bir audition süreci geçirdim. Herkesle tek tek karakter üzerine sohbet ettik, beraber audition aldık. Özellikle Leyla ve Sevgi. Çok aradım. Son ana kadar direndim. Ve nihayetinde mükemmel Sevgi ve Leyla’yı bulduk. Seda ve Boncuk’la tamamlandık. İyi ki. İçime sinmeyen tek bir oyuncuyla çalışmam, çalışmadım. Özellikle istediğim oyuncuyla çalışabilmek adına, onda inandığım ve gördüğüm şeyi herkese ispatlamak adına deneme çekimleri yapıyorum zaten.
“Kadın arkadaşlarımın varlıklarına şükrediyorum”
Kadınların dostluğu hep tartışılan bir konudur. Hikâyede kadınların arkadaşlıkları, dayanışması ve birbirlerinin hayatlarına eşlik etmeleri çok güzel işlenmiş. Özlediğimiz arkadaşlıkları hatırlatması açısından da bu dizi çok önemli diye düşünüyorum. Siz hikâyeyi çekerken bu konuda neler düşündünüz, o güzel arkadaşlıklar gerçek hayatta sizce kaldı mı?
En sevdiğim soru bu oldu :) Bir insanın hesapsızca, düşünmeden, süzgeçsizce sohbet edebilmesi büyük lüks. Belirli bir yaşa geldikten sonra oluşan dostluklar kalıcı oluyor sanırım. Çünkü yol uzun karşımıza çıkan her bir insan çok özel. Bazıları sizinle yürüyor, bazıları geride kalıyor, bazıları yolunu değiştiriyor. Yolda karşılaştığım birbirinden farklı karakterde bi kadın arkadaş grubum var. Evren de onlardan biri. Birlikte muazzam bir ahenk içerisindeyiz. Yargılanacaksam da onlardan birinden geliyorsa kırılmadan kabul ediyorum ve yine de burnumun dikine gidebiliyorum. Sonuç hep kahkaha oluyor. Çünkü aramızdaki ortak duygu sevgi. Yeteri kadar sevgi varsa bağ kopmuyor sanırım. Varlıklarına şükür ediyorum, biliyorum ki bu hikâyenin yaratılışında onların da varlığı çok önemliydi.
“Tıpkı ruh halleri gibi oldu İstanbul mekânları”
Dizinin çekildiği yerler, mekânlar, ortamlar o kadar güzel ki insanın içi açılıyor. Filmi nerelerde çektiniz, mekânları nasıl ve neye göre belirlediniz?
Sanat yönetmenimiz Burak Yerlikaya ve görüntü yönetmenimiz Gökhan Tiryaki ile İstanbul mekânlarında karakterlerin hayatlarındaki kaosu, sıkıcılığı ve sıkışmışlığı dekor ve renkle vermek istedik. Tıpkı ruh halleri gibi oldu İstanbul mekânları. İstanbul’dan kaçıp nerede nefes alsın Sevgi, Ada ve Leyla? Evren 1. bölüme Athena tapınağı yazdı. Benim de çok sevdiğim antik şehir Assos üzerinde tapınak ve ikimiz için de ayrı bir yeri var. Dolayısıyla o sahneyi yerinde çekmek için biraz direttim. Denize paralel yolları, zeytin ağaçlarından patikalarıyla Kaz Dağları kimleri etkilememiş ki. Efsanelere, mitolojilere yuva olmuş İda, istedim ki bize de yuva olsun. Nihayetinde Ayvalık ve Cunda bizim için kaçınılmaz oldu. Genelde sahneleri gün doğumu ve batımına denk getirmeye çalıştım. O saatlerin bir büyüsü var ve sahneye saçılıyor. Müthiş özverili bir yapım ekibi vardı. Tam da kafamdaki Sevgi ev, Zaman ev bulundu. Özellikle Sevgi evin bulunuş hikâyesi hepimiz için mucize gibiydi. Sahiplerine sevgilerimi yolluyorum.
“Mottomuz; Sal gitsin, yol açık, sen yeter ki yola çık”
Dizinin yönetmeni olarak okuyucularımız için sorsam bu diziyi neden izlesinler, neler söylersiniz?
Bir anda hayatları değişen üç kadının hikâyesi; iç hesaplaşmaları ile geçmişlerine dair de bir yolculuk yaparken kendilerini de keşfe çıkarlar. Mottomuz; Sal gitsin, yol açık, sen yeter ki yola çık. Hayatı yaşamak dışında yapabileceğimiz pek bir şey yok. Yaşamdan bir kesit olarak aksettirmek istedim ekrana. Sade, sakin ve tane tane anlatmaya çalıştım derdimi. Bu diziyi izlerken kendilerini kızların dördüncü arkadaşı olarak düşünsünler ve onları dinlesinler, eleştirsinler, anlamaya çalışsınlar lütfen. Diziden bir alıntıyla bitireyim; “Bu yıl tek bi dileğim var. Başıma ne gelirse gelsin, onu bir dansa davet gibi kabul edip dans eder gibi o adımları atmaya niyet ediyorum... Hepimiz için... Arada bir ayağımıza bassalar bile!”