Mutlu Hesapçı

Mutlu Hesapçı

“BU BİR İŞ DEĞİL, BU BİR YAŞAM BİÇİMİM BENİM”

Hayatı duygulara bulaştırmak ve aşk hallerinde şarkı dinlemek istediğim zamanlarda kendisinin sözlerinde hep kayboldum. Duygularda dolaşırken en anlamlı cümleleri eşliğinde şarkıları hayatımda bana hep eşlik etti. Anlatamadığım ama hissettiğim bir duygu var içimde dediğimde onun şarkılarını dinledim ve uzun masalarda dostlarla, sevgiliyle buluşmalarda hep aramızda sesiyle masada o da vardı. Duruşu yıllardır hiç değişmedi o hep kendi seçtiği, bildiği ve inandığı yoldan yürümeyi tercih etti. Aralarda kendisini saklasa da onun yolculuğunu yıllardır takip etmeyi bizler sürdürdük. Feridun Düzağaç ile nihayet buluştum içimden geçen ne varsa sordum. Sizlere Feridun Düzağaç şarkıları eşliğinde herkese güzel bir pazar dilerim. Röportajımızı okuyun ardından onun şarkılarında kendinizi duygulara bırakın.     

Uzun süredir İstanbul dışında yaşadığınızı duyuyoruz, İstanbul’dan kaçtınız mı?

Aslında çok bilinen ve artık kanıksanmış bir Bozcaada ilişkim vardı. Büyük bir değişiklikle birkaç zaman önce söylese kimsenin inanmadığı bir şekilde Bodrum Bitez’de buldum kendimi. Bir süre buradayım. İstanbul’dan kaçmak gibi bir duygum olmadı. Ben yaşadığım şehirlerle ve mekanlarla barışık bir insanım ama uzun zamandır Bozcaada’da yaşamanın getirdiği bir refleksle bu yaz yolum düştüğünde ilk defa İstanbul’dan ürktüm. Belli bir aradan sonra gidince çok net fotoğraflar görüyorsunuz; sürekli artan trafik, kalabalıklaşan ve sanki oraya ait değilmiş gibi görüntülenen bir şehir var artık. Yani tırnak içerisinde işimizi yapabilmek adına İstanbul’da olmak çok konforlu ama bir süre burada deneyeceğim şansımı.

Ben İstanbul’a aşkımın hiç bitmeyeceğini düşünürdüm fakat son yıllarda gördüm ki İstanbul’a aşk bitebiliyor ya da İstanbul’u özlemeyebiliyorsunuz. Hepimize böyle bir duygu geldi gibi özellikle pandemi ile birlikte. İstanbul’la beraber değişen ilişkilerde de kendini gösteriyor aynı duygular değil mi?

Ben İstanbul’da Yeniköy’de yaklaşık 13 yıl yaşadıktan sonra aslında pandemi nedeniyle gittim. Çünkü ilk pandemiye yakalandığımızda çok acı çektim, çok mutsuz oldum. Bozcaada’ya da o yüzden taşınmıştık. Tüm bu şeyleri konuşurken aslında şunu fark ettim ki, şimdi elimizde pandemi gibi bir bahane var. Hayvan seven, cins, dil, din, ırk gözetmeyen, çocukken masallardan ne şanslı ki öğretmenlerinden, anne ve babalarından insanca ve kardeşçe yaşamayı öğrenen insanlar olarak son 10 yıldır çok başka bir yerde yaşıyoruz. O İstanbul’u da, Bozcaada’yı da, mekanları da, şehirleri de, olayları da anlatırken ve anlarken bizim sırtımızda çok tanımsız bir yük ve dilimizde çok kekremsi bir tat bırakıyor aslında.

Biraz kenarda bırakılmış mı hissediyorsunuz?

Ben genel ortalama içinde çok kabul gören, dışlanmayan, ötekileştirilmeyen, inançlarımdan, tercihlerimden, değerlerimden dolayı bir kenarda unutulan insan profilinden olmayı da istemedim. Bu benim tercihim değil. Aslına bakarsan bu duyguları yok saymaya çalışarak bir bahçede oturmak ve anın keyfini çıkarmak da mümkün. Ama insanı, ülkesini çok seven biri olarak ben, birileri milliyetçiliği, vatanseverliği böyle sertifika ya da ehliyet gibi dağıtmayı çok seviyor ama genel ve ortalamanın üzerinde huzuru ve mutluluğu yaşayacağımız günleri umuyorum. Kontrol bizde değil o yüzden biraz karmaşık duygularla şehirler ve mekanlar bahsini böyle noktalamak isterim.

Siz umudumu tazeleyen isimlerden birisiniz ki bence herkesin, ocuymuş, bucuymuş, şu taraftanmış, bu taraftan demeyeceği aslında kabul gören önemli isimlerden birisiniz. Siz umudunuzu nasıl ayakta tutuyorsunuz?

Belli sayıda şarkılar yazdım, tırnak içinde tabir edebiliyorum “bu bir iş değil, bu bir yaşam biçimim benim” yani bir şarkı yazarı olarak kendinizi hem herkesin dışında hem herkesin içinde bulabilme şansınız var. Az önce söylediğim ve bir sitem olarak andığım duygu durumları benim yazarlığımı çizerliğimi de çok etkiliyor ve bunu anlatmakta da çok zorlanıyorum.

Bu bir küskünlük mü?

Tam olarak değil! Sadece bugüne kadar yani 10 yıl öncesine kadar diyelim beni hayatta ne tuttuysa ve ne tutuyorsa onların şarkılarını yazdım. İyiliği ve güzelliği çok fazla fazlasından gerektiğinden fazla inandırılmış ve kanıksamış bir insan olarak bu geçiş dönemini, geçiş dönemi demek istiyorum, geçmeyen bir geçiş dönemi de olsa bu, sadece burada daha münzevi bir hayatta arıyorum andığınız umudu. Mümkün olduğu kadar başka bir bakış açısına kendimi alıştırmaya çalışarak arıyorum. İnsanın çünkü inandığı ve gerçekten kutsadığı değerlerin çiğnendiğini görmesi çok katlanılır bir duygu değil. Birilerinin gönül bahçenizdeki çiçekleri eziyor olması çok katlanılabilir bir duygu değil. Daha geçen hafta geç baba olmuş çok yakın kardeşim kadar sevdiğim bir arkadaşımın dört yaşındaki evladının geleceği için ağladığına şahit olmak çok katlanılabilir ve açıklanabilir bir duygu değil. Yaşıyoruz göreceğiz. Umut çok anlık bir şey ve tanımsız bana kalırsa. Bir şeylerin normale dönmesini bekliyoruz ve bize masalların, şarkıların, sinemanın, filmlerinin anlattığı, kitapların yazdığı dünyaya dair sinyaller bekliyoruz ancak böyle umutlanabileceğiz.

Bu kadar etkili ve güzel şarkılar söyleyerek böyle güzel bir yerde olacağınızın hayalini kuruyor muydunuz? İlk başa döndüğünüz zaman ne hissediyorsunuz, insanlar ‘benim duygu mu anlatıyor’ dediğinde neler hissetiniz?

Benim hiç hayalini kurmadığım çok da kendimi ait görmediğim bir dünyaydı kağıt üzerinde. Ortaokul yıllarında evimiz stadyuma çok yakında orada konser seslerini duyduğumda defteri, kalemi, kağıdı kapatıp koşa koşa stadyuma girdiğimde orada sahnede bir adam vardı ve o 20 bin kişilik stadyum tıka basa doluydu. 12 ya da 13 yaşlarındaydım Zülfü Livaneli konseriydi büyülenmiştim. Aynısını yıllar sonra yaşama şansına sahip oldum gerçekten. Ben bu duyguyu yine de temiz ve saf tutmaya çalışıyorum. Fakat artık biraz da yaş almanın etkisiyle insanlarla şarkılar ve konserlerde buluşma anlamında seçenekler de daralıyor. Garip bir cendere içinde yaşıyoruz. Bir şeylere kızmadan ve sitem etmeden duramıyorum. Böyle bir rahatsızlığım da var. Şu anda konserler devam ediyor. Aynı duyguyu sıcak tutmaya çalışıyorum. Artık 53 yaşında bir şarkıcı olarak da bir saygı albümü planlanıyor şu anda. Çok kıymetli gruplar ve birkaçı benim kuşağımdan değerli arkadaşlarım benim şarkılarımı söyleyecekler. Tekrar bunlara tutunmaya çalışıyorum.

Yeni şarkılar var mı?

Yeni bir şarkı yazabilmeyi gerçekten çok istiyorum. Ünlüler için ınstagramın koyduğu bir ayrıcalık var bir takım istatikler var orada. Yaş gurupları anlamında takipçilerimin sadece yüzde birinin 18 yaş altı olduğunu görebiliyorum. O 18 yaşın altına da söyleyebilecek sözlerimin olmasını çok istiyorum. Bu noktada tabii yeryüzündeki bütün erkek şarkı yazarların cebinde ve kalbinde taşıdığı belli başlı temaların dışında ne bileyim bugün haktan hukuksuzluktan adaletsizlikten yanmış ya da ekmeğin derdine düşmüş gencecik çocukların da sarılacağı bir şarkı yazabilmeyi çok istedim. Zaman içinde bunu yazamamış olmayı da kendimde çok majör bir eksiklik olarak tanımladım. Vallahi bu aralar şu şeye takığım, bu telefon gösterme hikâyesine. Çünkü sokak röportajlarında bu ülkeyi çok seven gençler benim izlediğim ve görebildiğim kadarıyla tek kurtuluş yolunun tırnak içinde bu ülkeden ayrılmak olduğunu dile getirirken mutlaka kadraja bir teyze ya da amca girip bu kendi duygularını anlatan insanlara ‘göster telefonunu, cebinde şu kadar liralık telefon taşıyorsun’ filan diyor. Şu aralar bunu biraz karikatürüze edebileceğim şarkı üzerinde çalışıyorum ve hayalim şu; bu şarkıyı söylerken hepimiz telefonları çıkaralım ve gösterelim. Görmezden, duymazdan, bilmezden geldiğimiz bazı gerçekleri, görmek duymak bilmek istemeyenlerin kalbine dokunarak gösterelim istiyorum. Galiba ‘bu gerçek’ dedirtebilmenin peşindeyim.

Peki en son yazdığınız şarkı sözü ne zamandı?

Vallahi en son bir önceki solo albümünü yaptığımız dönemlerde grup arkadaşlarımla menajerimle, eşimle ve dostumla paylaşmıştım. Kronolojik olarak bugünün Türkiye’sinde, hani ötekileştirilen ve savrulan gruptanım. İşte geziye kadar gitmesem de o bu şu sebeple bir yerlerde birilerinin gönül teline hep dokunduk. En son iktidara yakın bir gazeteye röportaj verdiğim için kendi mahallemden sopayı yiyince, “başlarım ben bu işe” diyerek çok kızmış ve küsmüştüm. O zamanlar şu kafadaydım, “beni ilgilendirmiyor kimin okuduğu, ben olduğum için benim düşüncelerimi ve duygularımı her kim merak ediyorsa okuyabilir” mantığındaydım. Sonra çok kıymetli dostum Mehmet Esen’in elime tutuşturduğu küçük bir defterdeki şiirler ile dört yıl önce tekrar nefes alıp asla yazmaya küsemeyeceğimi, küsmemem gerektiğini fark edip o albümü yapmıştık. Ondan sonra da işte iki yıl önce daha çok benim müziğimi ve tarzımı bilen şarkı yazarı dostlarımızı konuk ettiğimiz, benim için yazdığı şarkılardan oluşan bir albüm yapmıştık. Şu anda gündemde    “Saygı” albümü dışında yeni bir albüm yok ama o telefonunu göster amcana şarkısını yapabilirsem tekrar nefes alabilirim diye düşünüyorum.

Sizin gibi bir insan niye ötekileştirilir?

Bunun için lafı bile olmaz denir ya çok bedeller de ödedik hani... Bedelden kastım konserlerimiz iptal edildi, valilerimiz ya da yerel yönetimlerimizin insiyatifine kaldığımız dönemlerde konserlerimize izin verilmedi. Geziden başlayan yol ayrımı var, türlü sebepler bahane edilerek bu ülkeye, bu ülkenin gidişatına, toplumdaki medeni bir ülkede olmaması gereken şeylere kafa yorduğumuzda ve bundan duyduğumuz üzüntüleri dile getirdiğimizde, yer yer politik konularda görüş bildirdiğimizde, siyaseten rengimizi ve tarafımızı belli ettiğimizde bunları yaşayabiliyorsunuz. Söz gelimi aklıma şimdi o geldi diye söylüyorum. Ben inandığım ve sevdiğim bir adam olduğu için Alper Taş’ın Beyoğlu Belediye Başkan Adaylığı için video çekip oy istemiştim. Ondan sonra 20 konseri yaktık orada. Ya da gezi hikâyesi vardır ya da işte ülkeye dair sorulduğunda söylediğimiz çok net görüntüler vardır. Bunlar birtakım kodlamalara yol açıyor. Ve belli bir dönemde aslında çok da böyle bu alanlarda görüş bildirmeden tırnak içinde sahne dışında ölü taklidi yaparak yaşamayı da denedim, olmuyor, olmuyor. Sonuçta ben bir toplum bilimci ya da kanaat önderi değilim ama bu ülkeyi seviyorum. Bu ülkenin geçmişini biliyorum, potansiyelini biliyorum. Hiç kimseyi ayrıştırmadan, ötekileştirmeden enerjisini biliyorum. Bugün ülkede sokak röportajlarından gençlik sorunu olduğu çok aşikârken bunun yok sayılmasına doluyorum. Ekonomik olarak yaşadığımız çok kötü bir dönem varken, kötü yönetildiğimiz gerçeği varken buna dair görüş bildirdiğimizde kötü çocuk ilan edilebiliyoruz. Henüz bugünün haberi evrensel değerlere göre fikir ve ifade özgürlüğünü kullandığı için 2800 küsur insanın cezalandırıldığını biliyoruz. Sırça köşklerde tırnak içinde ayrık yaşayan bir insan değilim ben bir sokak çocuğuyum ve bu benim en büyük hazinem. Şarkıların çoğunu da bu yüzden yazdım hani kimse benden yaşadığım ve hâlâ çok inandığım ülkeye dair hezeyanlarımdan dolayı hesap soramaz. O hesap sorulduğu için ötekileştiriliyoruz. Ama her şeye rağmen yine dün mesela Kültür Bakanlığı’ndan AKM’nin yeniden açılışı için davetler de alabiliyoruz. Güzel bunlar ve olması gereken.

Pandemi süreci maddi ve manevi olarak müzik sektörünü çok etkiledi, sizi ne kadar etkiledi?

Müzmin kırılganlığımın üst perdesini pandemide normalleşmeye geçmekte olduğumuz ilkbaharda yeni açıklanan kurallar içerisinde meslek grupları ve sektörler içinde nargilecilerin dahi anılarak detaylı şekilde listelendiği, o çalışma koşullarının belirlediği metinde müzisyenlerin olmamasıyla yaşadım. Yani kahvehanecinin, nargilecinin yaşamasına devam edebilmesi için alanlar açılırken müzisyenlerin gerçekten anılmadığı o karar metni beni çok etkiledi evin içinde bir suçlu gibi hissettim.

Haksızlıklara karşı çıkan ve rahatsızlıklarını dile getiren bazı insanlar sistemin içerisine entegre oldular, bazı insanlar ise duruşunu bozmadı ama üstleri de çizildi. Vicdani olarak rahat olmak önemli ama siz kendinizi bu noktada nasıl görüyorsunuz?

O dönem çok kırılmıştım gerçekten yani o küçük bir infial yarattı toplumda. Yanlı yansız her mahalleden insanların vicdani olarak bu kadar da olmaz dediği bir dönem oldu. Yani ben toplumda bu ahlaki çürümenin ve bu nefret ikliminin en büyük sorumlusunun bu olduğunu düşünenlerdenim. Her şey değişir, ekonomi de düzelebilir, bu ülkenin dinamikleri, siyasetin dinamikleri bir şeyleri başarabilir ya da başaramayabilir, bu mahalleler tekrar bir araya gelemeyecek, benim ömrüm maalesef bunu görmeye yetmeyecek. Bu nefreti, bu ayrışmayı bile isteye yaratılan bu iklimi her kim ne amaç için hedeflediyse maalesef başardı.

Siz bu kutuplaşmayı hissediyor musunuz ve kendinizi yalnızlaştırılmış buluyor musunuz?

Şarkılarımı yazarken ya da dinleyicilerimi gözlediğimde onlarla ınstagram üzerinden kurduğum organik ilişkide ne olduğuma bakmıyorum. Kimin sevdiğine ya da sevmediğine bakmıyorum ve bunu da kişisel hazinelerimin içerisinde en değerlisi olarak görüyorum. Ama ben bu bakış açısı ve bu kalpte, bu vicdanda bir insan olarak bu ülkede ne kadar yalnız olduğumu hissetmenin kederini yaşıyorum aslında. Madem çok inançlı bir toplum olduk, bunda da hiçbir beis görmüyorum, bu ahlaki çöküntüyü, bu pandemi patlayınca dört yıllık makarnayı bir anda 30 liraya satan zihniyeti, bu kaza yapan ölümle pençeleşen yaralının cebindeki telefonu çalmayı, 20 liralık taksimetre için 100 dolar isteyen ahlakı sorgulamadıkça bazı şeylere ulaşmamız mümkün değil. Ben gezide devletin polisinden yani vatandaşın vergileriyle ekmek parasını kazanan kolluk güçlerinden zulüm görmesinden dolayı oradaydım. Ve ülkeyi yönetin, ülkenin istikbaline kafa yorun dediğimiz yönetim kademesinin toplumun kılık kıyafet, yaşam biçimi, yaşam modeli, sahip olmamız gereken çocuk sayısı onlara karışıldığı için bu gezi oldu. Şimdi gezi zekalıyız ya biz geziyi de çok anmak istemiyorum. Benim derdim çok başkaydı hâlâ aynı dertleri taşıyorum. Yani bu noktada yeni bir şarkı yeni bir heyecan bunlar bana çok lüks geliyor gerçekten çok lüks geliyor. Bizim düzeltmemiz, tutunmamız gereken çok kıymetli ve çok hayati dertlerimiz var. Maalesef o yüzden kendi kişisel yolculuğumu çok da içimde hissedemiyorum. Birçoğumuzun bu duyguyla yaşadığını çok iyi biliyorum. Aslında hayat çok güzel olmalı 30 yıllık kariyerimde on binlerce hayran dinleyici bırakmak, sayısız kıymetli hatıra biriktirmiş ve başını yastığa koyarken vicdanen kendisini ne mutlu ki kuş gibi hafif hisseden bir insanın, bir şarkı yazarının bugün sizinle bunları konuşuyor olmak çok dramatik ve hiç hak etmediğimiz bir şey.

Sizi dinlediğimde, konserlerinize geldiğim zaman bir başka duygulu insan olarak çıkıyorum ve iyileştirici gücü var şarkılarınızın. Sizin döneminizde aslında ben de kuşak olarak yakınım sanki duygular daha gerçekti. Şimdi aşk var mı, biten bir şey mi çok emin değilim artık. Ama sizde bitmeyen aşk kızınıza olan aşkınız ve Beşiktaş diye düşünüyorum ne dersiniz?

Kızımla ilgili gerçekten cümle kurmak dahi çok zor ve duygularımı ifade edemediğim nadir alanlardan bir tanesi. Her konuda da bir şeyler düşünmek, konuşmak çok olası ama o çok tanımsız, çok tarifsiz, çok kutsal. Beni şu hayatta kendisine de kullandığım için bu cümleyi sizinle de paylaşayım; “Bu dünyada benim için en önemli şey senin baban olmak.” Tam da hayranlarım o dünyayla ilgili bir şeyler sorarken bunu söylemiştim kızıma. Bu bir kompliman değildi gerçekten öyle hissediyorum. Beşiktaş ve futbol üzerine ise bu nefret dilinden rahatsız oluyorum. 53 yaşındayım baktırmadım ama belli ki sağlık sorunları olan bir adam olarak, maçlarda neden o kadar gerildiğimi, neden o kadar kıvrandığımı ve maçtan yarım saat sonra dahi bile kendime gelemediğimi hiç anlamlı bulmadım. Ama bir şeye bağlı olmak aidiyet duygusu güzel iyi ki Beşiktaşlıyım!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mutlu Hesapçı Arşivi