Mutlu Hesapçı

Mutlu Hesapçı

“AŞKIMLA HAYALLERİMİN ŞEHRİ İSTANBUL’DA YENİ BİR HAYAT KURMAYA KARAR VERDİM“

Ulrich Mertin, işinde olduğu gibi hayatında da dünyalar arasında gezgin. Kendisini oyuncu arkadaşım Nursel Köse sayesinde tanıdım aslında o bizim Alman eniştemiz, Nursel’in hayat arkadaşı. Çok iyi bir müzisyen ve kendisinin çok sayıda konserine gittim. Ulrich Mertin bir müzisyen olarak klasik batı müziğinden Türk geleneksel ve sanat müziğine, elektronik kulüp müziğine ülkeler arasında köprüler kuruyor. Ödüllü Hezarfen Ensemble'ın Direktörü olarak, ana odak noktası Türkiye'de çağdaş sanatın tanıtılmasından yola çıkarak kültürlerarası köprü kuran projeler geliştiriyor ve eğitim projelerine devam ediyor. “Eğer kalbiniz hayatınızın seyahat rehberiyse, o zaman her yolculuğun öngörülemeyen bir derinliği, yoğunluğu ve yönü vardır.“ diyerek yaşam felsefesini tanımlıyor. Ulrich Mertin ile Türkiye’ye geliş hikayesini, oyuncu Nursel Köse ile olan ilişkisini, müzisyenlikten oyunculuğa uzanan hayatını konuştuk.

İstanbul’daki maceram başından beri bir gönül meselesiydi

Türkiye maceran nasıl naşlıyor ve kalmaya nasıl karar verdin?

İstanbul'daki maceram başından beri bir gönül meselesiydi. Çocukken Bizans, Konstantinopolis, İstanbul ve doğu hakkında kitaplar okur ve yaşamayı hayal ederdim. Bir Doğu Alman olarak “Demir Perde”nin arkasında büyüdüğüm için o zamanlar benim için bir hayaldi. İstanbul'a ilk gidişim Nursel Köse ile oldu Adalar'dan dönerken Beşiktaş’a vardığımız bir akşam korkulukta durduk İstanbul'un akşam siluetine baktık ve ilk defa o anda yaşamayı ciddi düşündüm. O zamanlar Avrupa'daki projelerimle çok meşguldüm, konserler ve turlar nedeniyle sevgilim Nursel‘i 2-3 ayda bir ancak kısa bir süre görebiliyordum. Paris'te bir konserden sonra İstanbul'a uçarken aniden sürekli seyahat eden müzisyenliğime ara vermeye ve aşkımla hayallerimin şehri İstanbul‘da yeni bir hayat kurmaya karar verdim.  Beklentilerim yüksek değildi ama öncelikle Türk kültürünü, müziğini, insanını, tarihini, mimarisini, yemeklerini, yaşam tarzını keşfetmek ve deneyimlemek istedim.

Önceki hayatımda kesinlikle İstanbul’da yaşadığımı düşünüyorum

Oyuncu eşin Nursel Köseden önce Türkiye bildiğin bir ülke miydi, daha önce gelmiş miydin?

Ağabeyim bir Türk kadınla evli, çok iyi Türkçe konuşan iki çocukları var, ailemin yarısı neredeyse Türk, ondan ve yengemden Türkiye hakkında çok şey öğrenmiştim. Ağabeyimin 90'larda ilk İstanbul seyahatini heyecanlı ve parlayan gözlerle anlattığını hatırlıyorum. Ortaköy'de boğazın ve köprülerin pitoresk manzarasında kahvesini yudumlarken, yanından büyük yük gemileri ve küçük balıkçı tekneleri geçtiğini anlattığında, ben de hayalimde, her şeyi parlak renkler ve boyutlarda boyadım zihnimde…Ve sonra Nursel'le ilk ziyaretimde her şeyin daha da büyüleyici ve etkileyici olduğunu gördüm. Ve, evet önceki hayatımda kesinlikle İstanbul‘da yaşadığımı düşünüyorum. Öyle bir hissem var :)

Türkçe telaffuz çok daha yumuşak ve akıcı bence, neredeyse bir şarkı söyleme gibi

Hepimizden daha çok Türk oldun diyebilir miyiz Ulrich, Türkçeyi ne kadar zamanda öğrendin ve öğrenirken zorluk çektin mi?

Diyebilirsiniz, bundan çok gurur duyuyorum, eyvallah, teşekkür ederim! :) Yeni, tanımadığım bir yere gittiğimde her zaman şartlara ve çevreye uyum sağlamaya çalışırım.  Çocukluğumda, Berlin Duvarı'nın yıkılmasından sonra Doğu'dan Batı Almanya'ya taşındığımızda, yabancı bir kültüre girmek gibiydi benim için. Ta o zamandan beri yeni sistemlere, farklı kültür ve coğrafyalara uyum sağlamak zorunda kaldım sık sık… Bunun getirdiği, hem kültürel hem de sosyal tüm zorlukların, handikapların farkına küçük yaşta vardım.Ve uluslararası alanda aktif bir müzisyen olarak zaten sürekli olarak yeni çevrelerde hareket ediyorsunuz.  Ayrıca özellikle sözde“batı dünyası”ndan geliyorsanız, kabul edilmek ve bütünleşmek için kültür emperyalizminin bilinen tuzaklarını bilmeli ve bunlardan kaçınmalısınız. Türkçe öğrenmeye başlamadan önce buradaki beden dilini gözlemlemeye ve anlamaya odaklandım.  Çünkü bakışlar ve hareketler çoğu zaman 1000 kelimeden daha fazlasının söyleyebilir. Bu gözlemlerimin, daha sonra, dil becerileri olmadan bile, durumları daha iyi anlayabilmem adına çok yardımcı oldu. Daha sonra bir aylık bir dil kursuna gittim ve temel gramer bilgileri öğrendim. İlk birkaç yıl çok az konuştum çok dinledim ve pasif bir şekilde öğrendim.  Bir gün tıkladı ve hata yapmaktan korkmadan sohbet etmeye başladım. Buradaki günlük hayatım üç dilli ve bu kesinlikle kafamı taze tutuyor :) Telaffuz ve dilbilgisi bir meydan okumadır, örneğin Türkçe dilbilgisi genellikle Almancanın tam tersi bir formda… Almancaya kıyasla Türkçe telaffuz çok daha yumuşak ve akıcı bence, neredeyse bir şarkı söyleme gibi.  Bu arada, zaten Almanya'daki Türkler çoğu kez benim bir “Almancı” olduğumu düşünüyor ve bana övgüyle: "Almancanız gerçekten çok iyi, bu kadar iyi ve aksansız konuşmayı nereden öğrendiniz?"diye soruyorlar.

Dönemin Doğu Alman kültürü ile Türk kültürü arasında pek çok benzerlik var

Almanların ve Türklerin benzer özellikleri var mı, senin Türklerde özellikle Türkiyede en çok şaşırdığın, alışamadığın neler var?

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya 40 yıllığına bölündü malesef.  Almanlar çok farklı iki sistem ve kültüre sahip iki farklı eyalette duvarın ardında yaşadılar. Yeniden birleşmeden sonra, ailem ve ben Batı Almanya'ya taşındık, bizim için kültürel bir şok oldu.  Aynı dili konuşuyorduk ama gerisi tamamen farklıydı.  Doğu Almanya'dan gelen insanlara ikinci sınıf insan muamelesi yapıldı, gerçekten ciddiye alınmadılar, burun büküp beğenmediler doğuluları…Ve bugün, birleşmenin üzerinden 30 yılı aşkın bir süre geçmiş olmasına rağmen, bazı durumlarda Doğu ve Batı arasındaki farklar hala büyük. Bana göre dönemin Doğu Alman kültürü ile Türk kültürü arasında pek çok benzerlik var.  Türkiye'deki bazı yaşam tarzı, aile uyumu ve bağlılığı, yaşama sevinci, sosyallik ve insan sıcaklığı, komşuluk ilişkileri, bunların hepsi bana kesinlikle Doğu Almanya'daki çocukluğumu hatırlatan şeyler. İki kültür arasında kesinlikle farklılıklar vardır. “Zaman ve mekan” yorumu çok farklı olabiliyor Türklerde. Bunca yıllık deneyimden sonra bile zaman anlayışım ve yorumum Türklerinkiyle çatışıyor. İş söz konusu olduğunda, dakiklik benim için en önemli şeylerden biridir. Ancak, bunu artık fazla hassasiyetle yapmamayı öğrendim. İstanbul'da zamanında bir yerde olmak genellikle bir meydan okumadır, bu yüzden bu konuda biraz daha rahat bir tavrım var. Disiplin ve tutarlılık, zaman zaman beni hala zorlayan diğer iki nokta.  Ama özellikle Almanya'ya gittiğimde, buradaki hayatın beni ne kadar şekillendirdiğini ve biraz değiştirdiğini, daha doğrusu ne kadar Türk olduğumu fark ediyorum.

5 yaşındayken keman çalmayı öğrenmek istedim

Müzik ile tanışman nasıl oldu ve hangi enstrümanları çalıyorsun?

5 yaşındayken annemle yürürken vitrinde bir keman gördüm ve ona "Anne ben keman çalmayı öğrenmek istiyorum“ dedim.  Annem memnuniyetle tamam dedi. Daha sonra 7 yıl boyunca benimle her gün pratik yaptı, her hafta beni derse götürüp getirdi, ta ki bir gün beni onsuz devam etmek istediğim noktaya getirene kadar. 20 yaşımda kemanın deyim yerindeyse ablası viyolaya geçtim ve ikisini de üniversitede okudum.  Bunun yanında piyano ve gitar çalmayı da öğrendim.  Çocukken DDR'deki eğitim sisteminden çok yararlandım.  Bu sistem, müzik teorisi dersleri, orkestral çalma ve düzenli yarışmalar ile erken yaşlardan itibaren çok profesyonel ve kapsamlı bir müzik eğitimi olan Rus modelinde tasarlanmıştır.  Her zaman kolay olmadı ama şu anki müzik hayatımın temelleri ta o zamanlarda oluştu.  

Türkiye’de Alman müzisyen olmak…

Almanyada yaşarken müzisyen olarak yaptığın çalışmalar nelerdi ve Türkiyede müzisyen olarak kendine alan buldun mu, çalışmaların nasıl gidiyor?

Müzisyen olarak her zaman çok yönlü oldum. Gençken arkadaşlarımla ilk olarak İrlanda Halk Müzik Grubu kurup okulu asmadan, boş zamanlarımda hem müzik yaptım hem de harçlığımı çıkardım. Eğitimim sırasında Konzerthausorchester Berlin'den burs kazandım ve çeşitli oda müziği orkestralarında çalıştım. Çağdaş müziğe erken yaşlarda ilgi duymaya başladım. Çağımızın en önemli ve değerli bestecileriyle çalışma fırsatı buldum. Ensemble Modern, Ensemble Musikfabrik Köln ve Klangforum Wien gibi tanınmış topluluklarla uzun süre çağdaş müzik yaptım. Klasik bakış açısından çıkıp diğer açılarından müziğe bakmak bana çok şey öğretti.  Yıllar içinde, Avrupa çapında uzun yıllar birlikte çalıştığım bir topluluklar ağı kurdum. Elektronik müzik yapmaya her zaman ilgim vardı.  Buradaki ilk birkaç yılımda kendimi İstanbul gece kulübü sahnelerine kaptırdım, “360 İstanbul” gibi kulüpler için şovlar tasarladım ve uluslararası DJ'lerle çalıştım. Türk elektronik sanatçısı Erdem Helvacıoğlu ile ABD'de INNOVA RECORDS tarafından yayınlanan bir elektronik film müzik albümü kaydettim. Nursel için ki o hep şarkı söylemek ister, Hint elektronik sanatçı Varun Desai ile “ZERO” adlı bir şarkı yaptık, klip çektik, o da yakında çıkacak. Hezarfen Topluluğu ve Cihat Aşkın gibi diğer müzisyenlerle ve gruplarla konser etkinliklerimin yanı sıra Ankara Bilkent Üniversitesi, Eskişehir Anadolu Üniversitesi, Uludağ Üniversitesi gibi çeşitli Türk üniversitelerinde düzenli olarak müzisyenler ve besteciler için ustalık dersleri, atölye çalışmaları ve seminerler (mesela performans kaygısı üzerine) veriyorum. 2018/19 yılında Maltepe Üniversitesi Konservatuarı'nda öğretim üyesiydim. O yüzden, evet, kendime alan buldum diyebilirim.

Türkiye'de çağdaş müzik için ilk profesyonel topluluk olan Hezarfen Ensemble'ı kurduk

Hezarfen Ensemble grubunun çıkış amacı nedir ve grup üyeleri kimlerden oluşuyor?

Her biri bağımsız ve demokratik olarak organize edilen yeni müzik toplulukları ile yaşadığım deneyimle şekillenen kafamda benzer yapıda bir Türk topluluğu konsepti vardı. Çünkü daha önce burada böyle bir şey yoktu. İstanbul Teknik Üniversitesi'nin MIAM müzik bölümünde ders veren Amerikalı besteci Michael Ellison'la tanıştım. İkimizde aynı fikirdeydik, yeni müzikle ilgilenen diğer müzisyenlerle birlikte, Türkiye'de çağdaş müzik için ilk profesyonel topluluk olan Hezarfen Ensemble'ı kurduk.  Topluluk, projeye bağlı olarak diğer müzisyenlerle genişletilebilen 9 daimi üyeden oluşuyor.  Topluluk, çağdaş performansın en yüksek standartlarına ve çağdaş müziğin Türkiye'den ve yurt dışına yayılmasına kendini adamıştır.  Mevcut üyeler Özcan Ulucan, Müge Hendekli, Amy Salsgiver, Prof. Dr.  Ozan Evrim Tunca, Cem Önertürk, Gökhan Bağcı, Kıvanç Fındıklı ve Deniz Yurdakul. Performansları, konferansları ve atölye çalışmaları ile Türkiye'deki çağdaş müzik sahnesini canlandırmayı başaran Hezarfen Topluluğu, Türk bestecilerin müziğini en üst düzeyde sunabilecekleri ve aynı zamanda en önemli çağdaş uluslararası bestecilerin de yer aldığı uluslararası bir platform oluşturmuştur. Avrupa Araştırma Konseyi tarafından finanse edilen Hezarfen Topluluğu, 2015 yılından bu yana geleneksel enstrümanların çağdaş müzik dünyasına entegrasyonunu konu alan bir araştırma projesi yürütüyor. Bu proje aynı zamanda biz Hezarfen Topluluğu müzisyenlerinin Türk halk ve sanat müziğinin nasıl çalınacağı ve yorumlanacağı konusunda teorik ve uygulamalı dersler almamızla ilgilidir. Hezarfen'in projelerine örnek olarak, Yaşar Kemal'in “Deniz Küstü” romanından uyarlanan aynı adlı opera projemizi, Berlin deki “Trickster Orkestrası” ile ortak projelerimizi, Türk halk ve sanat müziğini farklı çalmayı ve Türk makamlarını öğrenme projelerini, Hezarfen'in daha bir sürü konserlerini sıralayabilirim. Borusan Sanat, IKSV Müzik Festivali, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, Arter İstanbul gibi sanat organizasyonlar ile uzun yıllardır işbirliği halindeyiz. Çalışmamızın bir diğer önemli bileşeni ise, öğrencilere yılda bir yaptığımız akademi projelerimiz. Örneğin Bilkent Hezarfen Akademisi‘ni başlattık ve “Sesin Yolculuğu Genç Besteciler Festivali” düzenli katılmamızı ve  katılımcı öğrencilerin bestelerini çalıyor ve kaydediyoruz.. Ayrıca 2010 yılından bu yana İstanbul Teknik Üniversitesi Müzik Bölümü, MİAM'da kurumun kalıcı topluluğu olduk.

Benden önce oyuncu olarak parmaklarım tanındı

Müzisyenliğin dışında oyunculuk teklifleri de alıyorsun. Hatta yıllar önce ellerinle ilk oyunculuk deneyimin oldu. Oyunculuk alanında devam eden çalışmalarından bahseder misin?

Türk sinema dünyasına arkadaşım yönetmen Andaç Haznedaroğlu sayesinde giriş yaptım.  Bir gün aradı ve dizisine yardım edip edemeyeceğimi sordu.  O sıralar iki arkadaşım Burak Hakkı ve Fadik Sevin Atasoy ile 'Dudaktan Kalbe‘ dizisini çekiyordu ve benden Burak ağabeyin oynadığı kemancı rolüne hazırlanması için birkaç keman dersi vermemi istedi.  Ayrıca diziye sadece çalan parmaklarımı dahil etti.  Benden önce oyuncu olarak parmaklarım tanındı.  Daha sonra ‘Paramparça‘ dizisine 3 bölüm konuk oyuncu olma fırsatını yakaladım ve büyük oyuncu Erkan Petekkaya ile çalışma fırsatı buldum, harika bir deneyimdi.  Daha sonra ‘Avlu‘ dizisinde de  kısa bir rol aldım.  Bu yıl Netflix için “Babamın Kemanı“ filminde yer alma fırsatım oldu yakında çıkacak, henüz daha fazlasını açıklamama izin yok maalesef. Şu kadarını söyleyebilirim harika oyuncular ve harika bir yönetmenle muhteşem bir deneyimdi, yakında göreceksiniz.

Nursel ile evli olmak başıma gelebilecek en güzel şey

Ünlü biri ile evli olmak nasıl bir duygu özellikle Türkiyede Nursel Köse halk tarafından çok sevilen bir oyuncu bu anlamda yaşadığın ilginç anı ve olay nedir?

Bir ünlüyle evli olmaya alışmak aslında biraz zaman aldı.  Yanlış anlaşılmasın, Nursel ile evli olmak başıma gelebilecek en güzel şey. Kamuoyu önündeki Nursel Köse ile evli olmak bazen hiç de kolay olmuyordu. Nursel'le kamera karşısına geçtiğimde ve insanlar bana sorular sorduğunda, Türkçeyi anlamadığım için başlarda biraz stresliydim. Ve nereye gidersek gidelim, Türkiye'de veya yurt dışında, Nursel'i tanıyorlar ve bu her zaman benim için belirli bir dikkat gerektiriyor, uyanık olmak, onu koruyup kollamak anlamına geliyor. İnsanlar Nursel'i çok seviyor, Nursel de hayranlarına çok sevip değer veriyor ve bu her zaman sıcaklık ve cömertlik dolu harika karşılaşmalara yol açıyor bu gerçekten muhteşem. Hayatımı kiminle paylaştığımı anlamamı sağlayan anlardan biri de aslında düğünümüzdü.  Daha önce kimseye söylemeden sessizce Danimarka'da evlenmeye karar vermiştik.  Sadece ailelerimize önceden haber verdik.  Kopenhag'da yalnızdık ve orada, nikah  memuru ve iki çalışanın nikah şahidimiz olduğu harika, samimi bir törenle evlendik.  Törenden sonra arka çıkışa gittik ve kendi başımıza olmak ve bu değerli anın tadını çıkarmak için sessiz bir köşeye oturduk.  Kapı açıldı ve bir çift içeri girerek bizi gördü ve kadın çok şaşırarak ve heyecanla haykırdı: "Nursel Hanım, seni burada görmek, aman allahım, bir fotoraf çekelim“ diye ısrar etti..Biz ise herkesten uzağa kaçtığımızı o kadını görene kadar düşünmüştük.

Projeler ve yeni çalışmalar…

Türkiyede gerçekleştirmek istediğin projeler neler ve yeni çalışmalarından bahseder misin?

Son yıllarda Kemençe sanatçısı ve şarkıcı Nermin Kaygusuz ile daha fazla Makam konseri verdim. Hintli ve Türk geleneksel müzisyenlerle olan projem, tüm projeyi çevrimiçi olarak üretmek zorunda olduğumuz için Covid-19 nedeniyle büyük bir zorluktu ama harika gitti ve böyle projeler yapmaya devam etmek istiyorum. Hezarfen Topluluğu ile çok yakında Bozlak müzisyenleri ve şarkıcılarıyla Yaşar Kemal'in kitabından uyarlanan “Bin Boğalar Efsanesi” opera projemiz olacak. Nursel ile yaptığımız Müzikal Masal projesi “Peter ve Kurt” devam ettirmek ve çeşitli  okullarda, özellikle göçmen ve dar gelirli ailelerin çocuklarını müzik ile tanıştırmak istiyoruz; çünkü müzik iyileştirir. Bir de Malatya Arslantepe de projemiz var. Arslantepe UNESCO kültürel miras kabul edildi, Nursel bu projenin kültürel Fahri elçisi oldu. Ben de orda eski Malatya müziğini geleneksel enstrümanlarla çağdaş müziğini harmanlayan bir proje yarattım, fakat yine araya korona girdi ve şimdilik ertelendi. Türkiye, sanatsal çalışmalarımın merkezi olarak pek çok harika yaklaşım  ve fikirler sunuyor, çünkü bu ülke hakkında projeler geliştirmeye değer buluyorum zira Türkiye farklı kültürler ve medeniyetlerin kalıntıları ve tarihleriyle dolu.  Bir insan ve bir sanatçı olarak burada yaşamaktan ve projeler geliştirmekten çok mutluyum ve bana doyum sağlıyor :)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mutlu Hesapçı Arşivi