Mutlu Hesapçı
“Anlatacağım hikâyelerin benim derdime değmesi gerekiyor”
Kendisine karşı medyanın bir tavrı ve ön yargısı var. Magazin basınında hep yer alıyor ve “Bu adam gerçekte kim acaba” diye merak eden olmuyor. Hâlbuki kendisi senaryolar yazıyor ve filmler çekiyor. Adana Altın Koza Film Festivali’nde de bu yıl yeni filmi ‘Anasının Kuzusu’ ile yer aldı ve yarıştı. Adana’da film, Yardımcı Rolde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü Necip Memili ve En İyi Sanat Yönetmeni Ödülü Meral Aktan’a verildi. Aslında Umut Evirgen yönetmen ve senarist, dertleri ve yaşamda sorguladığı meseleleri, hikâyeleri var, filmlerle anlatıyor. Umut Evirgen’in Adana’da izlediğim ‘Anasının Kuzusu’ filmini farklı buldum ve sevdim. Beni, kafamda kurduğum bir mahkemeyle yüzleştirdi ve yargıladığım aile meselesini kafamın içine yerleştirdi. Aileden bağımsız bir hayat kuramayan, özgür olamayan çocukları anneden yola çıkarak bir hikâyede anlattı. Anasının kuzusu bir erkek evladının aslında kurbana dönüşebilecek bir sevginin içinde nasıl büyüdüğünü gösterdi. Film anneden yola çıkarak ailenin bir çocuğun hayatını nasıl şekillendirdiğini psikolojik olarak sorgulattı. Umut Evirgen ile Adana’da tanıştım, filminden yola çıkarak Adana’da ödül gecesi öncesi sohbet ettik. Umut Evirgen’in filmi ‘Anasının Kuzusu’ festival yolculuğuna devam ediyor, filmin bundan sonraki durağı Ankara Film Festivali.
Adana Altın Koza’da yarışmak nasıl bir duygu?
Benim ilk filmim de Altın Koza'da yarışmıştı, hatta bir tane de ödül almıştık. Taraf tutuyor gibi olacağım ama Türkiye’de benim için en özel festivallerin başında geliyor Adana Film Festivali. O yüzden festival keyifli ve heyecanlı geçti diyebilirim.
“Aslında otobiyografik gibi görünen ama bir kurmaca hikâye”
Bu film nasıl ortaya çıktı?
Aslında otobiyografik gibi görünen ama bir kurmaca hikâye. Anne kutsaldır cümlesinden yola çıkarak filmi oluşturdum. Herkes tarafından kutsal olarak kabul edilen bu konuyla ilgili bir şeyler anlatalım istedik, bu derdi anlatma isteği duydum. Aslında ilk hali senaryonun anne üzerine yani Güneş'in hikâyesiydi, bu sonra Feride Çiçekoğlu'nun sürece dâhil olmasıyla birlikte bunu çocuğun duygusundan yazmaya karar verdik. Çünkü annenin hikâyesini anlattığımız zaman bir taraf tutuyormuşuz gibi oluyordu. Çocuğun duygusunda kalırsak, onu merkeze alırsak, anneyi de babayı da ve bütün hayatına giren insanları da daha objektif, seyircinin inisiyatifine bırakarak anlatırız diye düşündük. O yüzden anneden çocuğa geçen bir süreç oldu.
“Annemle gerçek, sahici bir ilişkimiz var”
Erkek çocukları için anneleri, kız çocukları için babaları hep bir rol modeldir ve öyle kabul edilir. Ama sürekli çatışma halindedirler ve bu hesaplaşma hiçbir zaman için bitmez. Bir erkek çocuğu olarak sizin annenizle ilişkiniz nasıl?
Annemle hikâyemiz keyifli ve güzel, birbirimize desteğizdir ama güzel çatışmalarımız da vardır. Bu beni de onu da geliştiren bir şey bence. Gerçek, sahici bir ilişkimiz var.
"Annesinin kuzusu mu, kurbanı mı?" filmin cümlesi
Peki, filmde tam olarak vermek istediğiniz duygu ne? Çocuğun kendi kafasında kurduğu bir mahkeme var, yargılama ve itiraflar da beraberinde geliyor. Mahkeme fikrini çok sevdim ben. Nasıl oluşturdunuz ve ana fikir nedir oradaki?
"Annesinin kuzusu mu, kurbanı mı?" filmin cümlesi. O mahkeme de aslında evladımızı ne kadar çok seviyoruz derken, nelere maruz bıraktığımızı, o kurduğumuz gürültülü ortamda çocuğun aradığı sıkışmışlığını göstermek istedik. Çünkü herkes iyi niyetle bir şeyler yapıyor.
Kimse kendi canından kanından olan birine karşı bir travma yaratmak, bir şeylere maruz bırakmak tabii ki istemiyor. Ama ister istemez bir şeylere maruz kalıyoruz. O iç hesaplaşmayı, o maruz kalınan şeyi göstermek için de mahkeme hoşumuza gitti, uygun bulduk, oradan ilerledik.
“Çocuk için sünnet düğünü gerçekten önemli mi emin değilim”
Sünnet sahnesi de çok gerçek ve etkileyiciydi. Türk aile yapısının hikâyesini, bir erkek çocuğu için sünnet töreninin aslında ne kadar önemli olduğu ve çocukken yetiştirme tarzından da bunun hayatını ne kadar etkilediğinin yansımasını gördük.
Ya aslında çocuk için sünnet düğünü gerçekten çok önemli mi emin değilim. O sahnede anlatmak istediğim şey de törenin biraz ailenin şovuna dönmesi aslında. Çocuk orada zaten filmimizde de bir köşede uyuyor, bir köşeye bırakılıyor. Ama davetliler ve bütün aile, daha doğrusu bizim filmimizde daha çok baba ön planda sünnet düğününde. Çocuk için aslında çok da eğlenceli bir şey değil bazı geleneklerimiz. O yüzden öyle bir sahne koymak istedik filmin merkezine.
“Her şey dozunda güzel”
Peki, filmde anne olamayan biri var ama bir taraftan da çocuğunu aşırı sahiplenen bir anne var. Annelik kutsanan bir şey sanki anne olanlar ve olamayanlar bunun üzerinden değerlendiriliyor. Buradaki çatışmayı nasıl oluşturdunuz? Anne olamayan birinin varlığında oradaki duyguyu nasıl vermek istediniz? Belki de o yüzden de anne olabilmek bir marifet ve çok özel bir şeymiş gibi toplumda kabul görüyor.
Dışardan baktığımızda klişe, babalar ve kızları, anneler ve oğulları birbirine çok düşkündür diye bir şey var, peki bu hikâye gerçek mi? Yoksa belki de o çok sevginin altında, o çok sahiplenmenin altında bir zarar, bir hasar bırakıyor olabilirler mi? Biz bunu sorguladık. Benim için her şey ne kadar fazla olursa o kadar sorun çıktığını göstermek istediğim bir senaryo bu. Her şey dozunda güzel. Bir özgürlük alanı bırakmak gerekiyor bireylere. Bu filmde de bir özgürlük alanı kimse kimseye bırakmıyor.
“Gerçekten rol model alıyoruz ve aslında onlara benzemek zorunda mıyız?”
İstesek de bağımsız bireyler olamıyoruz, ailemizden getirdiğimiz kodlamalar, gelenekler, görenekler ve yetiştirme tarzıyla şekilleniyoruz. Ne kadar ben babamı rol model alsam da dönüp dolaşıp anneme benziyorum sanırım erkek çocukları da ileriki yaşlarda babaya benziyor gibi bir süreç işliyor. Çünkü çok bağımsız ve özgür kalabildiğimiz bir durum yok. Aileden gelen durum var. Bunu dert edinme meselesi ya da sizi böyle bir konuda film yapmam gerekiyor hikâyesi nasıl oluştu?
Yani aslında tam dediğiniz şeyi sorguluyorum ben de. Gerçekten rol model alıyoruz ve aslında onlara benzemek zorunda mıyız? Bu genetik gerçekten bizim bütün kişiliğimizde ana rol mü, o kadar etkili mi? Ben o kadar emin değilim. Bireyler doğru mesafede durdukları sürece kendi özgürlüklerini, kendi karakterlerini çok da etki altında kalmadan oluşturabilirler mi? Kesin cevap bilmiyorum ama sorguladığım şey de tam olarak bu zaten. Bizim gerçekten nerede yetiştirildiğimiz, hangi ailede yetiştirildiğimiz, bizim yolculuğumuzun belirleyicisi midir yoksa biz kendi yolumuzu belirleyebilir miyiz?
Peki, çocuğun dönüp dolaşıp bu erkek ya da kız çocuğu da olabilir bu filmdeki erkek çocuğu ama dönüp dolaşıp kıyamadığı ya da en birincil acaba anne mi oluyor?
Ya bu filmde böyle belki bir dahaki filmde baba olur, bu filmde anne. Bir dahaki filmde de babayı merkeze alır, öyle bir şey anlatırız. Bu filmde böyle olduğu için böyle, yoksa değişebilir.
“Necip Memili hiç aklımızda değildi”
Castı nasıl oluşturdunuz, oyuncuları nasıl seçtiniz? Yazarken mi kafanızda oluşuyor?
Yazarken aslında tek kafamızda oluşan ve birinci adayımız Ayşe karakteri için Hatice Aslan’dı. Diğer karakterler için çok sayıda audition aldık. Hatta kadın karakter için 50 civarında bu sayı. Sonra Selin Şekerci ile bambaşka bir konu için bir araya geldiğimizde filmin hikâyesini anlattım. O da kendiyle ilgili bazı hikâyeler anlattı, filmi ona yazmışım gibi hissettim. İlk anda aradığımız sensin dedik ve devam ettik. Baba karakteri için aslında Necip Memili hiç aklımızda değildi. Benim daha önceki filmimde konuk oyuncu oynamıştı ve o zaman senaryodan bahsetmiştim ona. Sonra okumak istedi ve yolladım senaryoyu. Bir gün kapı çaldı, eve geldi. Saçı yana taranmış, bıyıkları ona göre kesmiş, göbeğine bir eşofman sıkıştırıp kilo aldırmış kendini. O da kendi aldı rolü valla. Kubilay Aka cast direktörü ile tanıdığımız, sevdiğimiz biri olmasına rağmen profesyonel olarak araştırıp gittiğimiz isim oldu.
“Saç kesme muhabbetinin hayatında ne kadar önemli olduğunu gösterdik”
O tıraş meselesi erkek çocukların da mı önemlidir, nedir bunun anlamı?
Orada aslında anneden oğula transfer edilen bir şey var. Kendi çocukluğunda saçı uykusunda kesilen bir kadının, saç kesme muhabbetinin hayatında ne kadar önemli olduğunu gösterdik. Çocukluğunda o kadar işlemiş ki bu durum, çocuğunun da artık korkulu rüyası olmuş saçının kesilmesi gibi bir transfer var orada.
Anneler çocuklarını kendilerine bağımlı ve ana kuzusu yetiştirdikleri zaman çocuğun ileriki kendi özel ilişkilerinde de bu durum bir sıkıntı yaratıyor. Dönüp dolaşıp da hep şöyle; anneme benzeyen birini bulmam gerekiyor ya da öyle birini tercih etmem gerekiyor gibi bir hikâye ortaya çıkıyor. Anneler oğullarını neden bu kadar ana kuzusu olarak yetiştiriyor?
İşte yetiştirilmeyelim diye film yapıyoruz biz de, amacımız da o zaten. Belki birilerine dokunur ve bir şeylerin değişmesine sebep oluruz.
“Derdi olan bir insanın seveceği bir film olduğunu düşünüyorum”
Peki, bu filmi neden izlesinler?
Yani herhangi bir konuda derdi olan herkesin filmi izlemesini isterim ben. Kendini dertsiz olarak kodlayan bir insanın çok seveceği bir film olmayabilir ama derdi olan bir insanın seveceği bir film olduğunu düşünüyorum. Mutlaka bir şey yakalayacaktır bir yerlerden.
Sinema yolcunuza baktığınız zaman siz neleri film yapıyorsunuz?
Bu benim uzunda üçüncü filmim, kısalarla birlikte altıncı film oldu. Ben bana değen, benimle alakalı olan, beni huzursuz eden ya da çok merakla takip ettiğim konular üzerinden bir şeyler yapmak istiyorum. Şu ana kadar sadece kendi yazdığım hikâyeleri anlattım. Sadece bu filmi Feride Hoca ile birlikte yazdık, diğer filmler tek başıma yazdıklarımdı. Bundan sonra da ben senaristi olmak zorunda değilim ama mutlaka bir kenarından köşesinden benim derdime değmesi gerekiyor anlatacağım hikâyelerin. İnşallah da böyle bir olanağım, şansım olur bakalım.
Feride Çiçekoğlu ile buluşmak ve çalışmak nasıldı?
Benim Bilgi’den yüksek lisans hocam kendisi. Valla senaryo yazım aşaması yüksek lisanstan daha çok şey öğrendiğim bir süreç oldu. Onunla birlikte çalışmak heyecanlı ve öğreticiydi.
“Altın Koza’dan iki ödül aldık”
Ödüller nasıl bir motivasyon sizin için, beklentiniz var mı?
Tabii ki ödül çok güzel bir motivasyon ama çok bir beklenti yaratıp sonra mutsuz olmak istemeyiz, o yüzden bakacağız ve gelişini bıraktık. Altın Koza’dan iki ödül aldık.
“Saki ile aynı kafadayız deyip müzik koymaya karar verdik”
Filmin müzikleri Saki Çimen’e ait. Birlikte çalışmak nasıl oluştu?
Aslında ben filme müzik koymaktan vazgeçmiştim. İki buçuk ay öncesinden Saki'ye senaryoyu yolladım, Saki'den hiçbir ses çıkmayınca da tamam artık müzik koymuyoruz galiba dedim. Müzik için başka birine de gitmeyiz zaten çok da gönüllü değiliz demiştik. Feride Hoca ile bir yerde toplantıdaydık ve Saki’den tema geldi ve bizi filme müzik koymaya ikna etti. Temayı alır almaz ilk denemesini alınca bu adam bizi yakalamış, aynı kafadayız deyip müzik koymaya karar verdik. Müziklerden ben de çok memnunum.
“Dördüncü film olarak yazdığım kadın erkek ilişkisi üzerine “Müptelayım Sana” adı”
Filmlerinizde birbirinden çok farklı hikâyeler anlatıyorsunuz. Birbirine hiç benzemeyen hikâyeler ve anlatımlar var…
Ben başka sektörde de iş yaptığım ve çok fazla insanla muhatap olduğum için çok fazla şey gözlemleme şansım oluyor. O yüzden anlatacak çok hikâye var. Bakalım; hepsinin fikri keyifli, hepsinin teması benim hoşuma gidiyor. Yine bambaşka bir şey de anlatabilirim. Gerçekten bir baba hikâyesi de olabilir ama... Şimdi dördüncü film olarak yazdığım kadın erkek ilişkisi üzerine “Müptelayım Sana” adı.
“Bu filmi klasik bir şekilde anlatsaydık daha çok insanın ilgisini çekerdi”
Bir de şey de var herhalde çok kurallara ya da başkalarına göre düşünüp matematiksel bir sinema yapmak vardır ya sizde yok. İçinizden ne geliyorsa, kendi bildiğiniz ve inandığınız bir şeyi yapıyorsunuz gibi de geliyor…
Tabii tabii ya. Bu filmi bence klasik bir şekilde anlatsaydık daha çok insanın ilgisini çekip, çok daha fazla yorum alabilirdi belki. Burada biraz zor bir senaryo kurgusu tercih ettik o yüzden bence anlayan kadar çok etkilenen kadar allak bullak olan da vardır diye tahmin ediyorum.
“Anılar da bana kesik kesik gelir ve hangisi doğru, hangisi yanlış, hangisi...?”
Evet, çok klasik anlatmamışsınız ama hâlbuki konu çok klasik başka türlü bir kurgu da olabilirdi gerçekten. Peki, bu biçime ve bu farklı bir anlatım tarzını neden tercih ettiniz? Ya bu bir çocuğun anılarıyla ve aklında kalanlarla ilgili bir film olduğu için, anılar da bana kesik kesik gelir ve hangisi doğru, hangisi yanlış, hangisi...? Bazen kendimiz de bambaşka fanteziler yaratıp, bambaşka senaryolar kuruyoruz kafamızda. O yüzden hangisi gerçekti, hangisi doğru anıydı, hangisi uydurduğumuz anıydı bilmediğimiz için filmde de öyle bir üslup seçtik.
“Yazmak iyi geliyor bana, görsel olarak kendimi kuvvetli buluyorum”
Çocukken olmak istediğiniz, hayal kurduğunuz bir meslek miydi ve nasıl gelişti hikâye?
Yazmak iyi geliyor bana, görsel olarak kendimi kuvvetli buluyorum. O yüzden hem yazmak hem de görsel olarak anlatmak hep vardı hayatımda.
Büyüyünce sinemacı olacağım dediniz yani.
Öyle bir şey yok, büyüyünce şu olacağım diye böyle klasik hiçbir şeyim yoktu, hedef olarak yoktu. Büyüyünce sinemacı olacağım, büyüyünce doktor olacağım, işte pilot olacağım gibi hiç öyle bir adı yoktu, yolda gelişti hepsi.
Hayal kurmuyordunuz yani?
Yok hayal kuruyordum çok ama hayalleri tam tersi kısıtlamıyordum işte, daha çok hayal kuruyordum herhalde…