Trump Kazanırsa Ne Olur?
Marc Vandepitte// Türkçe çeviri: Deniz Gürler
Her halükarda, ilk döneminden (bile) daha sert olacaktır. 2016’da Donald Trump, tamamen merkezin dışından (outsider) bir figürdü; yönetim deneyimi olmayan, detaylı bir planı bulunmayan ve Washington’da veya Cumhuriyetçi Parti içinde destek ağı olmayan biriydi. Daha agresif hedefleri, partisinin merkez-sağ ana akımından gelen yetkililer ve yasama üyeleri tarafından frenlenmişti.
Bu esnada parti aygıtını tamamen kendi imajına göre yeniden şekillendirdi. Bu kez hem iyi hazırlanmış bir plana sahip hem de deneyimli ve çok sadık bir destekçi grubuna güveniyor. Şimdi, korkulması gereken olaylara bir bakalım.
İçeride
1-Gücü Ele Geçirme
Trump, müdahale olmadan yönetebilmek ve devlet aygıtından gelecek her türlü direnişi engellemek istiyor. Bunun için, devlet aygıtının en yüksek kademelerini temizlemeyi planlıyor. Yaklaşık 50 bin memurun işten çıkarılması ve tüm federal memurların sadakat testinden geçirilmesini planlıyor.
Pentagon’daki (1) üst düzey yetkililer, Trump’ın istihbarat ve ordu içindeki en yüksek görevlere otoriter kişileri atamasından ve hatta Trump’a yakın daha düşük rütbeli subayları ordu komutanlarına karşı kışkırtmasından endişe ediyorlar. Geçmişte Trump, ayaklanmacılara veya göstericilere karşı asker kullanmaktan yana olduğunu belirtmişti. İlk döneminin sonunda, Trump’ın ABD’nin en yüksek askeri liderinden Black Lives Matter protestocularını vurmalarını istediği söyleniyor.
İlk döneminde olduğu gibi, olabildiği kadar kendisiyle uyumlu hâkimleri atamayı, bağımsız kurumları kontrol etmeyi ve gerekirse sübvansiyonları ortadan kaldırmayı planlıyor.
2-Şiddet Kültü
Trump, kendisine yöneltilen 91 suçlamayla dokunulmazlığın vücut bulmuş hali. Sert ve kışkırtıcı dili, şiddet kültünü besliyor. 2016’da şöyle demişti: “Beşinci Cadde’de birini vursam bile oy kaybetmem.”
Aşırı sağ görüşleri, radikalleşmiş bir destekçi tabanında yankı buluyor. Şu anda her beş Amerikalı’dan biri, ülkeyi yeniden rayına oturtmak için şiddetin gerekebileceğine inanıyor. İlk döneminde, silahlı milisler giderek daha fazla öne çıkmıştı.
ABD’de şu anda bazıları ağır silahlarla donatılmış yüzlerce paramiliter grup bulunuyor ve bunların toplamda yaklaşık 50 bin üyesi var. Görev süresinin son yılında, çoğunluğu beyaz ırkçıların ve diğer sağcı aşırılıkçıların neden olduğu yaklaşık 500 silahlı tehdit veya şiddet olayı yaşanmıştı. Bu şiddetin yarısı protesto gösterilerinde bulunan kişilere yönelikti. Bu da 1930’ların faşist çetelerini anımsatıyor.
Trump yeniden seçilirse, bu milisler kendilerini daha da güçlenmiş hissedecek ve sesleri daha gür çıkacaktır. Büyük ölçekli şiddet kapıda. İş silaha gelince, eksiği yok fazlası var. Ülkede, geçen cumartesi Trump’a karşı kullanılan türden yaklaşık 44 milyon yarı otomatik tüfek var.
Amerikan polisinin neonazi ve aşırı sağcılara yardım etme konusunda uzun bir geçmişe sahip olduğu biliniyor. Ayrıca Trump, gelecekte orduyu gösteri yapan insanlara ve göçmenlere karşı kullanmayı planladığını açıkladı. Dahası, Demokratların kontrolündeki şehirlerde federal birlikleri seferber etmeyi de düşünüyor.
3-Rakiplerinin Ensesinde
Eski Başkan Donald Trump, bu sonbaharda seçilirse siyasi düşmanlarını kovuşturmaya hazır olduğunu söyledi. Hillary Clinton, Joe Biden ve ailesi gibi isimleri hedef alıyor. Başkan olarak, bu tür hukuki misillemelerde bulunma yetkisine sahip olacak. Adalet Bakanlığı’na rakiplerini soruşturması ve kovuşturması emrini verebilir ve bunu reddeden yetkililer görevden alınabilir.
Siyasi muhaliflerin yanı sıra, gazetecileri de yargılamayı planlıyor.
Normalde Amerikan hukuk sistemi siyasi kovuşturmalara karşı bazı güvence sağlar, ancak bu, savcıların, FBI’ın ve diğer kurumların bağımsızlıklarını korumalarını ve jürilerin ve hâkimlerin bu siyasi kovuşturmalara katılmamasını gerektirir. Sorun, Trump’ın yargı üzerindeki kontrolü ve toplumdaki derin kutuplaşma göz önüne alındığında bunun devam edip etmeyeceğidir.
Bu tehditlerin sadece dile getirilmesi bile hukukun üstünlüğüne ciddi şekilde zarar vermekte ve siyasetin normal işleyişini neredeyse imkânsız hale getirmektedir. Bu durum aynı zamanda ceza adaleti sisteminin bütünlüğüne olan güveni de zedelemektedir. Eğer Trump yargı aygıtını siyasi rakiplerine karşı gerçekten sırf intikam amacıyla kullanırsa ülkesini muz cumhuriyeti seviyesine düşürecektir.
4-Gerici Politika
Joe Biden’ın siyasi geçmişine bakınca ilerici olduğu söylenemez. Ancak Trump yeniden seçilirse, göç, kadın hakları, sosyal güvenlik ve iklim konuları da dahil olmak üzere politikaları selefinin politikalarından çok daha gerici olacak. Kasım ayındaki seçimi kazanması halinde Donald Trump, Amerika Birleşik Devletleri tarihindeki belgesiz göçmenlerin kitlesel bir şekilde sınır dışı edilmesine yönelik en büyük operasyonu gerçekleştirmeyi planlıyor. Güney sınırı boyunca büyük gözaltı kampları kurmayı ve sınır duvarını tamamlamayı planlıyor. Ayrıca Müslüman çoğunluğa sahip bazı ülkelerden insanların ABD’ye girişini yasaklamak istiyor.
İkinci bir Trump yönetimi, ülke genelinde kürtaja erişimi ve üreme haklarını daha da tehlikeye atacaktır. Trump, eyaletlerin hamilelik tespiti de dahil olmak üzere kürtaj hakkını istedikleri kadar kısıtlamalarına izin vereceğini birçok kez belirtmişti.
Trump, Obama döneminde uygulamaya konulan sağlık sigortasını (Obamacare olarak da bilinir) kaldırmak istiyor.
Trump’ın Biden’ın yeşil endüstrilere verdiği desteği sonlandırması ve fosil yakıtlara arka çıkması oldukça muhtemeldir. Göreve geldiği ilk günden itibaren petrol ve gaz sondajlarını genişletme sözü verdi. Trump’ın geri dönüşü, iklim ve gezegen için bir felaket olacaktır.
Dışarıda
1-Bu Çin, aptal!
Trump, Çin’in elden geldiğince önüne taş koyulması gereken ana rakip olduğu konusunda Biden ile aynı fikirde. Ancak Trump siyasi rakibinden daha sert olmak istiyor (2). Çin’e tam anlamıyla karşı koymak için ABD’nin Avrupa ve Orta Doğu’da daha az aktif olması ve böylece Asya’ya daha fazla kaynak ayırabilmesi gerekiyor. Bu nedenle Ukrayna'daki savaşın en kısa sürede sona ermesi ve Avrupa'nın kendi güvenliğine daha fazla odaklanması gerekiyor. Trump’ın yeni aday gösterdiği J.D. Vance de bu görüşü tam olarak destekliyor.
Trump’ın ikinci bir dönemi NATO’nun zayıflamasına, hatta ABD’nin ittifaktan çekilmesine yol açabilir. Bu ise dünya sahnesindeki ideolojik örgütleyici olarak Batı’nın sonu anlamına da gelebilir ki bu kendi içinde olumsuz bir gelişme sayılmaz. Ancak Trump’ın dümene geçmesi iki dev arasındaki çatışmayı giderek yakınlaştırabilir ve bu hiç de olumlu bir gelişme olmaz.
2-Gazze
Netanyahu, muhtemelen Trump Beyaz Saray’a dönene kadar savaşa devam edecek ve ardından ana destekçisi ve silah tedarikçisinden gelen hafif baskı da ortadan kalkacaktır.
Biden, seçimle ilgili nedenlerden ve diplomatik sebeplerden dolayı İsrail’i “az biraz” frenliyordu. Trump bu tür kaygıları hiç önemsemiyor. Seçmenlerinin önemli bir kısmı Siyonist devleti kayıtsız şartsız destekleyen sağcı Evanjelik Hıristiyanlardan oluşuyor ve olası diplomatik izolasyonu da umursamıyor.
Trump kendisini “İsrail tarihinin en iyi başkanı” olarak tanımlıyor. İlk döneminde Kudüs’ü İsrail’in bölünmez başkenti, Golan Tepeleri’ni ise İsrail toprağı olarak tanıdı. Aynı zamanda Filistinli mültecileri destekleyen BM kuruluşlarına sağlanan fonları da kesti.
Trump’ın ikinci dönemiyle birlikte İsrail’in aşırı sağı güçlenecek ve İsrail uluslararası toplumu daha az umursayacaktır.
3-Savaş çığırtkanlığı
Trump güçlü bir savunma sisteminden yana. Temmuz 2018’de Brüksel’de yapılan NATO zirvesinde müttefiklere sadece yüzde 2’lik hedefine ulaşmaları değil, aynı zamanda savunma harcamalarını GSYİH’lerinin yüzde 4’üne çıkarmaları yönünde çağrıda bulundu. Şu anda Amerika Birleşik Devletleri GSYİH’sının %2,9’unu silahlara harcıyor.
Silahların kontrolü meselesi daha da kötüleşme riski taşıyor. Trump, ilk döneminde ABD’yi birçok silah kontrolü anlaşmasından çekti. Trump yönetiminin, uzun menzilli füzeleri sınırlayan ve süresi 2026’da dolacak olan New START Anlaşması’nı (3) yenilemesi pek mümkün görünmüyor.
Ben Norton’un listesinin de gösterdiği gibi, ilk Trump yönetimi oldukça savaş yanlısıydı. Hükümeti savaş şahinleriyle doluydu. Mesela Irak’a karşı savaşın mimarı John Bolton onun Ulusal Güvenlik Danışmanı olmuştu. Yeni bir Trump hükümeti Küba, Nikaragua veya İran gibi ülkeler için iyiye işaret değil, hatta genel dünya barışı için hiç de hayırlı değil.
4-Ekonomi Politikası
Trump, ticaret savaşlarını yeniden başlatmayı planlıyor. Avrupa’dan gelenler de dahil olmak üzere ithal edilen tüm ürünlere %10’luk genel bir gümrük vergisi uygulamayı planlıyor. Aynı zamanda Çin mallarına %60’lık bir tarife öngörüyor ki bu eşi benzeri görülmemiş son derece sert bir önlem. Bu plan, en büyük iki ekonomik güç arasında gerçek bir ticaret savaşını kışkırtabilir ve her iki ülke arasındaki gerilimi artırabilir. Dahası, diğer ülkeleri de beraberinde sürükleyerek dünya ticaretinde istikrarsızlaştırıcı bir etki yaratabilir.
Trump, en zengin haneler için 40 bin dolara kadar vergi indirimleri hazırlıyor. Bu indirimler, ithalat vergilerini artırarak ve diğer önlemlerle finanse edilecek. Sonuç olarak, ortalama bir aile, benzin ve ithal ürünler gibi temel ihtiyaçlar için yılda yaklaşık 1500 dolar daha fazla ödeyecek.
Derin bir krizin işareti
Trump gibi beceriksiz ve sahtekâr birinin bu kadar güçlü ve gelişmiş bir ülkenin başkan adayı olabilmesi inanılmaz. Daha da ciddisi, böyle bir karakterin yeniden seçilme şansının yüksek olmasıdır.
Geçen yılın sonunda The Economist, “Donald Trump, 2024’te dünya için en büyük tehlike” başlığını atmıştı. Bu doğru, yakında belki de dev bir nükleer silah cephaneliğini kontrol eden Hitlervari (4) bir figürle baş başa kalabiliriz.
Trump gibi bir kişi, ülkenin ne kadar düştüğünü gösteriyor. Ancak sorun Trump’ın kendisi değil; J.D. Vance gibi bir halef de en az onun kadar tehlikeli. Trump, derin bir toplumsal krizin işaretidir.
Anlaşılan, ABD’de o kadar çok insan öylesine umutsuz ki, kendi çıkarına aykırı olsa bile, böylesine zırvalayan güçlü bir liderin peşine takılabiliyorlar.
Bu umutsuzluğun nedenini çok uzaklarda aramaya gerek yok. Dünyanın en zengin ülkesi aynı zamanda büyük bir toplumsal mezarlık. Vatandaşların %58’i günü geçirmekte zorlanıyor. İnsanlar yoksulluğa düşmemek için genellikle iki veya üç işte çalışmak zorunda kalıyor.
Yaklaşık 130 milyon Amerikalının, yani nüfusun %40’ının, 400 dolarlık beklenmedik bir masrafı karşılayacak kadar bile bankada parası yok. 80 milyon vatandaş, yani nüfusun %25’i, tedavi masraflarını karşılayamadığı için ciddi bir hastalığı olmasına rağmen tedavisini öteliyor.
Batı dünyasının hiçbir yerinde zengin ile fakir arasındaki uçurum buradaki kadar büyük değil. En zengin yüzde 0,1, en alttaki yüzde 90’ın sahip olduğu kadar servete sahip. Hatta en zengin üç kişi, nüfusun yarısı kadar bir servete sahip.
Toplumsal eşitsizliğe her zaman şiddet eşlik etmiştir. Her 15 dakikada bir kişi silahla vurularak hayatını kaybediyor. Her yıl cinayet, tecavüz, soygun ve başka suçlar da dahil olmak üzere bir milyondan fazla suç işleniyor.
Bu kadar zengin bir ülkede böylesine büyük bir toplumsal huzursuzluk kaçınılmaz olarak siyasete olan güveni azaltıyor. Çok küçük bir azınlık dışında siyasetçilere güvenen yok. Son on yılda federal hükümete olan güven sadece %15 ila %20 arasında dalgalandı. Diğer kurumlara olan güven de azalıyor.
Trump, kendisini her zaman çevreden (outsider) biri olarak sunuyor ve bu güvensizlikten akıllıca yararlanıyor. Nüfusun üst tabakasından gelmesine rağmen kendisini her zaman sistem karşıtı olarak konumlandırıyor ve siyasi kasta, medyaya, bilim insanlarına ve aydınlara saldırıyor. Sert ve kaba dili de cabası.
Ne yazık ki bu sadece Amerika Birleşik Devletleri’nde görülen bir olgu değil. Dünyanın birçok yerinde aşırı sağ yükselişte. Kapitalizm derin bir krize saplanmış durumda. Bu sistemi reforme edebilmenin mümkün olup olmadığı tartışmalı; belki de resetleme (sıfırlama) zamanı gelmiştir Umarım tarihten yeterince ders alıyoruzdur.
Notlar:
[1] Pentagon, Washington’da Savunma Bakanlığı’nın yer aldığı binadır.
[2] Basitleştirerek ifade etmek gerekirse: Demokratlar önce Çin’in müttefiki Rusya’yı hedef almak ve ardından Çin’e odaklanmak istiyorlar, oysa Cumhuriyetçiler daha çok Rusya’yı Çin’den koparıp, ardından Çin’e daha sert bir darbe vurmayı planlıyorlar. Bu, 1970’lerin başında Kissinger’ın stratejisiydi: o dönemde Sovyetler Birliği’ni izole etmek amacıyla Çin’e yakınlaşma sağlanmıştı.
[3] 2023 yılında Batı, Ukrayna’ya ağır silahlar teslim ederken, Putin Start anlaşmasını geçici olarak askıya aldı. Ona göre, Washington’da nükleer denemeleri yeniden başlatma planları vardı.
[4] Trump'ı 2016'da Hitler'e benzeten kişi, onun seçim kampanyası ortağı J.D. Vance'tir.
Kaynak: Rebelión için Beatriz Morales Bastos tarafından İspanyolca’ya çevrilmiştir: https://rebelion.org/y-si-gana-trump/. Orijinal metin: DeWereldMorgen.be: https://www.dewereldmorgen.be/artikel/2024/07/17/wat-als-trump-wint/.