Kim Dünyayı Yönetmek İster?
Balkan komşularını yıllarca göz ardı eden AB, bu aralar tekrar yeni üyeler kabul etmekten bahsediyor. ABD, Hindistan’ın otoriter lideri ve Asya Pasifik’in “muhtelif güçlü adamları” ile arasındaki güvenlik bağlarını güçlendiriyor. Suudi Arabistan’ın dışlanmış Prensi Muhammed bin Selman bile yeniden Batı’nın gözüne girdi.
Çin, cesur çok kutuplu yeni bir dünya, genişletilmiş bir BRICS ve eşitlikçi bir G20 gibi baştan çıkarıcı söylemlerle Afrika ve Arap ülkelerine ve “Küresel Güney”e kur yapıyor. Dışlanmış durumdaki Rusya, Pekin’e, Kuzey Kore’ye ve kendisi gibi düşünen haydut devletlere her zamankinden daha umutsuzca sarılıyor.
Mevcut stratejik, yasal ve finansal küresel mimarinin bir süredir devam eden radikal yeniden inşası olan, yeni “yeni dünya düzeni”yle tanışın: Doğası gereği kaotik, kafa karıştırıcı ve tehlikeli, belirsizlikler, ikiyüzlülükler ve çelişkilerle dolu.
Küresel meselelerin dümenine BM Güvenlik Konseyi’ni, Uluslararası Adalet Divanı’nı, IMF ve Dünya Bankası gibi Batı liderliğindeki yapıları ve zengin G7 ülkelerini yerleştiren 1945 sonrası mutabakata da veda edin. Burada kabaca üç yönlü bir yarıştan bahsediyoruz. ABD’nin hâkim olduğu yerleşik düzen (demokratik, liberalleşmiş, gözden düşmüş) ile Çin’in yönettiği yeni bir küresel rejim (otoriter, tüccar, itaatkâr) karşı karşıya geliyor.
Nijerya, Brezilya ve Endonezya gibi hızla büyüyen “iki tarafa da meyleden devletler” (swing states) tarafından tercih edilen üçüncü ve daha az kavgacı bir seçenek de özellikle nispeten daha yoksul ve daha az gelişen ülkeler için koşulların eşitlendiği bir ortam sağlayacak, yeniden biçimlendirilmiş BM merkezli bir çok taraflılık (Bunun en çarpıcı örneği Bridgetown borç hafifletme girişimi). Bu da uzun vadeli bir sonuç.
Henüz hiçbir şey kesinleşmiş değil. 21’inci yüzyılın nasıl ve kim tarafından yönetileceği sorularının cevabını henüz bilmiyoruz. Dolayısıyla hükümetler şu aralar değişen ihtiyaçlara, korkulara ve önceliklere uygun güvenlik ittifakları, koalisyonlar ve ekonomik, finansal ve ticari bloklar oluşturma, bunlara katılma ya da bunları genişletme yarışı içindeler. Princeton Üniversitesi’nden John Ikenberry, “Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, büyük güçlerin bugünkü mücadelesini aydınlattı ve kısmen de tetikledi” diye yazmıştı. Ikenberry’ye göre “Dış politikanın başarısı ya da başarısızlığı, büyük devlet koalisyonlarını tarafına çekme becerisine bağlı”.
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi iki hafta önce BM’de “Dünya yeni bir uluslararası düzene geçiyor. Dünyayı Amerikanlaştırma projesi başarısız oldu” derken, BM Genel Sekreteri António Guterres “büyük bir kırılma”nın yaklaşmakta olduğu uyarısında bulundu.
Avrupa’daki Yeni Hizalanmalar
AB’nin parçalanmaya yanıtı ise, tahmin edilebileceği gibi, daha fazla entegrasyon. Altı Balkan ülkesi ile Ukrayna ve Moldova’yı içine almaktan ve bir AB “iç çemberi” etrafında dönen kapsamlı iç reformlardan bahsetmesi fedakârlıktan değil, Rus ve Çin etkisine karşı koyma isteğinden kaynaklanıyor. Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg, “Genişleme bürokratik bir uğraş değildir… Bu, özgür, açık Batı demokrasilerinin belirli bir yaşam modelini ihraç etmesi ve korumasıyla ilgilidir” demişti. Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen’in bu ay “güvenilir güvenlik taahhütleri”nde bulunan genişlemiş bir AB için yaptığı acil çağrı başka bir değişimi yansıtıyor: Genişleyen ve canlanan bir NATO.
NATO kısa süre önce Finlandiya ve İsveç’i de bünyesine aldı. Ukrayna, Moldova, Bosna ve Gürcistan ise beklemede. İrlanda gibi NATO’ya üye olmayan, AB üyesi tarafsız ülkeler üzerindeki katılım baskısı da artabilir.
Avrupa’daki yeni hizalanmalar küresel olarak sertleşen savaş hatlarını yansıtıyor. ABD bir “Asya NATO’su”nu reddediyor olsa da Japonya, Güney Kore ve Filipinler ile güvenlik bağlarını önemli ölçüde güçlendirdi. Washington; ABD, Hindistan, Avustralya ve Japonya’dan oluşan Dörtlü Güvenlik Diyaloğu’nu (QUAD) güncelledi. Londra ve Canberra ile AUKUS Paktı’nı başlattı. İngiltere’nin de Dörtlü’ye katılması önerildi.
Joe Biden’ın Hindistan’ın Narendra Modi’sine ihtimam göstermesi, bir süre önce Vietnam’ın komünistleriyle bir araya gelmesi, iki hafta önceki rehine takasının ardından İran’la ortak bir zemin oluşturma arayışında olması, Suudiler ve İsraillilerle pragmatik anlaşmalar yapması, Donald Trump’ın kaotik “dünya düzeni yok” düşüncesini kovmaya ve Çin’i kontrol altında tutmaya kararlı bir lider olduğunu gösteriyor.
Biden’ı eski kafalı bulabilirsiniz ama ona göre G7 (ABD, Almanya, Fransa, İngiltere, Kanada, İtalya ve Japonya) “özgür dünyanın yürütme komitesi”.
Çin, güçlü bir şekilde takip ettiği alternatif bir vizyonu benimsiyor. Rusya ile kurduğu stratejik ittifakta Ukrayna’ya rağmen (ya da olasılıkla Ukrayna nedeniyle) güçlendi. Pekin kendini egemenliği Batı’da olmayan çok kutuplu dünyanın barışsever hamisi olarak lanse ediyor.
Çin bu yaz Afrika Birliği’nin G20’ye kabul edilmesi ve beş ülkeli BRICS grubunun İran, Suudi Arabistan, Arjantin, Etiyopya, Mısır ve BAE’yi kapsayacak şekilde genişletilmesi için başarılı bir kampanya yürüttü. Arap dünyasında güç kazanmak için de bir süre önce Suriyeli diktatör Beşar Esad’ı ağırladı.
Rusya, Hindistan ve Pakistan’ın da dahil olduğu dokuz üyeli Şanghay İşbirliği Örgütü kendi bölgesel ittifakına ev sahipliği yapıyor. Temmuz ayında İran da bu birliğe katıldı. Pekin ayrıca, özellikle Çin’in alternatif “Dünya Bankası” olan Asya Altyapı Yatırım Bankası aracılığıyla küresel finansal mimariyi yeniden şekillendirmeye niyetli görünüyor. Yine de Çin’in sunduğu teklif acımasız bir zorbalık ve demokratik hesap verebilirlik yoksunluğu ile gölgeleniyor. Yapısal değişiklik gerektiği su götürmez. BM sistemi çatırdıyor. Güvenlik Konseyi can çekişiyor. Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumlar siyasi savaş alanlarına dönüşmüş durumda.
Daha Güvenli, Daha Eşitlikçi Bir Dünya mı?
Ama açık konuşalım. Bahsettiğimiz bu rekabetçi jeopolitik değişim daha iyi, daha güvenli bir dünya ya da herkes için eşit fırsatlar yaratmaya yönelik bir değişim değil. Gelişmekte olan ve orta sıralarda yer alan ülkeler, hangi yöne sıçrarlarsa sıçrasınlar, bugün de geçmişte olduğu gibi büyük oyuncularca manipüle ve istismar edilecekler. Bu yeni küresel yarışın temelinde güç, nüfuz ve kaynaklar için rekabet var. En büyük ortak paydaları da karşılıklı korku.
Ne acı ki, karşıt bloklara ve koalisyonlara bölünmüş bir dünya, iklim, yoksulluk, sürdürülebilirlik ve sağlık gibi kolektif, varoluşsal zorluklarla mücadele etmek için şimdi olduğundan çok daha az donanımlı olacak. İngiltere’nin eski başbakanı Gordon Brown geçtiğimiz günlerde şöyle bir uyarıda bulunmuştu: “Küresel sorunlara küresel çözümler tasarlamayı başaramadığımız için dünya düzenindeki çatlaklar kanyonlara dönüşüyor. Yeni birçok taraflılık olmadan, 10 yıl sürecek bir küresel düzensizlik kaçınılmaz görünüyor.”
Bu yazı The Guardian sitesinde yayımlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için burayı tıklayınız.
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.