Ev Yemekleri Lokantası
Bugün “ev yemekleri lokantası” Türkçede sık sık duyduğumuz bir adlandırma. Aslında bir oksimoron, çünkü ev yemeği yemek için lokantaya gitmeyi gerektiriyor. Oysa ev yemeğinin, adı üzerinde evde yenmesi gerekmez mi? Ev yemekleri lokantası tabelasının yaygınlaşması, hayatımız içindeki sosyolojik değişimin ipuçlarını da veriyor.
Gazete Duvar’da ve Perspektif’te yazdığım pek çok yazıda oksimoronlardan yola çıkmışlığım vardır. Dikkatli okurlar oksimoronları pek sevdiğimi bilirler. Bunun temel nedeni oksimoronların anlatma kapasitesinin yüksek olmasıdır. Oksimoronlar, ortaya çıktıkları alan, toplum, ağ hakkında pek çok şey anlatırlar. Sıra dışıdırlar, olağanüstüdürler. Hatta biraz istisnalara benzerler. Ancak kurallar ile istisnalar arasındaki algoritmaların değişmesi, aslında toplumsal değişim hakkında çok önemli ipuçları verir.
Dilerseniz lafı fazla uzatmayıp, hemen konuya geleyim. Bugün “ev yemekleri lokantası” Türkçede sık sık duyduğumuz bir adlandırma. Aslında bir oksimoron, çünkü ev yemeği yemek için lokantaya gitmeyi gerektiriyor. Oysa ev yemeğinin, adı üzerinde evde yenmesi gerekmez mi? Ev yemekleri lokantası tabelasının yaygınlaşması, hayatımız içindeki sosyolojik değişimin ipuçlarını da veriyor. Burada ev yemeği derken kastedilen elbette tencere yemeği ya da sulu yemek denen tercihler. Dolmalar, sarmalar, karnıyarık, imambayıldı, kapuska, tüm zeytinyağlı sebze yemekleri vs. Artık bu yemekleri yemek için evin dışındaki bazı lokantalara gidiyoruz. Ev yemekleri lokantası tabelası yola bir oksimoron olarak çıkıyor ama belki de artık neredeyse kural haline geldiği için dikkatimizi bile çekmiyor.
Mahrem/Kamu Algoritması
Peki böyle bir tabelanın ortaya çıkması öncelikle ne anlama geliyor? Nasıl bir değişimin sonucunda ortaya çıkıyor? Böyle bir tabelanın asılmasına neden olan sosyolojik koşullar nelerdir? Örneğin ilk olarak yaşadığımız hayatın iç/dış veya mahrem/kamu algoritmasının değiştiğine işaret ediyor. Evde yaşanan hayat zamanının azalmasına ve dışarıda geçirilen zamanın artmasına. Belki çekirdek aile bazında ele alırsak hem erkeğin hem de kadının çalışıyor olmasını ifade ediyor. Bir bakıma ev yemekleri lokantalarının çoğalmasıyla, ev kadını kategorisinin demografik daralması arasında ciddi bir ilişki var. Çünkü ev yemeklerinin talep ettiği emek/zaman göz önüne alındığında düzenli olarak evde yiyebilmek için birinin evde kalması gerekiyor gibi.
Aynı boyutun bir devamı olan sosyolojik değişim ise yemek pişirmenin ev içi emek kullanımından ev dışı servis satın almaya doğru bir evrim geçiriyor olması. Aynı değişim aslında ev temizliği işlerinde de geçerli. Ev kadını tipolojisinin görev ve sorumluluğunda tanımlanan bir diğer etkinlik de buydu. Ancak bugün birçok evde temizlik işleri temizlikçi kadınlar tarafından yerine getiriliyor. Aslında evde dikiş dikmek ile, konfeksiyon ürünü giyim eşyası satın almak arasında da çok benzer bir algoritmayı tekrar edebilirdim burada, ama yapmayacağım. Yaşım ortaya çıkacak, ondan çekiniyorum!
Kısacası artık ev yemekleri için evin dışına çıkmamız gerekiyor, çünkü evde artık düzenli olarak tencere kaynamıyor. Buna paralel olarak bir eve yemeğe davetli olmak da eskisi kadar yaygın değil. Çünkü artık lokantalarda, restoranlarda buluşup birlikte yemek yeniyor. Hatta buna sabah kahveleri, beş çayları da dâhil. Çeşitli nedenlerle evde kalanlar bile artık evde sosyalleşmiyor. Komşular birbirlerine kahveye, çaya pek gitmiyor. Artık kafelerde bir araya geliniyor. En başta söylediğim mahrem/kamu algoritmasını mahremin aleyhine, kamunun lehine sistematik olarak değiştiren sosyolojik değişim tam da bu.
İsterseniz bir sorun kendinize şu yaşınıza kadar hayatınızda gerçekleştirdiğiniz tüm yeme/ içmelerin yüzde kaçı evde, yüzde kaçı dışarıda vuku bulmuştur? Ortalama bir rakam oluştu mu kafanızda? Şimdi aynı soruyu anne/babanıza sorun. Sonra da dedenize ve ninenize. İşte bu üç kuşak üzerinden yapacağınız karşılaştırma, aşağı yukarı size Türkiye’de ele almaya çalıştığım konudaki sosyolojik değişim konusunda ciddi bir fikir verecektir. Tüm değer yargılarının ötesinde bu rakamlar giderek kamuya daha fazla çıktığımızı, başkalarından daha fazla servis satın aldığımız gösterecektir. İşte başlangıç için bir oksimoron olan ev yemekleri lokantası tabelasını giderek bir standart haline getiren işte bu sosyolojik değişim sürecidir.
Daha önceki pek çok yazımda da belirttiğim gibi sosyoloji toplumsal değişimin bilimidir. Tam da bu türde değişim süreçlerini takip edebilmek için icat edilmiştir. Toplumun, insanın, hayatın nasıl olması gerektiği konusunda ahkâm kesmek için değil! Bu, sosyolojiyi ne yüceltmektir ne küçültmektir. Şeyleri yerli yerine koymaktır sadece.
Yüksek katma değer üreten toplumların şehirlerindeki yeni konutların en azından bir kısmının artık mutfak diye bir kategoriye sahip olmadığını gösteriyor araştırmalar. Bunun temel nedeni ise en baştan beri ifade etmeye çalıştığım gibi yeme/içmenin artık ev içi bir etkinlik olmaktan çıkmaya başlaması. Evde yeme/içmenin giderek istisnaileşmesi. Birkaç kuşak önce kuralken. Siz ister beğenin ister beğenmeyin bu bir realite. Sosyolojik realite.
Ev Yemeğini Eve Söylemek
Pandemiyle birlikte insanların eve kapanmak zorunda kalmasıyla yaşadıkları şok, bir bakıma anaakım sosyalleşme biçimlerine pek de paralel olmayan bazı ısrarların talep edilmesinden kaynaklanıyor. Ama yine de zaman geriye doğru sarılamıyor. Olağanüstü koşullar bile mevcut teknolojik imkânların sayesinde dönüştürülebiliyor. İnternet ve akıllı telefonlar sayesinde artık ev yemeklerini evimize sipariş edebiliyoruz. Çayımızı, kahvemizi bile. Ancak bu bizim anne ve babalarımız ya da dede ve ninelerimizin hayatına geri döndüğümüz anlamına gelmiyor. Hani derler ya hayat akacağı yatağı buluyor.
Ben internetten alışveriş etmeyi pandemi döneminde öğrendim. Mecburiyetler nedeniyle elbette. Ama artık alışkanlık haline geldi. Eskiden çarşı pazar gezerek edindiğim pek çok şeyi artık internet sitelerinden satın alıyorum. Pandeminin bu eğilimi giderek hızlandırdığının da farkındayım. Ben ömrü hayatımda New York’a bir kez gittim. 2000 yılıydı. Starbucks’ı ilk orada gördüm. McDonald’s’ın aslında ne olduğunu da orada keşfettim! Sosyal statüsünün Türkiye’dekinden ne kadar farklı olduğundan söz etmeye çalışıyorum. Sokaklarda dolaşırken, toplu taşıma araçlarında seyahat ederken en çok dikkatimi çeken şey insanların sürekli bir yeme/içme halinde olmalarıydı. Özellikle de benim için sürahi ebadında olan bazı kapaklı kâğıt bardaklarda sürekli kahve içmeleriydi. Bütün şehir o acı Starbucks kahvesi gibi kokuyordu sanki. Bir de patates kızartması.
Gördüğünüz gibi sosyoloji yapmak o kadar da zor değil. Cebinizde, çantanızda, zihninizde sosyolojinin kavramsal alet edevatı olunca bir çift göz ve kulak pek çok şeye yetebiliyor. Bir üstadın “sosyolojik düşünmek” derken kastettiği biraz da böyle bir şey. Kamusal alanda, örneğin bir kafede, bir AVM’de, bir toplu taşıma aracında yapabileceğiniz gözlemin haddi hesabı yok inanın. Zaten bir başka büyük üstadın da deneyin beş duyudan ibaret olduğunu söylemesi boşuna değil. Tüm diğer yöntemsel, teknolojik, ekonomik imkânlar beş duyunun hassaslaşmasından, kapsama alanlarının genişlemesinden başka bir şey değil. Eskiden eve pizza söylenirdi, lahmacun, kebap söylenirdi, dürüm söylenirdi. Artık karnıyarık ve imambayıldı bile söylenebiliyor. İnsanlar evlerine ellerinde take-away kahveleriyle dönebiliyorlar. Hayat değişiyor. Bizler değişiyoruz. Tam da bu nedenle sosyolojiye ihtiyacımız var.
Yazıyı içimde ukde kalan bir konuya değinmeden bitirmeyeceğim. Yazıyı yazmaya başladığımdan beri konuyu esnaf lokantalarına getirmeyi çok istedim. Ev yemekleri lokantalarıyla aralarındaki benzerlikler ve farklılıklara değinmeyi de unutmadan. Hatta esnaf lokantalarının giderek kapanmalarından duyduğum hüzne değinmek de önemliydi benim için. Ama laf lafı açtı ve son paragrafa geldik. Artık onu da haftaya yazarım diyerek bitireyim.