Amerika’nın Joe Biden Tercihi Nasıl Okunmalı?
Amerika tarihinde görülmemiş bir Başkanlık Seçimi yaşandı. Seçim sonuçlarını hala tam olarak öğrenmedik. Beş gün boyunca dünya, Türkiye dahil, Amerikan Başkanlık Seçimlerine kilitlendi.
Sonuçta, Amerika seçimini Demokratlardan yana, Joe Biden ve Kamala Harris (Amerika’nın ilk kadın ve siyahi-Güney Asyalı Başkan Yardımcısı) için kullandı. Amerika’nın tercihi özünde Başkan Trump’a “Dur” demekti.
Bölünmüş, Savrulmuş, Etkisini Kaybetmiş Amerika
Trump’ın dört yıllık dönemi Amerika’yı siyasi, ekonomik, sosyolojik, psikolojik olarak büyük bir tahribat sürecine soktu. Korona pandemisine karşı büyük bir yenilgi yaşayan; ırkçılık sorunu sistematikleşmiş, işsizlik ve güvensizlik sorunları derinleşen bir Amerika tablosunun ortaya çıktığı bir dört yıl yaşandı. Güvenilen kurumların ne kadar kırılgan olduğu görüldü, devlet yönetimi için “çökmüş devlet” kavramı ciddi yazılar ve yorumlarda kullanılmaya başlandı, ikiye bölünmüş Amerika fikri güçlendi.
Trump dönemi, yaşamın her alanında yıkıcı boyutta “tahribat” yarattı. En az beş alanda yıkıcı tahribatın yaşandığını söyleyebiliriz:
Birincisi, Amerika Trump döneminde akla gelmeyecek boyuttta kutuplaştı ve bu kutuplaşma yıkıcı bir sürece dönüştü. Kutuplaşma, sadece siyasi boyutta yaşanmadı, toplumsal hatta “duygusal” alanlarda da yaygınlaştı.
İkincisi, Trump’ın son dört yılı “denge ve denetleme sistemi” olarak adlandırdığımız yürütme, yasama, yargı aygıtları arasında “güçler ayrılığı”, “yargının bağımızlığı”, “kurumların önemi ve bağımsızlığı” ile “liyakat sadakatten önce gelir” ilkelerini çok zayıflattı.
Üçüncüsü, Trump Başkanlığında Amerikan dış politikasının tutarsızlığı, tümüyle lider eksenli hareket edişi ve aynı zamanda Covid-19 döneminde Amerika’nın sağlık alanında “devlet kapasitesi zayıf devlet” konumuna düşmesi, Amerika’nın küresel liderliğine ve küresel etkisine çok ciddi boyutta zarar verdi.
Dördüncüsü, Trump dönemi, küresel ölçekte “demokratik durgunluk”, “otoriter demokrasi”, “otoriter popülizm” ya da “rekabetçi otoriterlik” başlıklarında yaşanan süreci daha da hızlandırdı. Trump’ın tekrar seçilmesi demokrasinin küresel ölçekte ölümünü hızlandıracaktı; fakat seçilmemesinin “yeniden demokratikleşme” olasılığını güçlendirecek olması fikri bu seçimlerin önemini küresel ölçekte de artırdı.
Beşincisi, Trump’ın Başkanlığı değişik bir “Beyaz Saray” olgusunu ve algısını ortaya çıkarttı. Trump’a kadar hiç yaşanmamış bir derecede, içine kapanık, devlet kurumları ve medya ile kavgalı, lidere ve onun sosyal medya ilişkisine indirgenmiş, düşünce kuruluşları ve sivil toplumla hiç çalışmayan, yakın kadrosu bile sürekli değişen ve lidere sadakat her şeyden önce gelir mottosuyla çalışan bir Beyaz Saray ortaya çıktı.
Bu beş kritik alanda, Trump dönemi gerek dünya siyasetinde, gerek iç siyasette büyük bir tahribat ya da kırılma sürecini başlattı. Seçimler böyle bir ortamda yapıldı ve Amerika, bu ciddi sorunların çözümü için Demokratları ve Biden Başkanlığını seçti. Genel yorumlara katılıyorum: seçimleri Biden kazanmadı, Trump kaybetti.
Biden’ın seçimi kazandığını açıkladığı konuşması bu iki kelime üzerine kuruluydu: birleştirme ve iyileştirme.
Amerika, yıkıcı kutuplaşma sorunuyla mücadelede başarılı olacak mı? Farklılıklar içinde birliktelik ve toplumsal uyum sağlanabilecek mi? Covid-19’la mücadelede başarı elde edilecek mi? Sistematik ırkçılıkla mücadele başlayacak mı? İşsizlik ve güvensizlik sorunlarına çözüm bulunabilecek mi? Özetle, her alanda yaşanan savrulmuşluktan iyileşme sürecine dönülebilecek mi?
Çok zor gözüküyor. Trump kaybetti ama temsil ettiği otoriter, popülist, kutuplaştırmaya ve muhalefeti ‘şeytanlaştırmaya’ dönük siyaset, başka bir deyişle, “Trumpizm” devam ediyor.
Amerika’nın kendi içinde yıkıcı kutuplaşmadan normale dönmesi, denge ve denetleme sistemini, kurumlarını ve kurumlar arası iş birliğini tekrardan güçlendirmesi, kısaca “yönetebilen demokrasi”yi yeniden kurması gerekiyor.
Uluslararası ilişkiler ve dünya siyasetinde de tekrardan küresel liderlik konumunu kazanmak, en azından etkisi ve gücü kabul edilmiş bir konuma geri dönmek için çalışılması gerekiyor. Hiç de kolay olmayacak ve başarı olasılığının yüksek olmadığı bir dönem Biden’ı bekliyor.
Dış politikayı liderler-arası ilişkiye indirgeyen Trump dönemi, sadece Amerikan hegemonyası ve dış politikası temelinde değil, Batı ve Transatlantik İttifak düşünceleri üzerinde de ciddi tahribat yarattı. Amerikan liderliğinin küresel ve bölgesel ölçeklerde yeniden inşa girişimi, ki artık başarı şansı çok düşük, aktif ve dost ülkeler ve kurumlarla ilişkileri düzeltmeyi gerekli kılıyor; hem sahada, hem masada, hem de algıda.
Özetle: Biden-Harris yönetimi, içerde “birleştirme-iyileştirme-yöneten demokrasi” ekseninde başarılı olma; dışarıda da, lider-lider ilişkisine indirgenmiş dış politika yapımından “kurumlara-ittifaklara-değerlere-normlara-diplomasiye” öncelik veren dış politika anlayışına geçme ve bu yolla Amerika’nın “küresel rolünü” yapıcı anlamda yeniden inşa etmek zorunda.
Bu noktada da Biden Başkanlığının ciddi ikilemi başlıyor: içeriye odaklanırken dışarıda; dışarıya odaklanırken içeride etkisizleşebilir. Diğer bir deyişle, Biden’ın “içe kapanmadan içeriye odaklanmak, içeriyi unutmadan dışarıda proaktif olmak” temelli bir yönetim tarzını uygulamaya sokması lazım.
Türkiye-Amerika İlişkileri
Peki, Biden Başkanlığında Türkiye-Amerika ilişkileri nasıl gelişecek? Bu konuda da olumsuz olmak mümkün ve gerçekçi. Zaten olumsuz olan bu ilişkilerin Biden ile değişeceğini söylemek zor. Bununla birlikte, Türkiye için Biden Başkanlığının, tüm sorunlara ve olumsuzluklara rağmen, Trump’ın ikinci döneminden daha yararlı olacağını düşünüyorum.
Biden Başkanlığında, en azından ilk yıl içinde Türkiye – Amerika ilişkilerindeki olumsuzluk devam edecektir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tercihi, şüphesiz ki Trump Başkanlığının devam etmesiydi. Cumhurbaşkanı, Biden’ı ilk tebrik eden liderler arasında değildi; buna karşın, Trump’a son dört yıldaki ilişkileri için teşekkür etmişti.
Türkiye-Amerika ilişkileri son dört yılda iki lider arasındaki ilişkilere, “Erdoğan-Trump ilişkisi”ne indirgendi. Fakat altını çizelim, son dört yıl içinde bu anlayışın ne Türkiye’ye ne de Amerika’ya bir yararı oldu. Aksine Rusya ve Çin, bölgesel hegemonya alanını genişleten ülkeler oldular.
Trump Başkanlığında Türkiye-Amerika ilişkileri, kurumsal ve toplumsal temelde olumsuzluk sarmalına savruldu. Bu ilişkilerin tarihindeki en kötü dönem yaşandı. Türkiye’de anti-Amerikan tepki devlet ve toplum alanlarında çok ciddi boyutlara ulaşırken, Amerika Türkiye’ye; FETÖ’den Suriye’ye, Doğu Akdeniz’den Libya’ya kadar hiçbir konuda müttefiklik ilişkisinde olduğu bir dost ülke olarak yaklaşmadı.
Amerika gibi Türkiye’nin de içeride ve dışarıda restorasyona gereksinimi var. Biden Başkanlığında Amerika, iç ve dış politikalarında “iyileştirme” ve “yeniden-inşa” süreçlerini başlattığı zaman;
Birincisi, sadece lider değil, “lider ve kurumlar işbirliği”ni benimseyen,
İkincisi, Avrupa ile ilişkilerini güçlendiren,
Üçüncüsü, tek taraflılık değil, aksine “kurallara dayalı çok-taraflılık” mottosuyla bölgesel ve küresel ilişkilere yaklaşan,
Dördüncüsü, “ulus devlet-uluslararası kurumlar ve sivil toplum” ekseninde küresel yönetime odaklanan bir hareket tarzını benimseyecektir.
Bu dört boyutlu hareket tarzı, tek taraflılık mottosunda olan ve Erdoğan-Trump ilişkisine indirgenmiş dış politika anlayışına zıt nitelikte olacaktır.
Bununla birlikte, Türkiye dış politikası bu zıtlıktan yararlanabilir ve kendisi için yararlı olan “kurallara ve kurumlara dayalı çok taraflılığa” dönebilir. Biden Başkanlığı bu fırsatı doğurabilir.
Biden, Türkiye’yi uzun bir dönemden beri çok iyi tanıyor. Başkanlığında, Türkiye ile ilişkilere Türkiye’yi yakından tanıyanlar bakacaklardır. Biden’ın dış politika danışmanı Antony Blinken’den Susan Rice’a, William Burns ve Nicholas Burns’den Philip Gordon ve Amanda Sloat’a ve Brookings, Carnegie, Center for American Progress v.b demokratlara yakın düşünce kuruluşlarına kadar uzanan bir yelpazede Türkiye’yi bilen kadrolar bu dönemde öne çıkacaklardır.
Şüphesiz ki, karar Türkiye’yi yönetenlerindir. Göreceğiz…