Teoman: Türkiye zamanında güçsüz bir ülke olmasaydı Atatürk Yurtta barış, cihanda barış” demezdi
Şarkıcı Teoman, siyasetteki son durumlar, göçmenler hakkında konuştu. Teoman, “Her yer Arap oldu” demek ırkçılıktır. Suriyelilerden rahatsız olanların hepsi İngiltere'ye gitmek istiyor. Kendine hak gördüğünü başkasına görmüyor. Norveçli sarışın çocukları görseler harika olmuş diyeceklerdi. Suriyeli kara kuruları görünce mahvoluyorlar” dedi.
Teoman, ayrıca “Türkiye, Atatürk zamanında ekonomik, siyasi, askeri alanda bu kadar güçsüz olmasaydı, benim tahminim belki de hırslı bir insan olan Atatürk o kadar da “Yurtta barış, cihanda barış” demezdi” ifadelerini kullandı.
“Türkiye’de siyaset gericilerle daha gericiler arasında”
Hiçbir siyasi kampın sözcüsü olmak istememen normal, zaten niye olasın? Ama şunu da hatırlatmama izin ver. 22 senedir iktidarda çok koyu biçimde muhafazakarlığı tesis etmeye çalışan ve bunu yaparken de seninle aşağı yukarı benzer hayat tarzı olanlara -hatta o yaşam tarzını da senin kadar ileri bir versiyon olarak yaşamayanlara- türlü hakaretlerde bulunup o grubu psikolojik baskı altında tutmaya çalışan bir AKP var. Çapulcusundan müptezeline denmeyen kalmadı. Buna maruz kalan çoğunluğun seninkinin yanından geçecek rocknrolla bir hayatı da yok. Senin hayat tarzında yaşayan pek çok sanatçı hedef alındı, işleri kesildi, konserleri iptal oldu. Sen de bu tür şeyler yaşadın mı?
Zor zamanların olduğu oldu. Ama şunu unutma; eninde sonunda modernler de muhafazakâr Türkiye’de. Bu romanımı sana yeni verdim, okursan göreceksin. Siyaseten şu an sana söylemek istediğimi romanda Timur’a söyletiyorum. Timur bir yerde şöyle diyor; “Ben en iyisi Türkiye’de siyasete girmeyeyim. Çünkü Türkiye’de siyaset gericilerle daha gericiler arasında.” Ben Türkiye’yi öyle görüyorum.
-Yine biraz açman gerekecek ne dediğini.
Açmak istemem, söylediğim yeterince açık. Şair, şiirini “Ben burada bunu söylemek istiyorum” diye açıklıyor mu?
-Bütün bu güncel siyasi tartışmalara değen açıklamaların arasında ‘taraf’ diyebileceğimiz tek sözün dikkatimi çekti. “Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin laik bir devlet olarak kalmasından yanayım” dedin.
E tamam, yeterince açık.
-Orası yeterince açık ama Türkiye’de malum siyaset hala kişi kültleri üzerinden tahkim oluyor ve sen itinayla siyasetin ana karakteriyle ilgili bir şey söylememeye çalışıyorsun.
Eski davaların kodlarıyla bugünümüzü çözemeyiz. Eski davaların kodlarına gidince “Abdülhamit şuydu öbürkü buydu” oluyor. Ya da işte “Lozan zafer miydi, hezimet miydi?” oluyor. Geçmişin bu kodlarıyla gidemeyiz biz artık. Ayrıca önümüzdeki seçimde 4-5 milyon genç oy kullanacak ve seçimin kaderini onlar belirleyecek. Ve ben gelecek seçimlerin kaderini belirleyecek olan gençlerin ne Kılıçdaroğlucu ne de Tayyipci olacağını düşünüyorum.
-Zaten gelecek seçimde Kılıçdaroğlu’nun o denklemde olma ihtimali yok gibi.
Yok, ben zaten eski denklem üzerinden konuştuğum için onların ismini zikrettim. Çünkü geçen seneki seçim denkleminde o ikisi, iki kutbu temsil ediyordu. Ama varmak istediğim yer şurası; gençlerin nasıl düşündüğünü ben genç olduğum zamanki halimden bilirim.
-Ve sana göre bugünkü gençler artık Erdoğan’a da Kılıçdaroğlu’na da oy vermek istemiyor. Madem gençlerde bu eğilimi görüyorsun, kime oy vermeyi düşündüklerini de görüyor musun?
Geleceğin tek başkan adayı İmamoğlu. Bunun nedenleri de var. Geleneğe göreneğe saygılı ama aynı zamanda AKP’li değil, onun karşıtında bir yerde duruyor. Başka önemli bir neden daha var. Rakibi yok. Kim var siyaseten?
-Erdoğan var hala. Zaten o denklem üzerinden konuşuyoruz.
Ben gençlerin İmamoğlu tarafına kayacağını düşünüyorum. Bunu ben temenni olarak söylemiyorum. Bir sosyoloji mezunu olarak söylüyorum. Böyle olduğunu görüyorum. Bir de Özgür Özel’in gelişiyle CHP’nin yavaş yavaş toparlandığını, Kılıçdaroğlu zamanındaki atalet içindeki halinden uzaklaştığını, parti içindeki dişlilerin daha iç içe geçerek çalıştığını görüyorum. Tabii uzaktan böyle görüyorum. Bunları ispat edemem. Siyasetçi değilim, sürekli bütün kafamı oraya vermiş de değilim. Temenni de değil bunlar. Benim gördüğüm kadarıyla İmamoğlu, geleceğin şu anda gözüken tek başkan adayı. Özgür Özel de ona yakın açıklamalar yaptı zaten.
-Senin bu söylediklerin bana CHP’nin 31 Mart kampanyasında önemli emeği olan Mehmet Ali Çalışkan’ın -ki o da bir sosyolog ve siyaset bilimci- söylediklerini hatırlattı. Nihai aşamaya gelindiğinde İmamoğlu ile Özel arasında bir çekişme olup olmayacağına dair sorularıma şöyle yanıt vermişti; “İkisi, CHP’nin kurultay sürecinde değişimi birlikte gerçekleştiren bir takım oldu. Bu isimler, orada beraber aktörleştiler. Dolayısıyla başarıya ancak beraber yürüyebilirler.” Ben mealen aktardım tabii.
Bana da öyle geliyor.
-Ama biz kamuoyu olarak hiç alışmamışız iki liderin eşitlenerek ya da dengelenerek, birlikte bir hedefe yürümesine. O yüzden bakıyorum CHP medyası dahil herkes kapışsınlar istiyor.
Ama Özgür Özel aşağı yukarı bunu dile getirdi, yani onu yapmayacağını dile getirdi. Kendisinin teknik direktör olduğu gibi şeyler söyledi.
-Özgür Özel’in o karar anı geldiğinde Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığına itiraz etmemeyi başarabileceğini düşünüyorsun, öyle mi?
Evet. Aşırı didikleyen bir taraftan bakıp da söylemiş değilim bunu. Ben günlük siyasetle “o ne dedi bu ne dedi” şeklinde ilgilenen birisi değilim. Ben uzaktan bakıyorum. Uzaktan bakınca da detaylarda kaybolmadan, büyük resim daha iyi gözüküyormuş gibi geliyor. Siyaset elbette kişi kültü üzerinden yürüyor. Ama benim uzaktan baktığım yerden Erdoğan’ın kendi partisi içindeki dişlilerin bugün Özgür Özel’in başında olduğu CHP’nin dişlileri kadar entegre biçimde çalışmadığını görüyorum. Bana böyle geliyor. Erdoğan yoksa AKP yok gibi bir şey. Ama Özgür Özel yoksa CHP var, İmamoğlu yoksa CHP yine var. Bunları tarafsız kalmaya çalışarak söylüyorum. Tespitlerim bunlar benim. Çünkü taraflı olduğun an temennilerini gerçek zannediyorsun.
“Benimkiler temenni değil, tespit… Yanılırsam da utanmayacağım kadar hafif bir yerden söylüyorum”
–Senin ‘modernler’ dediğin taraf bunu defalarca yaşadı zaten, temenniyi gerçek zannetme halini, en son da 2023’de işte.
Evet. Ben herhangi bir şey temenni etmemeye kendimi alıştırıyorum formasyonum gereği. Ben uzaktan, soğukkanlı, sosyoloji okumuş, yıllarca bu işlere bakmış ama aynı zamanda da miyop bakmamak için hiçbir tarafa tam anlamıyla kendini bağlamamış bir Teoman olarak olayı böyle görüyorum. Fakat tabii ki geleceği öngörmek çok zor. Bu öngörümü yüzde 50’nin üzerinde bir ihtimal olarak görüyorum. Ama gelecek seçimlerde “yüzde 100 böyle olacak” diyemem.
-Siyasete etki etme gücünün sınırlı olduğunu bilerek, o bilinçle konuştuğunun altını çizdin. Bu da bana şunu anımsattı. Kasım ayında ABD seçimleri yapılacak ve Amerikalı şarkıcı Taylor Swift’in tercihinin seçime olası etkisi.
Evet, yüzde 10-15’lik bir etkisi olabileceği söyleniyor. İnanılmaz. Bu aynı zamanda demokrasinin krizini de gösteren bir şey. Ben şununla ilgiliyim; dört sene sonra Türkiye’de oy verecek çocuk nelere göre oy verecek? Şu ana kadarki kutuplaştırıcı söylemin tekrar edilmesinin o gençler üzerinde işe yaramayacağını düşünüyorum. Eski siyasi kodlar onlarda işe yaramayacaktır. Ne işe yarayacak onu bilmiyorum. “Şu yapılmalı” diyemem. Geleceğin Türkiye’si için neyin iyi olacağını ben bilemem. Onun sorumluluğunu da almak istemem açıkçası ama gözlemimi söyleyebilirim ve onu yapıyorum zaten. Çok hafif bir yerden bir şey söylemiş oluyorum. Yanılmak da beni utandırmaz.
Benim derdim şu; gençler Türkiye’de siyaseten birbirini ittiren kutuplardan birinin adamı olmadan yaşanabileceğini benim vücudumda görürlerse belki onlar da öyle olacaktır. Ben kendi doğal modern pozisyonum gereği CHP’ye çekiştirilmemek için çaba sarf ederek kendimi daha ortada tutuyorum. Ben “Necip Fazıl” diye cümle kurduğumda benim arkadaşlarım köpürüyorlar ve sanki AKP’ye yanaşıyorum gibi düşünüyorlar.
-Ama sen zaten o çıkışları tam da onlar ve herkes hoplasın diye kurguladığını söyledin biraz önce.
Tabii ama aynı zamanda ben bağlantısız olmaya kararlıyım. O zaman dediğimin ağırlığı daha fazla olacak benim. Benim yorumum bu.
-Umarım.
Bak AKP’li olsam hiçbir işe yaramaz. Ben CHP’nin yandaşı olsam oraya da bir avantajım olmaz. Etki gücü olarak konuşuyoruz. Ama ben “Bu kavgaya karışmıyorum lan” dersem belki başka çocuklar da karışmayacaktır. Ben, bana gelen konser tekliflerinin üçte ikisini reddeden, kâr maksinizasyonunu hedeflemeyen birisiyim. Yani benim AKP’ye yaklaşmama hiç gerek yok. Bir konser daha veririm, daha çok para kazanırım, onu yapmıyorum. Yani benim insanlardan kendime dair saygınlık, tapınma veya maddi olarak hiçbir beklentim yoksa, ben sadece kendimi daha işlevli ve daha olmam gereken yerde hissetmek için bunları yapıyorsam, yapmaya da devam ederim. “Herkes benim gibi yapmalı” diyemem. Herkesin kendi aklı var. Herkes istediği kampı güçlendirmeye çalışmakta ya da diğer kampa hakaret etmekte serbest. Ben ikisini de yapmayacağım.
-Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı döneminden beri iftardan 15 Temmuz’a kadar pek çok vesileyle sanatçılar huzura davet ediliyor. O kutlama ya da anma ne ise o günün temasına uygun olarak Erdoğan çiftiyle fotoğrafa giren sanatçılar aslında tarafını seçmiş oluyor. Bu kişilerin arasında Orhan Gencebay’dan Bülent Ersoy’a pek çok isim var. Gerçi bir rockçı yok sanırım. Sana hiçbir davet geldi mi Beştepe’den?
Gelmedi ama gelse giderim. Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı kim olursa olsun beni bir yere davet ederse, giderim. Ama ben hiçbir zaman siyasette hiçbir yerin adamı olmayacağım. Ben daha evvel cumartesi kahvaltılarına çağrıldım Kürt açılımı devam ederken. O tabii başka bir şeydi. Ben başörtüsü meselesinde de Kürt sorununda da fikirlerimi her zaman söylemiş biriyim zaten. O toplantıya da çağrıldığım için ve Kürt açılımını desteklediğim için gittim.
Bak sana başka bir şey söyleyeyim. Ahmet Kaya’ya o ödül gecesinde çatal bıçak fırlatıldığı zaman ben Radikal 2’ye bunun büyük bir ayıp olduğunu söylediğim için sonrasında basından ambargo yemiş bir kişiyim. Cumartesi Anneleri’nin şarkısını söylediğim için de bir sürü yerden fırça yemiş bir kişiyim zaten. Ama ben bunlardan etkilenmem. Ben doğru bildiğim, vicdanen doğru olduğunda emin olduğum yerlerde dururum. Her tarafta yer almıyorum. Her zaman yer almıyorum. Etkimin olduğunu bildiğim yerlerde fikrini söyleyen birisiyim. Ve bunu büyük bir siyasi kudretim olduğunu düşündüğüm için değil, beni seven 15-16 yaşındaki çocuk “Ya bu bizim Teoman ne yapıyor?” diye sorduğunda bunları okur ve üzerine düşünürse diye söylüyorum. Bu bana yeter. Kaç kişinin bunu yapacağı da önemli değil.
-Bir yeni albüm çıkarmak, diskografini tamamlamak ya da yeni bir roman yazmak ya da film çekmek varken neden buralarda siyasi bir misyon yüklenmek gibi bir ağırlığın altına sokuyorsun kendini?
E ben bu ülkeye kendimi sorumlu hissediyorum. Ben üzülüyorum Türkiye’ye. Ekonomisi çok zorda, daha da zorlanacak. Benim kendi ekonomim zorda mı? Değil ama ben Türkiye’nin ekonomisi kötüye gidiyor diye üzülüyorum. Geleceğin Türkiye’si zor bir pozisyonda olacak. Ben eğitim meselesine de üzülüyorum. Şuradan yola çıkma ama; yüzde 12,5 gibi bir oranda İmam Hatip Lisesi olmuş ülkede. Ben ona vahlanıyor değilim. Birtakım kişiler çocuklarını İmam Hatip’e göndermek istiyorsa, onların onu yapabilme özgürlüğünü de savunan birisiyim. Din üzerinden yaklaşmayalım. Eğitim ve ekonomi üzerinden yaklaşıyorum. Veya birtakım insani değerler açısından yaklaşıyorum eğitime. Acayip şişmiş, hiçbir işe yaramayan uyduruk üniversitelerimizde insanlar 4 senelerini kaybediyorlar. İlkokul ve ortaokulda çok yetersiz devlet eğitimi var. Sen yaşımı vermemi sevmiyorsun ama şimdi yine söyleyeceğim çünkü bunu bir olgunluk üzerimden söylüyorum. 57 yaşındaki, hayatı boyunca da okumuş, kendini geliştirmeye çalışan Teoman, Türkiye’nin eğitim tarafına baktığı zaman özellikle ilkokul ve ortaokulda eğitimin çok geride olduğunu görüyor. Kimler iyi eğitiliyor? Sadece zenginler, özel okullara gidenler. Oysa devlet okullarının ilk ve ortaokullarının çok çok çok iyi olması gerekiyor. Mesleki eğitimin bir an önce başlaması, uyduruk üniversitelerde hiçbir işe yaramayan, sadece ailelerin kompleksleri yüzünden üniversite okuyan insanların adedinin azalması gerekiyor.
-Biraz nesil nostaljisi yapmak istiyorum müsaadenle. Senden biraz daha sonraki yıllarda seninkine benzer bir gençlik dönemini ben de Ankaralı olarak ODTÜ’de Siyaset Bilimi okuyarak geçirdim. Türkiye’nin derin siyasal dertleri o zaman da vardı ama eğitim sanki bugünkü kadar dertli bir alan değildi. Bilim, teknoloji ve tüm bunların ulaşılabilirliği açısından küresel olarak dünyanın geldiği bugünkü noktada, 30 sene öncenin Türkiye’sine dahi özlem duyabiliyorsak bu neden sence?
Fakat tüm dünya değişti. Sadece kültürel kodlarlada konuşmayalım. Bütün dünya şu anın jenerasyonundan şikayetçi.
-Sen de şikayetçi misin?
Ben değilim. Ben saptarım, yargılamam, ahlanıp vahlanmam. Bütün bunların beni ilgilendiren bölümü şu; Türkiye’nin güçlü bir ülke olmasını istiyorum. Bunu ters bir yerden söyleyeyim; ben Türkiye’nin Silahlı Kuvvetlerinin de güçlü olmasını isterim.
-Niye?
E niye olacak, reel politik nedeniyle.
-Bunu söylemene şaşırıyorum çünkü şu ana kadar anlattıklarını üst üste koyunca senin gibi bir profilin anti-militarist bir yerde durması daha beklenir bir şey olurdu sanki.
“Yurtta barış cihanda barış”la ülke yöntemezsin. Başka bir şey daha söyleyeyim. Şimdi bu yine…
-Yine bir şey geliyor, söyle.
Yine geliyor, eyvah! (kahkahalar) Eğer Türkiye, Atatürk zamanında güçsüz bir ülke olmasaydı o kadar da barışçı olmazdı Mustafa Kemal Atatürk. Bunu deyip, kapatayım. Söyleyeceğimi söyledim ben.
-Yok söylemedin, anlamadım.
Eğer Türkiye, Atatürk zamanında ekonomik, siyasi, askeri alanda bu kadar güçsüz olmasaydı, benim tahminim belki de hırslı bir insan olan Atatürk o kadar da “Yurtta barış, cihanda barış” demezdi. Kendisi pragmatist bir politikacıydı. İsmet İnönü de onun için “politikacılığı askerliğinden çok daha iyidir” der zaten.
-Şunu söylüyorsun; Türkiye yeni kurulmuş, ayağa kalkmaya çalışan genç bir cumhuriyet olmasaydı Atatürk bir süre daha bazı kazanımlar için savaşmaya devam ederdi, öyle mi?
Yani, Musul’u falan bırakacağına savaşa devam ederdi. Atatürk çok zeki, dahi derecede zeki bir adamdı. Gücünün ne olduğunu biliyordu. Ona göre savaştı, ona göre barış yaptı. Veya Türkiye’nin II. Dünya Savaşı’na girmemesi İnönü’nün sağduyulu liderliğiyle oluyor. Bunları ben saptamış değilim tabii ki. Neredeyse bütün askerlikten gelen insanlar ülkelerini mümkün olduğunca güçlü ve büyük yapmaya çalışıyorlar. Çok da hümanist yaklaşmıyorlar hayata. Eninde sonunda bütün ülkelerin birbirinin gözünü oymaya çalıştığı bir dünyadayız. Ben Türkiye’de ekonominin de eğitimin de hukukun üstünlüğünün de askeriyenin de üst seviyelerde olmasını istiyorum.
-Askeriyesinin güçlü olması derken “füze, uçak alalım, milli serveti oralara yatırmaya devam” gibi bir yerden mi konuşuyorsun?
Yok, anti-militarist olayım o zaman, askerlerin hepsini evlerine gönderelim, çiçeklerle sokaklarda dolaşalım. Füzeleri de satalım, onlarla da tarla sürelim! Bu değil. Dünya da hayat da böyle işlemiyor. Güçlü olacağız. Tabii ki Rusya her tarafa yayılmak isterken.
“Silah almayalım, Türkiye barışçıl, tarlasını ekip horon tepen bir ülke olsun o zaman; böyle ülke yürümez!”
-Ama bizdeki savunma füzeleri de Rusya’dan mesela. Gerçi zaten kullanılamıyorlar kullanılmama taahhüdü sayesinde ABD’den F-16 gelebilecek.
Fark etmez, onu da alıyorsun işte. Zaten herkes herkesle savaşıyor.
–Herkes herkesle daha çok silah satabilmek için daha çok savaşıyor.
E ne yapalım o zaman? Rusya’dan da silah almayalım, Amerika’dan da almayalım, askerleri de evlerine gönderelim. Türkiye barışçıl tarlasını eken her akşam horon tepen bir ülke olsun. Böyle ülke yürümez.
-Tarla dedin hatırıma geldi tarla da eskisi gibi ekilemiyor zaten artık Türkiye’de. Çiftçiler isyanda biliyorsun üretim maliyetleri nedeniyle.
Demogoji yapıyorsun, benim söylemek istediğimi anladın.
-“Demogoji yapıyorsun” dedin mi bana hakikaten şu an?
E yani biz Rusya’ya bayıldığımız için yanaşmıyoruz. Amerika’ya bayıldığımız için de yanaşmıyoruz. Tayyip Erdoğan üzerinden konuşmuyorum. Bir ülke pozisyonu olarak konuşuyorum. Eninde sonunda dünyada kim büyüse emperyalist olmaya çalışıyor. Amerika zaten hala dünyanın en büyük gücü ama o eski kutuplar geçti. Çin gelecek mi? Milyonlarca savaşın olduğu bir dünyada ben de ülkem güçlü olsun isteyeyim müsaadenle
-Çevremdeki pek çok insandan İstiklal Caddesi başta olmak üzere Beyoğlu’nun çok Arap kültürüne uygun bir tüketim alanı haline gelmesinden rahatsızlık duyduklarını dinliyorum.
Orada Norveçli sarışın çocukları görseler “harika olmuş” diyeceklerdi. Suriyeli kara kuruları görünce mahvoluyorlar. Ben hepsini tanıyorum, tam öyle demeseler bile içlerinden geçeni biliyorum. Benim için “Her yer Arap da oldu” demek ırkçılıktır. Türkiye’ye aşırı göçten tabii ki rahatsızım. Yanlış ve plansız biçimde yapıldı bu işler, hâlâ devam ediyor. Ve bunun çaresi de yok artık. Uzun zaman geçti, o çocuklar artık burada büyüdüler. Onları geri göndermek biraz vicdansızlık olacak. Bir de bu bizdeki Suriyelilerden rahatsız olanların hepsi İngiltere’ye gitmek istiyor, İngiltere’nin Suriyelisi olmak için. Kendine hak gördüğünü başkasına görmüyor.
Kaynak:T24