Yeni bir dönemin ayak sesleri
HDP milletvekilleri Leyla Güven, Musa Farisoğulları ve CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun milletvekilliklerinin AKP-MHP oylarıyla düşürülüp, akabinde tutuklanmaları ile siyasi alanın muhalafete bütünüyle kapatılacağının işareti verildi.
Anayasızlaştırma süreci zaten 2015 yılında başlamıştı. AKP-MHP birlikte kazananın her şeyi yapma hakkına sahip olduğu, eşi benzeri olmayan bir Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi kurarken, hak arama ve yurttaş haklarını talep etme hakkını ortadan kaldırmış, iktidara bağımlı bir medya yaratmış ve ifade özgürlüğünü terörle ilişkilendirerek binlerce insana hapishane yolunu göstermişlerdi.
Şimdi sıra, yaslandıkları kitleleri içine alan yeni bir savunma hattı oluşturmak ve hem ülke içinde hem de ülke dışında giderek daha çok kaba güce yaslanan iktidarlarını tehdit edecek temsili demokrasiye ait tüm kurumları ortadan kaldırmak ve böylece iktidarın gücünü yurttaşların 24 saat hissedeceği bir yapıyı kurmakta.
Bu nedenle bir yandan siyasetin alanını muhalefete kapatırken, diğer yandan barolar, sendikalar, meslek odaları gibi gerçek temsili kurumların yerini alacak iktidar uzantısı yeni kurumlar oluşturma çabasındalar.
Kaba güce dayanan iktidarların derdi genel bir rıza üretimi değildir zaten. Öncelikleri toplumsal itirazı kontrol altına almaktır.
Kamusal tartışma alanının yok edilmesi bu nedenle elzemdir. Kaldı ki, kamusal tartışma alanı, ifade ve basın özgürlüğünün alanının iyice daraltılmasıyla, yasama organının işlevsizleştirilmesiyle, toplantı ve protesto hakkının yok sayılmasıyla, siyasetin semboller üzerinden yapılmasıyla, polemiğin siyasetin yerini alarak siyasetin dönüştürücü gücünün ortadan kaldırılmasıyla, ülke içinde ve dışında daha çok polis, bekçi ve askeri sahaya süren yeni bir güvenlik stratejisi kurgulanmasıyla, büyük ölçüde iktidar dışına kapatılmıştır.
Seçim yasası ve siyasi partiler yasasının değiştirilmesi girişimleri de, ekonomik krizle mücadele adıyla açılan paketlerin içeriği de, bekçi yasası da iktidarın önceliğinin toplumun sorunlarını çözmek değil, iktidarını ayakta tutacak tahkimatı yapmak olduğunu söylüyor bize….
Toplumun bütününü kapsayan müreffeh bir gelecek tasarımı yapamayan ve bu konuda elinde ikna edici hiçbir kurum ve araç bırakmamış olan iktidar, toplumu yerli ve milli olan ve olmayanlar diye ayrıştırıyor. Milli irade parantezinin içine aldığı herkesten şanlı geçmişi yeniden canlandırma hikayesiyle sabır isterken, en iyi ekonomik model islami olandır propagandasıyla inancı siyasetinin merkezine oturtuyor ve kitlesini duygusal taşmanın eşiğinde tutuyor. Aynı zamanda ülkenin savunması Yemen’den, Somali’den, Libya’dan başlar diyerek, Suriye, Irak ve Libya operasyonlarıyla fetihçi duygulara seslenip, askeri sınai komplekse dayalı yeni bir güvenlik devleti inşa ediyor.
Ekonomideki öncelikleri de bu tasarımına eşlik ediyor. Pandemi ile birlikte iyice ağırlaşan ekonomik krizin yönetimindeki öncelikleri, açılan önlem paketlerinin içeriği, gerçek bilgilere dayanmayan erken ve hızlı normalleşme adımlarının atılması, camilerden önce AVM’lerin açılması da, bekçi yasası, TBMM üzerinde kurulan baskı hepsi bir arada AKP-MHP iktidarının üzerinde yükseldiği bu tabanı elinde tutmaya yönelik.
Bu nedenle iktidar, bütçenin neredeyse tüm imkanlarını üzerinde yükseldiği esnaf ve küçük işletmelere ve tabii pastanın en büyük dilimini en çok kamu ihalesi alan 5 şirkete ayırarak, inşaat sektörüne boca ediyor. TBMM’nin bütçe ve denetim hakkını elinden almış olması da, iktidara toplumun kaynaklarını tek elden yönlendirme ve kendine bağımlı kitleler yaratma gücünü veriyor.
Öyle ki, geçen yılın tamamında 123.7 milyar TL. açık veren bütçe açığı bu yılın yarısında 90 milyar TL olmuş. Nisan ayında döviz rezervleri 8.6 milyar dolar erimiş. Bu kaynakların önemli bir bölümü vergi ve borç ertelemeleriyle ve kamu bankaları eliyle esnafa ve küçük işletmelere ve tüketiciye aktarılmış. Sayılar da bunu doğruluyor. Nisan ayında 300 binden fazla küçük işletme ilk kez banka kredisi kullanmış. 2019 yılı sonunda 583 milyar TL olan tüketici borcu Mayıs’ta 664 milyar Liraya çıkmış. Devlet bankalarının ticari kredi hacimleri yüzde 27, bireysel kredi hacimleri yüzde 15 artmış. 920 bin kişi ilk kez ihtiyaç kredisi kullanmış, 38 bin kişi de ilk kez kredi kartı…
Ne kredilerin, ekonominin nominal büyüme hızından çok daha hızla büyümesinin borç krizine yol açma olasılığı, ne de elinde patlayan salgın ve yoksulluk krizi iktidarı korkutuyor. Muhalefetin anketlerle avunmayı bırakıp stratejisini gözden geçirmesinin zamanı gelmedi mi sizce?