Yalçın'dan 'Cumhur İttifakı' vurgulu açıklama: Marksist basın AK Parti ile aramıza fitne sokuyor
Ülkü Ocakları ve MHP yöneticilerinin isimlerinin geçtiği Sinan Ateş cinayeti soruşturması dün Sinan Ateş’in eşi Ayşe Ateş’in Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmesiyle başka bir boyut kazandı.
Ayşe Ateş görüşme sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan’a cinayette rol alan isimlerin olduğu dosyayı verdiklerini ifade etti. Hükümet tarafından konuya ilişkin bir açıklama yapılmadı. Soruşturmanın genişleyip genişlemeyeceği ise önümüzdeki günlerde belli olacak.
Tüm bu tartışmalar sürerken geçtiğimiz haftalarda CHP Genel Başkanı Özgür Özel Sinan Ateş cinayetine ilişkin yaptığı konuşmada isim vermeden MHP’nin Genel Başkan Yardımcıları Semih Yalçın ve İzzet Ulvi Yönter’i hedef göstererek ‘cinayet üstündeki pusun sebebi bu isimler’ dedi.
Bunu üstüne CHP ve MHP arasında gerilim yaşandı. İki taraftan açıklamalar üst üste yapıldı ancak ne Özel ne de Bahçeli geri adım attı.
Erdoğan’ın ilk önce Meral Akşener’i sonra Özgür Özel’i en sonda Ayşe Ateş ile görüşmesinden sonra
MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın CHP ve Özgür Özel’e hakaretler içeren yazılı bir açıklama yaptı.
Yalçın açıklamasında “Cumhurbaşkanı Sayın Tayyip Erdoğan, -Genel Başkanımız Devlet Bahçeli’yle zaman zaman görüşüp istişare ettiği gibi-, istediği siyasetçi ve kişiyle görüşebilir. Bu görüşme ve temaslardan olmadık anlamlar çıkarmak; öküz altında buzağı aramak, kırılmayacak dala karga tünemesini beklemektir. Ayrıca belirtmeliyiz ki solcu medya mensuplarının dillerine doladığı cinayet davasının iddianamesinde hiçbir MHP görevlisinin adı geçmemektedir” ifadeleri kullandı.
Yalçın’ın açıklaması şöyle:
"Türk solunun ve büyük ölçüde yuvalandığı CHP'nin Türk milliyetçiliğine karşı takip ettiği geleneksel düşmanlık, Cumhuriyet ve siyaset tarihimizin önemli meseleleri arasında yer alır.
Yıllar içinde; basındaki Marksist/sosyalist çevrelerce tahrik ve teşvik edilerek kemikleşen bu düşmanlık, Türk milliyetçiliğini politika hayatımızda temsil eden MHP'ye yönelmiştir.
Solcu basının MHP muarızlığının kökleri, 40’lı yıllardan itibaren CHP’de kodlanan Türklük karşıtı politikalara uzanır.
Marksist/sosyalist gazeteciler tarafından günümüze kadar taşınan Türklüğe ve Türk milliyetçilerine yönelik husumet, zamanla kronik bir hastalık vasfını kazanmıştır.
1944 Milliyetçilik Olayı dolayısıyla vatansever, milliyetperver gençlere uygulanan düşmanca şiddetin tahrikçi ve teşvikçisi solcu basındır.
27 Mayıs 1960 sonrasında İsmet İnönü'nün damadı Metin Toker’in başını çektiği solcu basın, cunta lideri Cemal Gürsel'in kandırılıp 14'lerin sürgün edilmesinde İnönü ile birlikte başat rol üstlenmiştir.
Bunun sonucunda Alparslan Türkeş ve arkadaşları sürgüne gönderilerek Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan idam edilmiştir.
Solcu basının Türklük düşmanlığı 70'li yıllarda zirve yapmıştır.
Aynen bugün olduğu gibi, o dönemin solcu,sosyalist-marsist yayın organları her gün MHP aleyhinde yayınlar, propagandalar yapmışlardır.
Yöneticileri ve teşkilatları kanlı terör saldırılarının hedefi olmasına rağmen MHP, terörün tarafı ve hatta kaynağı olarak gösterilmiştir.
Ülkenin 1980 Askerî Darbesi’ne sürüklenmesinde de kavgacı ve kindar solcu basının sorumluluk payı büyüktür.
1980 Darbesi sonrasında, cuntanın MHP'ye ve Milliyetçi-Ülkücü Hareket’e bakışı da sol basının tesiri altında şekillenmiştir.
Devlete, polise, askere kurşun sıkan, banka soyan haydutlar; solcu medya organlarınca darağacına düşen fidan, MHP mensuplarıysa terörist olarak gösterilmeye çalışılmıştır.
O günlerden bugüne solcu medyanın zihniyeti hiç değişmemiştir.
Türk demokrasisinin geçtiği sarsıntılı evrelerden, yaşadığı badirelerden bir türlü ders almayan solcu basında tarih tekerrür etmektedir.
Aynı kafa yine MHP ile uğraşmaya devam etmektedir.
Medyada yuvalanan Marksist/sosyalist gazeteciler; her vesileyle şeytanın avukatlığına soyunmakta, öküz altında buzağı arama yarışına girmektedir.
Halk TV, TV 100 ve Sözcü TV gibi solcu gazetecilere ekranı pazarlayan medya kuruluşları; Barış Yarkadaş, Bahar Feyzan, Ali Kemal Erdem, Osman Sert gibi MHP muarızı tipleri ekrana çıkararak partimize saldırmalarını sağlamaktadır.
Şuuraltında MHP düşmanlığı şifrelenmiş olan gazeteci Abdülkadir Selvi de meşrebi ve tıyneti icabı, MHP muarızı koroya zaman zaman gönüllü olarak katılmaktadır.
Medyada fitne ve bozgunculuğun nevi şahsına münhasır bir versiyonunu temsil eden Selvi, patlamaya hazır bir canlı bomba gibi taraflar arasında gidip gelmektedir.
Selvi; vicdanı değil, ahlakı kanayanlarla birliktedir.
Sol basında boy gösteren tiplerin kimi her hususta istihbarat edinen CIA ajanı, kimi politika uzmanı(!), kimi toplum bilimci(!), kimi bilirkişi(!) rollerini üstlenerek MHP aleyhinde algı oluşturmaya çalışmaktadır.
MHP’yi savunmaya kalkan vicdan ve insaf ehli gazetecilereyse mobing ve linç uygulanmaktadır.
Yerel Seçimlerde alınan sonuçların şişirmesiyle coşan bu solcu gazeteciler, MHP aleyhtarlığında yarışa girmişlerdir.
2028’de yapılacak Genel Seçimlerin atmosfer ve şartlarının Yerel Seçimlere benzemeyeceği, Cumhur İttifakının ve MHP’nin o zaman da millet iradesine yön verecek güçte olduğu gerçeği onları taşkınlığa sevk etmektedir.
Cumhur İttifakı ve MHP’nin, gelecekteki seçimlerde etkin ve baskın bir rol oynayacağı aşikârdır.
Cumhur İttifakının güçlü ve MHP’nin müessir olması, CHP’nin müstakbel bir seçim başarısının önünde engeldir.
Bu olguyu tersine çevirmenin yolunun, MHP ile Ak Parti arasına fitne sokup Cumhur İttifakını yıpratmaktan geçtiği düşünülmektedir.
Marksist/sosyalist basın; CHP’nin Genel Seçimleri kazanmasının, Cumhur İttifakının zayıflamasına ve özellikle MHP’nin yıpranmasına bağlı olduğunun bilinciyle hareket etmektedir.
Bu yüzden 2028’de yapılacak Genel Seçimler için şimdiden kollar sıvanmış, aleyhimizde algı çalışmalarına hız verilmiştir.
Bu yüzden Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yaptığı her görüşmeden sonra MHP’nin konumu sorgulanmaktadır.
Yukarıda adları geçenler başta olmak üzere bütün solcu gazeteciler, önce bir menfur cinayeti bahane ederek, sonra da Sayın Cumhurbaşkanı’nın temasları üzerinden MHP’yi vurma çabasına girmişlerdir.
MHP’yle alakası bulunmayan bir cinayet davasına TV ve gazete yorumlarında ısrarla yer verilmesine sözde gerekçe olarak toplumsal vicdanın kanaması gösterilmiştir.
Hatta söz konusu cinayet davasının iddianamesinde MHP’lilerin ismi bulunduğu için bizim telaşa kapıldığımız vehmedilmiştir.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın, muhalefet partileriyle temas kurması ise Cumhur İttifakının bozulacağı ve partimizin saf dışı kalacağının işareti olarak gösterilmeye çalışılmıştır.
Hatta bazı aklıevvel gazeteciler artık MHP’nin siyaset ikliminde yalnız başına kaldığını öne sürmüştür.
Tekraren altını çizmek gerekir ki Cumhurbaşkanı Sayın Tayyip Erdoğan, -Genel Başkanımız Devlet Bahçeli’yle zaman zaman görüşüp istişare ettiği gibi-, istediği siyasetçi ve kişiyle görüşebilir.
Bu görüşme ve temaslardan olmadık anlamlar çıkarmak; öküz altında buzağı aramak, kırılmayacak dala karga tünemesini beklemektir.
Ayrıca belirtmeliyiz ki solcu medya mensuplarının dillerine doladığı cinayet davasının iddianamesinde hiçbir MHP görevlisinin adı geçmemektedir.
Hâl böyleyken dava; solcu basın tarafından MHP’yi töhmet altında bırakmak, partimize zarar vermek, aleyhimizde algı oluşturmak için kullanılmaktadır.
Cinayetin aydınlanması için seferber olanlar, konu PKK’nın cinayetlerine gelince sessiz kalmaktadır.
Onlar, ellerine MHP aleyhine fırsat geçtiğini sanmaktadır ama biz, mahkeme süreci başladığında iddiası bulunan herkesi davet edeceğiz.
Mahkemenin sahte vicdan kanaması şovlarına değil, hakkaniyete, adalete ve delillere dayanacağını şimdiden hatırlatıyoruz.
Bu vesileyle partimiz hakkındaki iddia sahiplerinin ahlak, samimiyet ve incelik testinden geçeceğini duyuruyoruz.
Aile ve çocuk kavramı istismar edilerek vicdanlar kanatılmaya çalışılırken, terörle mücadelede anasız babasız kalan binlerce yavrumuzun ve mağdur olan ailelerin dramına sessiz kalınmaktadır.
Bir ailenin acısı provokasyona malzeme yapılırken, diğer taraftan binlerce ailenin kederleri karşısında suspus olunmaktadır.
Bir dava üzerinden MHP’yi delilsiz, belgesiz, ispatsız ve dayanaksız hedef alan marksist basın; binlerce vatandaşımızın polisimizin, askerimizin katillerini sorgulamaktan kaçınmaktadır.
Şimdi soruyoruz!
Marksist/sosyalist basın, şehit ailelerinin haklarını ve yaşanan mahkeme süreçlerini neden es geçmektedir?
Şehit ailelerinin hakları ve mağduriyetleriyle ilgili neden solcu TV kanallarında yayın yapılmamaktadır?
Solcu TV kanalları, çocukları terör örgütü tarafından kaçırılarak militanlaştırılan ailelerin, Diyarbakır annelerinin feryadına neden kulaklarını tıkamaktadır?
Malum kanalların, aynı hassasiyetle PKK'nın acentesinde saf tutmuş sözde milletvekillerini, sözde politikacıları sorguladığı neden hiç görülmemiştir?
Bu kanallardaki MHP muarızı sunucu ve yorumcuların, Dem Partilileri PKK’nın cinayet ve eylemleriyle ilgili soru yağmuruna tuttuğuna niçin hiç şahit olunmamıştır?
Solcu basının destek verdiği CHP; şehit edilen askerlerimizin, polislerimizin, sivil vatandaşlarımızın haklarıyla, ailelerinin mağduriyetleriyle ilgili hangi girişimlerde bulunmuştur?
CHP; şehit öğretmenlerimizin, kamu görevlilerimizin davalarına -cenaze merasimlerine katılmak dışında- bugüne kadar ne ölçüde ilgi göstermiştir?
CHP, neden katiller sürüsü PKK’nın siyasi uzantısı olan Dem Parti’nin yakasına yapışmamaktadır?
CHP yönetiminin ve solcu basının vicdanları, bölücü terör örgütünün cinayetleri karşısında neden kanamamakta, kalbi niçin katılaşmaktadır?
MHP olarak;
Timsah gözyaşları döküp vicdanları yerine ahlaklarını kanatanları, husumet ve düşmanlıkların cerahatini akıtanları ibretle takip ediyoruz.
Sol basının MHP aleyhtarı tavrı, çirkin ve tiksindirici bir şekilde sırıtmaktadır.
Malum gazetecilerin bir cinayet davasına dair aşırı ilgi ve gayretkeşliklerinin bu davayla ve MHP’yle sınırlı kalacağını biliyoruz."