Prof. Dr. Naci Görür: Derdimiz korkutmak değil, gafletten uyandırmak
Prof. Dr. Naci Görür, “Seneler önce Maraş’ta deprem olacak diye bağırdık. Hiçbir şey yapılmadı. Hiç kimsenin derdi toplumu korkutmak değil; ama çağdaş bir dünyada, akıllı bir toplumda gerçekleri görmeyerek gaflet içine düşerek depremi karşılamak doğru değildir. Tedbir almak, yapılacakları yapmak gerekir” dedi.
"Ben bu depremle yüzleşeni görmedim"
BirGün'den Esat Aydın'a konuşan Görür, 6 Şubat'ta meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremlere ilişkin olarak, "Ben bu depremle yüzleşeni görmedim. Siz gördünüz mü? Bölgedeki bir vali, bir belediye başkanı, hükümetle ilgili bir yetkili, hiçbir yöneticinin depremle yüzleştiğini gördünüz mü? “Biz ne yaptık ya da ne yapmadık da bu kadar insanımızı kaybettik” diye konuştuklarını gördünüz mü? Yazdıklarını, çizdiklerini, bize anlattıklarını gördünüz mü? Bu yüzleşmeyi yapmamız lazım; çünkü bu ülkeyi depreme hazırlayacaksak bu depremdeki yanlışlıkları, hataları görüp, diğer yerleri depreme hazırlarken ders çıkarmamız lazım. Bunu hiç kimse yapmadı. Türk halkı, yönetimi 6 Şubat depremiyle asla yüzleşmedi. Yüzleşmeden de bu iş sükûnete ermez, doğruyu da bulmayız, ülkeyi de depreme hazırlayamayız. Bunu sadece iktidar için söylemiyorum. Bütün siyasetiyle, halkıya, hepimiz için geçerli" diye konuştu.
"Deprem politikası tercihleri tamamen siyaset üstü olmalı"
Naci Görür, iktidarın deprem politikası ile ilgili soruya, "Deprem politikası tercihleri tamamen siyaset üstü olmalı, çünkü göçükte ölmüş insanların partisine, kimliğine bakarak biz muamele yapmıyoruz. Hepsi bizim insanımız. Dolayısıyla liyakate dayalı, doğru dürüst, kentin altı bileşenini deprem dirençli yapmak, o planları, çalışmaları yapacak biçimde işi ilerletmek lazım. Dediğim gibi bunu da bir bakanlık bünyesinde tamamen devlet projesi yürüten bir anlayışla, deprem bölgelerinden başlamak üzere stratejik olarak ilk depremde darbe yemesi muhtemel yerlerden başlayarak, yerel yönetimlerle birlikte, asla yerel yönetimlerle didişerek değil, halkı da içine alarak, el ele ulusal ve uluslararası finans kaynaklarını da bu projeye yöneltmek suretiyle devletin diğer projelerini minimize edip, biraz idare edip ağırlığı bu işe vererek 10-15 sene bu ülke dişini sıkmalı, bu işi bitirmeli" yanıtını verdi.
"Celal Hoca, millet biraz uyansın diye söylüyor"
Görür, Celal Şengör'ün İstanbul'dan taşınma açıklamasına ilişkin olarak da "Celal Hoca millet biraz uyansın, farkında olsun diye söylüyor. Bunu bile anlamadan başka türlü söyleyip bir de utanmadan Celal’i suçlama yönünde söyleyenler çıkıyor. Bunu kesinlikle reddediyorum. Celal’in söyledikleri tamamen doğrudur, hiçbir abartı da yoktur. Eğer beklenen deprem olursa bu Güneydoğu depreminden daha fazla sıkıntı çekeriz Marmara’da; bütün Türkiye’nin ekonomisi mahvolur. Kimi bilim insanları da beni ya da Celal’i kötülemek için “bu eskiden böyleydi, yapılan son hesaplamalarla 2045’te deprem olacak” diyor. İçim parçalanıyor. Bunlar nasıl bilim insanı, bilimsellik anlayışı? 2045’te ölecek insanlar bizim insanımız değil mi? Belki sen görmeyeceksin, sen ölmeyeceksin ama çoluk çocuğun ölecek. Ya da “ha o denilen kadar değil, İstanbul’da olacak deprem” deniyor. İnsanların kafasını kurcalıyorlar. Sanki tarih boyunca İstanbul’da büyük depremler olmamış gibi. Kıyamet-i Kübra diye isimler vermişler. İstanbul’da sen bu lafı nasıl ediyorsun. Zaten depremi bir kenara atma, işlerine bakma, kendi kendilerini kandırmaya hazır bir topluluk varken böyle bir şey söylenir mi? Ben halka evin deprem dirençli mi değil mi, muayene ettir derken ona inanmıyor. Diyor ki “benim babam bina yapılırken temelini görmüş, koca koca kaya çıkmış, nerdeyse müteahhit zarar edecekmiş” diyor. Rahat uyuyor. “Hocam bizim apartman sağlam, müteahhit oturuyor bizim apartmanda” diyor. Şimdi bu halet-i ruhiyeye sahip bir toplumda, kabul ediyorum insanlar birtakım hikâyelere inanabilir; ama bir biliminsanı bizi kötüleme adına bunları söyler mi? Biz seneler önce Maraş’ta deprem olacak diye bağırdık. Hiçbir şey yapılmadı. Ne oldu, 50 binden fazla insanımız gitti. Hiç kimsenin derdi toplumu korkutmak değil; ama çağdaş bir dünyada, akıllı bir toplumda gerçekleri görmeyerek gaflet içine düşerek depremi karşılamak doğru değildir. Tedbir almak, yapılacakları yapmak gerekir" ifadelerini kullandı.
"Ülke genelinde riskli bölgeler neresi" sorusuna Görür, şu yanıtı verdi:
"İzmir riskli, Marmara Bölgesi, Erzincan Karlıova arası Yedisu fayının olduğu yer. Karlıova-Bingöl arası Göynük kesimi. 1860’tan beri Karlıova-Göynük arası kırılmamış. Maraş’ı, Elazığ’ı sayıyorduk, bitti. Bir de belli ölçüde Adana havzası ve o yöre. Adıyaman-Hakkâri arasındaki kuşak. İzmir, Milas, Muğla, Antalya hattı. Bunu derken de adı sanı olan bir deprem diyorum. Bunu özellikle vurguluyorum. Bir ülkenin depremselliği tümünde varken, riski fazla olan, özen gösterilecek, dikkat edilecek yerler anlamında bunu söylüyorum.
Biz 17 Ağustos’tan beri bunu söylüyoruz zaten. Muğla-İzmir yöresinde Helen-Kıbrıs yayı çok önemli, dalma batma zonu önemli bir deprem kaynağı. İzmir’i kesen faylar Batı Anadolu deprem kaynakları var burada. Bu son depremler bindirme hattını, Adıyaman-Hakkâri arasını biraz daha dikkatli hale getirdi. Bunu söylememizin nedeni de şu; belediye başkanları, valilere halk söylediklerimizi duyursun, bu yöneticilerden talep etsin; “bakın, biliminsanları bunu söylüyor, siz de deprem çalışmaları yapıyor musunuz?” desin. Bu yöneticiler de bizim bu uyarılarımıza kulak asarak hastanesine, yoluna bugünden başlasın, yapabildiğince depreme dayanıklı hale getirsin. 17 Ağustos’un yıldönümündeki mesajım bu olsun. Bu bizim ayıbımız, 23 senedir biz İstanbul’u depreme hazır hale getirememişsek; bu bize yakışmıyor. Bizim şimdi Marmara Bölgesini konuşmamız gerekiyordu. Ha, bugün bölgede çok şey yapıldı; ama baktığımız zaman Marmara depreme hazır mı derseniz, hazır değil. Peki ne kadar hazır derseniz yani %20 hazırsa ben öpüp başıma koyayım. Ama ürkmeyelim, ders çıkaralım."